1-Nefs-i emmare
Nefs, gayr-i meşrû arzularını yapmaya hâkim ise emmâredir. Yusuf sûresinde, “Şüphesiz ki nefs, kötülüğü son derece emredicidir.” (Yusuf, 53) şeklinde mübalağa ile gelmiştir. Nefs, gayr-i meşru arzu ve isteğinin tesirinde mağlup olarak münkeri işliyor ve fiilin yasak olduğunu da biliyorsa bu nefs, emmâredir. Mesela kumar oynamanın, şarap içmenin haram olduğunu bildiği halde bunları işlemek gibi.
Nefs-i emmare ayet-i kerimede mübalağa sigası ile “emmaretün” şeklindedir. Kötülüğü şiddetli emreden manası vardır. Nefs-i emmarenin seyri ilallah olup Allah celle celaluhu’nadır. Alemi, şehadet alemidir. Mahalli, sadrdır. Hali meyildir. Dayanağı şeriattır.
Nefs-i emmare, echel-i eşya, aduvv-i ekber olup sinn-i kemale ermemiş etfal-i tarikdir. Himmet ve gayreti kendi nefsini helak etmek içindir.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir. ” 382
Nefsin efsununa ve mekrine aldanma ki nefis iki başlı ejderhaya benzer, seni helak eder. Aklını başına al ve bunu ganimet bil ki Rahmet kapısı açıktır. Tevbe, bineği acaip bir binektir ki bir lahzada insanı zeminden feleklere yükseltir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Senin düşmanlarının en düşmanı, en şiddetlisi iki tarafın arasında bulunan nefistir.” 383
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ancak tevbe ve iman edip iyi davranış ta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. ” 384
Sıdk ve ihlas ile ve bir daha işlememek şartı ile tevbe edenlerin tevbesi kabul edileceği gibi seyyieleri hasenata tebdil olunacaktır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ashab-ı kiram ile bir gazveden gelmişlerdi. Buyurdular ki: “Hayırlı bir geliş geldiniz. Küçük cihaddan büyük Cihada geldiniz.” Dediler ki: “Büyük cihad nedir ya Rasullallah?” Peygamberimiz cevaben şöyle buyurdular: “Kulun nefsi ve hevası ile cihad etmesidir.385
Nefs tezkiyesi için yapılan riyazatın dört esası vardır:
1- Az yemek (kıllet-i taam): İnsan nefsini azdıran şeylerin başında yeme içmede sınır tanımamak gelir. Yemek ve içmekten başka nimet bilmeyenin ilmi az, sıkıntısı çok olur. İrfan ehli kişiler az yemek ve az içmekle vücuttaki faydasız şeyleri atarlar. İnsanın ama sufli duyguları harekete geçiren yeme ve içme peşinde koşmak değil ulvi duygulara yardımcı olacak kadar yemektir. Nitekim Kur’ an’ da:
“Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” 386 buyurulur.
Hazret-i Peygamber ve ashabının çoğu zaman oruçlu bulunmaları, tasavvuf ve tarikat ehli için dayanak olmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem “İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter” 387 buyurmaktadır.
2- Az uyumak (kıllet-i nevrn): Az uyumak Allah’ a dönüşün ifadesidir. Çünkü uyku organları tembelleştirir. Az uyumak ise, kalbi cilalandırır nurlandırır. Az uyumak açlık ve az yeme sonucu elde edilir.
Cenab-ı Hak Teala peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor: “Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. 388
Hazret-i Peygamberin gelmiş geçmiş bütün günahlarının bağışlandığı halde gece az uyuyup kalan zamanını ibadetle geçirmiş ve bunu şükredici bir kul olarak yaptığını ifade buyurmuştur.
Kur’ an’ da geceleyin yatağından kalkıp Rablerine korku ve ümitle dua edenler övülür. Rasulullah Efendimize teheccüd namazı emredilmiştir.
3- Az konuşmak (kıllet-i kelam): Konuşmak insanın faziletidir. Fazlası ziyan, azı vakar ifadesidir. Az konuşan kınanmadığı gibi itibarı da çok olur. Çok konuşmak kişinin ayıplarını ortaya koyar ve küçültür, dilini tutanın günahları az, kalbi rahat olur.
Ukbe bin Amir, Rasul-i Ekrem’e ahirette felahın çaresini sorduğunda şu cevabı almıştı: “Dilini tut, evin geniş olsun ve günah ve hatalarına ağla.” 389
Allah insana iki kulak bir ağız verdiğine göre insanın iki dinleyip bir söylemesi esastır. Kur’an’ın ilk emri “oku” olduğuna göre konuşmak değil ilme sarılmak gerekir.
4- Halvet (Uzlet) ve Çile: Halvet tasavvuf ıstılahında tarikata giren bir müridin muayyen bir zaman sonra şeyhinin emriyle insanlardan uzaklaşarak tekkelerin çilehane veya halvethane denilen özel bir bölümlerinde de inziva hayatı yaşaması, kendini Hakka vermesidir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: (Bana ibadet etmesi için) Musa’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilave ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. 390
İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Rasulullah aleyissalatu vesselam buyurdular ki: “Kim kırk sabah Allah’a ihlaslı olursa kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar.” 391
“Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşırsa ben de ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak varırım.” 393
382 Yusuf Suresi, Ayet 53
383 Kenzul Hakaik, Beyhaki
384 Furkan Suresi, Ayet 70
385 El Hatib, tarihinde, Cabir radıyallahu anh’dan rivayet etti.
386 Araf Süresi, Ayet 31
387 Hadis-i Tirmızi
388 Fetih Suresi, Ayet 2
389 Hadis Buhari
390 Araf Suresi Ayet 142
391 Cami’us Sagır, Feyzu’l kadir 6
393 Müslim, İbni Mace, Edep: 58
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye; Sayfa (259-260-261-263-264-267)