Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Fıkıh ve Akaid nedir?

0 360

FIKIH NEDİR?

Sözlük mânâsı, söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin derin anlayıştır. Şu âyet ve hadis’lerde geçen ve bu kökten türemiş olan kelimeler böyle bir anlamda kullanılmıştır:

“And olsun ki biz, cehennem için de bir çok insan ve cin yarattık. Onların kalbleri vardır, ama anlamazlar; gözleri vardır, ama görmezler; kulakları vardır, ama işitmezler, işte bunlar hayvanlar gibi, hattâ daha da sapıktırlar, işte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf:179) “Bunlara ne oluyor ki hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar.”(Nisa:78) “Allah, kime hayır murad ederse onu din’de fakih kılar.” (Buhari; İlim,10-13)
İşte bu, fıkh’ın sözlük mânâsıdır. İstilahî mânâsı da, bu mânânın pek dışına çıkmaz; gerçi bir özellik taşır ve şöyle tarif edilebilir: Fıkıh, şer’î-amelî hükümleri, tafsîlî (ayrı ayrı) delillerine dayanarak bilmektir. Buna göre fıkıh ilminin konusu iki kısımdan ibarettir:

1) Şer’î-amelî hükümleri bilmek. Dolayısıyla Allah’ın birliğini, Peygamberlerin gönderilişim ve Tann’dan aldıklarını tebliğ etmeleri gerektiğini, âhiret gününü ve bu günle ilgili şeyleri bilmek gibi itikadı hükümler, Fıkh’m istilahî mânâsına dahil değildir.

2) Her hükmün tafsîlî delillerini bilmek. Meselâ; “Selem” (Para peşin mal veresiye olmak üzere yapılan alım satım akdine “Selem akdi” denilir. (Çev.) Selem akdiyle bir satıştan söz edilirse, paranın akit zamanı teslim edilmesi gerekir diyebilmek için buna dair Kitab, Sünnet ve Sahabîlerin fetvalarından bir delil getirmek icab eder. Faizin azı da çoğu da haramdır deyince, buna dair de Kitab’tan bir delil zikretmek lazım gelir. Bu konuda ana paradan fazla olan herşey faizdir deniliyorsa, delil olarak; “Eğer tevbe ederseniz ana paranız sizindir, böylece hem haksızlık etmemiş, hem de haksızlığa uğramamış olursunuz.” (Bakara:279) âyetini okumak gerekir. Haksız yere insanların mallarını yemenin haram olduğunu anlatan kimse; “Mallarınızı, aranızda haksız yere yemeyin…”(Nisa:29) âyetini sözüne eklemelidir. Demek ki fıkıh ilminin konusu, helal, haram, mekruh ve vâcib olma yönünden insanların işlerine ait hükümler ve bunların dayandığı delillerdir. (Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Fıkıh Usulü, sh:19-24. Ankara-1990 Terceme: Prof. Dr. A. Şener) A . AZİZ

AKAİD NEDİR?

Akaid, akd kökünden türetilmiş olan akide kelimesinin çoğuludur. Akîde, sözlükte “gönülden bağlanılan, düğüm atmışçasına sağlam inanılan şey” demektir. Dinî literatürde akîde, “inanılması zorunlu olan ilke” (iman esası, mü’menün bih), çoğulu olan akaid kelimesi ise “İslam dininde inanılması farz olan hususlar, iman esasları, dinin temel kural ve hükümleri” anlamına gelmektedir. Buna göre, dinin temel kural ve hükümlerini oluşturan iman esaslarından bahseden ilme de akaid ilmi denir.

İslam akaidinin ilk ve en önemli kaynağı Kur’an-ı Kerîm, daha sonra da sahih hadislerdir. İslam akaidini oluşturan esaslar, Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık, yalın ve sade olarak yer almıştır. Kur’an’da Allah’a, peygamberlerine, kitaplara, meleklere, ahirete, kaza ve kadere iman konusuna temas eden ve yer yer ayrıntılı bilgiler veren birçok ayet vardır. Hadis kitaplarının “iman, enbiya, tevhid, cennet, cehennem, kader, kıyamet” gibi bölümlerinde, iman esaslarıyla ilgili çeşitli açıklamalar yer almaktadır. Bu sebeple de Kur’an ayetleri ile başta mütevatir hadisler olmak üzere sahih hadisler akaidin temel kaynaklarını teşkil eder. Duyu organlarının verileri ve akıl her ne kadar akaid ilminin kaynakları arasında ise de, bu ikisi doğrudan doğruya dinî prensiplerin ve iman esaslarının belirlenmesinde kaynak sayılmazlar. Akıl ve duyu organlarının verileri, daha çok ayet ve hadislerin belirlediği esasların açıklanması, yorumu ve ispatlanması konusunda malzeme oluştururlar, nakli desteklerler. Bu sebeple iman esaslarının belirlenmesinde tek kaynak vahiydir.

İslam akaidini oluşturan esaslar, hem kesin delile dayanmaktadır hem de apaçıktır. Zamana, mekana, fert ve toplumlara göre değişiklik göstermez. Bu hükümler bir bütün teşkil edip, bölünme kabul etmezler. Yani bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak söz konusu olamaz.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.