Mekke’nin Fethi
Peygamberimizin Mekke-i Mükerreme’yi fethi (630)
Mekkenin Fethi Nasıl oldu.
Mekke Fethi hazırlıkları
Mekke fethi detaylı anlatım
اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَآدُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪يٓ اَعْلَمُ مَنْ جَآءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿﴾
“Kur’an’ı(n tilavetini, tebliğini ve gereğince davranmayı) sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere (Mekke’ye) döndürecektir. De ki, “Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”
(el-Kasas, 28/85
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ﴿﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ ﴿﴾ وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا
“Biz, muhakkak sana, apaşikâr bir fetih yolu açtık. (Bu), geçmiş ve gelecek günahını, Allah’ın bağışlaması, senin üzerindeki nimetini tamamlaması, böylece seni doğru yola iletmesi içindir. Ve Allah’ın, sana çok şerefli bir muzafferiyetle yardım etmesi içindir”
(Fetih, 48/1-3)
Mekke:
Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe’nin bulunduğu şehir. O Kâbe ki, “Çok mübarek ve âlemlere hidâyet olan Beyt’tir.” Mübârekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhî’nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmektedir. İlk banisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (s.a.v.)’dir. Zamanla kaybolan ancak temelleri baki kalan Kâbe’yi daha sonra Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail yeniden inşa etmişlerdir.
Kureyşliler’in Anlaşmayı Bozmaları:
Cenâbı Hak, bir sebep halketti: Hudeybiye Sulh Anlaşmasının bir maddesi, Kureyş’in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu. Bu haktan istifadeyle, muahede yapıldığı sırada, Huzaa Kabilesi, Hz. Rasûlullah’ın ahd ve emanına girerek Müslümanlar tarafında yer almış, Benî Bekir Kabilesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu.
Bu olay üzerine Amr b. Salim el-Huzâî yola çıkıp Medine’ye geldi. Rasûlullah’ın (s.a.v.) önünde durdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) mescidde ashabının arasında oturuyordu. Amr, O’na olan biten hadiseyi anlattı ve yardım istedi.
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi:
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), durumun biraz daha açıklığa kavuşmasını istiyordu. Bunun için, müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı göndererek şöyle dedi:
Ebû Süfyan’ın Aracılığı:
Ebû Süfyan yola koyulup Medine’ye geldi. Kızı Ümmü Habîbe’nin evine gitti. Oturmak için Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) yatağına doğru ilerle¬yince Ümmü Habîbe yatağı katlayıp ondan uzaklaştırdı. Bunu görünce: “Kızım, yavrum! Beni mi bu yataktan esirgedin, yoksa onu mu benden esir¬gedin?” diye sordu. O da: “Hayır, bu Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) yatağıdır. Sen ise pis bir müşriksin.” diye cevap verdi. Ebû Süfyan: “Vallahi, benden sonra sana bir şer isabet etmiş.” dedi.
Kendi kendine “Vallahi, ben bugünden daha zor, daha çetin bir gün görmedim!” diye mırıldanıp Hz. Ömer’in yanından ayrılan Ebû Süfyan, doğruca Hz. Osman’ın yanına gitti. “Ey Osman! Bu topluluk içinde akrabalıkta bana en yakın sensin. Ne olur, şu mütarekeyi yenile ve müddetini uzat! Çünkü sahibin seni hiçbir zaman reddetmez.” dedi.
Müslümanların Savaşa Hazırlanmaları:
Rasûlullah (s.a.v.) müslümanlara yol için hazırlanmalarını emretti. Ailesine de kendisi için hazırlık yapmalarını söyledi.
Hâtib’ın Kureyşlilere Haber Vermeye Kalkışması:
Bu sırada Hâtıb b. Ebî Beltea, Rasûlullah’ın (s.a.v.) kendilerinin üzerine yürüdüğünü haber vermek için Kureyşlilere bir mektup yazdı. Mektubu bir kadına verdi. Bunu Kureyşlilere ulaştırması için ona bir ücret ödedi. Kadın, mektubu başında saç örgüleri arasında gizledi. Sonra böylece yola koyuldu. Rasûlullah’a (s.a.v.) Hâtıb’ın yaptığı şey hakkında gökten haber ulaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali ile Zübeyr’i gönderdi. İbn-i İshak’ın dışındakiler: Ali, Mikdad ve Zübeyr’i gönderdi, diyorlar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara dedi ki: “Hemen gidin! Hâh bahçesine vardığınızda, yanında Kureyşlilere bir mektup götüren bir kadını hayvanı üzerinde bulacaksınız.”
Maksadı Belli Etmeme:
Peygamberimiz Kureyş müşriklerinin üzerine değil de Necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş intibaını vermek için, Ebû Katade Hazretlerini askerî bir birlikle İzam Vadi’si tarafına gönderdi. Böylece, Mekke tarafına değil de, Necid tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı.
Ordunun Toplanması:
O zamana kadar Medine etrafında İslâmiyetle müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da, “Allah’a ve âhiret gününe inanan, Ramazan başında Medine’de hazır bulunsun!” diye haber gönderdi.
Medine’den Yola Çıkış:
Rasûlullah (s.a.v.), İslâm orduları ile hicrî 8. yılı Ramazanı’nın on günü geçtikten sonra fetih için yola çıktı. Medine’de, Ebû Rühm Külsûm b. Husayn el-Gifarî’yi vekil bıraktı. İbn-i Sa’d ise, Abdullah b. Ümmi Mektûm’u vekil bıraktı, demektedir.
Ordunun Savaş Düzenine Girişi:
Kudeyd mevkiinde konaklayan Peygamber Efendimiz, burada ordusunu savaş düzenine koydu; sancaklar ve bayraklar bağlayarak, onları kabilelere ve kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi. Muhacirlerin üç bayraktarı vardı: Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas. Ensâr’ın ise, 12 bayraktarı vardı. İslâm Ordusu’nda ayrıca Eşca’ların bir, Süleymlerin de bir bayraktarı bulunuyordu. Orduda 14 de sancaktar vardı. Bunların üçü Müzeynelerin, ikisi Eşlemlerin, dördü Cüheynelerin, üçü Ka’b Oğullarının, ikisi ise Süleymlerin idi.
Ebû Süfyan b. Hâris’in Müslüman Oluşu:
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile yolda karşılaşanlar arasında, Ebû Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. Bu ikisi O’nunla Ebvâ’da karşılaşmışlardı. Biri amcasının, diğeri de halasının oğlu idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlarla karşılaştığında, kendilerinden gördüğü eza ve hicivler sebebiyle yüzünü çevirdi. Ümmü Seleme O’na dedi ki: “Amcanın oğlu ile halanın oğlu senin için insanların en şakisi olamazlar.”
Merrizzahrân’da Konaklama:
Rasûlullah (s.a.v.) Merruzzahrân’a varıp konakladığı zaman yatsı vakti gelmişti. Orduda bulunanlara ateş yakmalarını emretti ve on bin ateş yakıl¬dı. Hz. Peygamber (s.a.v.) gece nöbetçilerinin başına Ömer b. Hattâb’ı (r.a.) görevlendirdi.
Ebû Süfyan, Peygamberimiz’in Huzurunda:
Allah Teâlâ, Kureyşlilerin haber almasını engellemişti. Korku ve bekle¬yiş içindeydiler. Ebû Süfyan çıkıp haber toplamaya çalışıyordu. Onunla birlikte Hakîm b. Hizam ile Büdeyl b. Verkâ, söylentileri araştırmak için çıktılar.
Bunun üzerine Abbas ona şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Müslüman ol! Boynun vurulmadan önce Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed’in, Allah’ın Rasûlü olduğunu kabul et.” Nihayet Ebû Süfyan, hakkı kabul edip şehadet getirdi ve müslüman oldu.
Ensar’ın bayrağı Sa’d b. Ubâde’de idi. Ebû Süfyan’ın önünden geder¬ken ona dedi ki: “Bugün en büyük savaş günüdür. Bugün (Kâbe’de savaşın) helâl kılınacağı gündür. Bugün Allah, Kureyşlileri hor ve hakir kılacaktır!”
Mekke’ye Yürüyüş:
RasûluIIah (s.a.v.) yürüdü, yukarı tarafından Mekke’ye girdi. Burada ken¬disine bir çadır kuruldu. Peygamberimiz, Mekke’ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı:
Sağ kol… Kumandan, “Seyfullah” unvanının sahibi Hz. Hâlid b. Velid’di. Mekke’ye aşağı taraftan girecekti.
Üçüncü kol Sa’d b. Ubade kumandasındaydı ve Ensâr birliklerinden ibaretti. Seniyye tarafından şehre girecekti.
Bazı Mekkeliler’in Karşı Koymaya Çalışması:
Sonra Himâs, Handeme’de, Safvân, İkrime ve Süheyl b. Amr’a katıldı. Müslümanlar bunların yanlarına gelince, ok ve mızraklar atmaya başladılar. Müslümanlardan Kürz b. Câbir el-Fihrî île Huneys b. Halid b. Rabîa öldürüldü. Bu ikisi Halid b. Velid’in süvari birliğindeydiler. Ondan ayrılmışlar ve başka bir yol tutturmuşlardı. İkisi de öldürüldü. Müşriklerden ise on iki civarında adam öldürülmüştü. Müşrikler yenildiler. Silahlarını hazırlamış olan Himâs da yenilip kaçanlar arasındaydı. Evine girdi ve karısına dedi ki: “Ka¬pıyı üzerime kapa!” Karısı: “Hani dediğin nerede kaldı?” dedi.
Rasûlullah’ın (s.a.v.) bayrağı Hacûn’da, Mescid-i Feth’in bulunduğu yer¬de dikildi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Kâbe’de:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) kalktı. Rasûlullah (s.a.v.) Zituva’ya gelince, bineği üzerin¬de, başında Yemen işi bir Sarığıyla bulunuyordu. Başını Allah’ın hu¬zurunda eğmiş, fethi kendisine nasib etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildiriyordu. Öyle ki, neredeyse sakalının ucu hayvanın yelesine değiyordu.
Bu sırada Kureyşliler sıra sıra Mescid-i Haram’a doluşmuşlar, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ne yapacağını gözlüyorlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekkelilerle:
Hz. Peygamber (s.a.v.) kapının sövelerine tutundu. Kureyşliler kapı altında idiler. Şöyle buyurdu:
“Allah’tan başka ilâh yoktur. O yegânedir, O’nun ortağı yoktur. O, vadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. Bütün düşmanları tek başına boz¬guna uğrattı. İyi bilin ki, cahiliye çağına ait her şey, mal ve kan davaları, Beytullah’ın perdedarlığı ile hacılara su dağıtma âdetleri dışında hepsi de şu iki ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. İyi bilin ki, kamçı ve sopa ile yapılan yarı kasıtlı (şibhu’1-amd) hatâen adam öldürmenin ağır bir diyeti vardır. Bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları olmak şartıyla yüz devedir.
Kâbe’nin Anahtarları:
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Mescid-i Haram’da oturdu. Hz. Ali O’na doğru geldi. Kâbe’nin anahtarı elindeydi. Dedi ki: “Yâ Rasûlallah! Kâbe perdedarlığı (hicâbe) ile hacılara su dağıtma (sikâye) işini bize ver. Allah’ın selâ¬mı üzerine olsun.” Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu: “Osman b. Talha nerede?” Çağırdılar, geldi. Ona şöyle dedi: “İşte anahtarın ey Osman. Bugün iyilik ve vefa günüdür.”
Bilâl-i Habeşî’nin Kâbe’de Ezan Okuması:
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Bilâl’e, Kâbe’nin üzerine çıkıp ezan oku¬masını emretti. Bu sırada Ebû Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hi¬şâm ve Kureyş’in ileri gelenleri Kâbe avlusunda oturuyorlardı. Attâb dedi ki: “Allah (babam) Esîd’e lütfetti de duyduğunda hiç hoşlanmayacağı şu sesi ona işittirmedi.” Haris şöyle dedi: “Vallahi, O’nun gerçek peygamber olduğunu bilseydim muhakkak kendisine tâbi olurdum.” Ebû Süfyan ise şöyle dedi: “Vallahi, ben hiçbir şey söylemeyeceğim. Eğer konuşursam şu çakıl taşları bile söylediklerimi haber verirler.” İşte bu esnada Hz. Peygamber yanlarına çıkıp geldi ve onlara dedi ki: “Ben sizin söylediklerinizi biliyorum!” Sonra konuşulanları aynen onlara tekrarladı. Haris ve Attâb o zaman dediler ki: “Biz şahitlik ederiz ki sen, Allah’ın Rasûlü’sün! Vallahi, bu söylediklerimi¬ze, hiçbir kimse yanımızda bulunup da vâkıf olmadı ki, o sana haber verdi diyelim!”
Fetih Namazı:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin evine girdi ve gusül yaptı. Onun evinde sekiz rekât namaz kıldı. Kuşluk vaktiydi. Bu yüzden bazıları bu namazın, kuşluk namazı olduğunu zannettiler. Hâlbuki bu, fetih namazı idi. Bundan böyle müslüman komutanlar bir kaleyi, bir şehri fethettikleri zaman, Rasûlullah’a (s.a.v.) uymak için fetihten hemen sonra bu namazı kıldılar.
Öldürülmeleri Emredilen Mekkeliler:
Fetih tamamlanınca Rasûlullah (s.a.v.), dokuz kişi dışında bütün insanla¬ra emân verdiğini açıkladı. Bu dokuz kişinin ise, Kâbe’nin örtüsü altında bu¬lunsalar bile öldürülmelerini emretti. Onlar şunlardı: Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh, İkrime b. Ebî Cehil, Abdüluzzâ b. Hatal, Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Makîs b. Subâbe, Hebbâr b. Esved, İbn-i Hatal’ın şarkıcı iki kadın kölesi -bunlar Rasûlullah (s.a.v.) hakkında hicivler içeren şarkılar okurlardı-, Abdülmuttaliboğullarından birinin azatlısı olan Sâre.
İbn-i Hatal, Haris ve Makîs ile iki şarkıcı kadından biri öldürüldüler. Makîs, müslüman olmuş, sonra dinden çıkıp (kardeşini yanlışlıkla öldüren sahabî Evs b. Sâbit’i) öldürüp müşriklere katılmıştı. Hebbâr b. Esved’e gelince; bu, Rasûlullah’ın (s.a.v.) kızı Zeyneb’in Medine’ye hicreti sırasında karşısına çıkmış, mızrakla vurup onu bir kaya üzerine düşürmüş ve karnındaki çocuğu düşür¬mesine sebep olmuş ve kaçmıştı. Daha sonra müslüman oldu, iyi de müslü¬man oldu.
Hz. Peygamberin Konuşması:
Fetih’in ertesi günü olunca, Rasûlullah (s.a.v.) insanlar arasında ayağa kalkıp konuştu: Allah’a hamd ve senada bulunup O’nu lâyık olduğu biçimde övdükten sonra dedi ki:
İyi biliniz ki, vâris için vasiyete lüzum yoktur. Ayrı din sahipleri birbirlerine vâris olamazlar.
Parmakların her birisinde diyet, 10’ar 10’ar devedir. Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
Sizi, iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur. Ben size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!”
Rasûlullah Mekke’de Kalacak mı?
Allah Teâlâ; Rasûlü’nün şehri, vatanı ve doğum yeri olan Mekke’nin fethini kendisine nasip edince, Ensar aralarında şöyle konuştular: “Ne dersiniz, Allah, Rasûlullah’a (s.a.v.) şehri ve vatanı olan Mekke’nin fethini nasib edince artık orada mı kalır?” Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sırada ellerini kaldır¬mış Safa tepesinde dua ediyordu. Duasını bitirdikten sonra “Ne diyordunuz?” diye sordu. “Bir şey yok, ya Rasûlallah!” dediler. Ama çok geçmeden konuşulanı kendisine söylediler. O zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Al¬lah korusun; hayatım sizin hayatınızladır, Ölümün sizin ölümünüzledir.”
Bazı Mekkeliler:
Rasûlullah (s.a.v.) Beytullah’ı tavaf ederken, Fudâle b. Umeyr b. Mülevvih O’nu öldürmeyi tasarladı. Ona doğru yaklaştığında Hz. Peygamber (s.a.v.): “Sen Fudâle misin?” diye sordu. “Evet, ya Rasûlallah!” dedi. Peygamberi¬miz: “Kalbinden ne geçiriyordun?” diye sorduğunda Fudâle: “Hiçbir şey, Allah’ı zikrediyordum.” cevabım verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) gülümsedi ve: “Allah’tan bağışlanmanı dile.” buyurdu. Sonra elini onun göğsüne koyunca kalbi yatıştı. Fudâle derdi ki: “Vallahi, Rasûlullah (s.a.v.) elini göğsümden kal¬dırdığı zaman, benim için Allah’ın yaratıkları arasında O’ndan daha sevgili olan hiçbiri yoktu.”
Harem Sınır Taşlarının Yenilenmesi:
Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.), Temîm b. Esîd el-Huzâî’ye emrederek, ha¬rem sınırlarını işaretleyen taşları yenilettirdi.
Putların Yıktırılması:
Rasûlullah (s.a.v.), Kâbe çevresindeki putlar için birlikler gönderdi. Bu put¬ların hepsi kırılarak yok edildi. Lât ve Uzzâ ile bir üçüncüsü olan Menât da bunlardandır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) münadisi Mekke’de şöyle bağırdı: “Kim, Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa; evinde hiçbir put bırakmasın, hepsini kırsın!”
Mekke’lilerin Peygamberimiz’e Biatı:
Rasûli Kibriya Efendimiz, umumî af ilân ettikten sonra, Safa Tepesine çıkıp orada Kureyşlilerin bîatını kabul etti. Seneler önce aynı tepede peygamberliğini açıktan ilân edip muhalefetle karşılaşırken, şimdi aynı tepe üzerinde aynı kimselerden İslâmiyet üzere biat alıyordu.
Erkeklerin Allah’a iman, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihad üzerine yaptıkları biatı, kadınların biatı takib etti.
Kureyş kadınlarından bir grup oraya toplanmıştı. Aralarında Hint binti Utbe de vardı. Yüzünü kapatarak kendisini gizliyordu. Zira Hz. Hamza (r.a.)’ya ettiğinden utanıyordu. O’na biat için yaklaşınca Rasûlullah (s.a.v.):
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere bana bey’at edecek¬siniz.” Hind ise:
“Sen bize, erkeklere yüklemediğini yükledin. Ama biz onu yapacağız.” dedi. Rasûlullah:
“Hırsızlık da yapmayacaksınız.” bu¬yurdu. Hind yine:
“Yâ Rasûlâllah, Ebû Süfyân pinti ve cimri bir adam¬dır. Ben onun malından haberi olmadan birşeyler alırdım. Bil¬mem ki, bu bana helâl mi olur, haram mı?” Ebu Süfyân da ora¬da bulunup onun dediklerini işitiyordu. “Senin geçmişte çaldıkların tarihe karıştı.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
“Sen demek Utbe’nin kızı Hind misin?” deyince, “Evet ben Hind binti Utbe’yim.” diye cevab verdi. “Geçmiş hâllerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın.” Yine Rasûlullah (s.a.v.):
“Zina da etmeyeceksiniz” buyurdu. Hind de: “Hür kadın zina eder mi?” diye cevab verdi. Rasûlullah:
“Evlâdlarınızı da öldürmeyeceksi¬niz” dedi. Hind de: “Biz onları küçükten eğitip büyüttük. Biliyorsun, onları büyümüşken sen Bedir’de öldürdün.” Ömer bu söze öyle güldü ki, sırtüstü düşecekti. Rasûlullah (s.a.v.):
“İftira da etmiyeceksiniz. Yani asılsız şeyi uydurmayacaksınız.” Hind ise; “İftira gerçekten çirkin birşey, tecavüzlerden daha be¬ter.” Yine O:
“Mâruf olan hususlarda bana âsi olmayacaksınız” buyurdu.
Buhârî’nin Âişe (r.a.)’den rivayetine göre demiştir ki: Rasûlullah kadınlardan, ancak; “Allah’a birşeyi ortak koşmasınlar…” âyetini tekrarlayarak sözlü biat alırdı. Yine der ki, “Rasûlullah, helâli olanlardan başka bir kadının elini tutmamıştır.”
Bedevinin Titremesi:
Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havasının neşesi hâkimdi. Bu sırada bir bedevinin Peygamberimiz’in yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın heyecan ve haşyeti altında bedevi tir tir titriyordu. Durumu fark eden Rasûl-i Kibriya, “Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim; ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum.”
MEKKE FETHİNDEKİ YÜCE HİKMETLER
Hudeybiye barışı, bu büyük fethin öncesinde bir başlangıç ve bir hazır¬lıktı. Bu barış sayesinde insanlar birbirine güven duydular ve birbirleriyle ko¬nuştular, İslâm dini hakkında tartışma yaptılar. Mekke’deki imanlarını giz¬leyen müslümanlar dinlerini açığa vurma, ona çağrıda bulunma ve onun üze¬rinde tartışma yapma imkânı buldular. Bu barış sebebiyle büyük bir insan kitlesi İslâm’a girdi. Bu yüzden Allah Teâlâ, şu âyetinde onu bir fetih olarak isimlendirdi: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih verdik.” Hudeybiye ba¬rışı hakkında bu âyet nazil olunca Hz. Ömer (r.a.): “Bu bir fetih midir, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: “Evet!” buyurdu. Allah Teâlâ Hudeybiye’yi fetih olarak anısını tekrarladı ve: “Allah, Rasûlü’nün rüyasını doğru çıkardı…” diye başlayan âyetin “Allah sizin bilmedi¬ğinizi, bilir. Size bundan başka yakın zamanda bir fetih verecektir.” kısmında böyle andı. Büyük olayların öncesinde, onlara bir giriş ve işaret niteliğinde mukaddimeler takdim etmek Allah Teâlâ’nın âdetidir. Nitekim Hz. İsa ve babasız yaratılışı kıssasının öncesinde, Hz. Zekeriyya kıssasını ve onun durumundakilerin çocuk sahibi olamayacağı kadar yaşlı oluşuna rağmen ona çocuk verişini anlatmıştır. Yine kıblenin neshedilmesinin öncesinde Kâbe’nin tarihini, yapılışını ve hürmete lâyık oluşunu, isminin yüceltilişini; sonra yapıcısını ve onun hürmet ve medhe lâyık oluşunu anlattı ve bütün bunlardan önce neshi, onu gerektiren hikmetini ve onu kuşatan kudretini zikret¬mek suretiyle bir ön giriş yaptı. Uyanık halde iken vahyin gelmesinden önce Rasûlullah’ın (s.a.v.) uykusunda gördüğü salih rüyalar da, aynı şekilde bir mu¬kaddimedir. Hicret de cihad emri öncesi yine bir mukaddimedir.
En Büyük Fetih:
Büyük fetih; Allah’ın kendisiyle dinini, Rasûlü’nü, ordusunu, güvenilir taraftarlarını yücelttiği ve kendisiyle, âlemlere hidayet sebebi kıldığı beytini ve beldesini kâfirlerin ve müşriklerin ellerinden kurtardığı bir fetihtir. Bu fetih sebebiyle insanlar, akın akın Allah’ın dinine girmişlerdir. Yeryüzü bunun sebebiyle aydınlanmış ve parlamıştır.
Rasûlullah (s.a.v.) Mekke’nin Fethindeki Üstün Stratejisi:
Bir askerî sefer için geniş hazırlıklar yapıl¬maya başlandı. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.), niyet ve kararının ne tarafa olduğunu hiç kimseye açıklamadi. Bu sır, o kadar titizlikle saklandı ki, Hz. Ebû Bekr gibi seçkin sahabilerin, Ezvâc-ı Nutahharât’ın bile haberleri yoktu. Di¬ğer Müslümanlar da tabiatiyle aynı şekilde bilgisiz¬diler. Aynı zamanda, az sonra göreceğimiz gibi toplanan gönüllü askerler on bin kadar olmuşlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v.), fiilen bir büyük se¬fere çıktığı zaman, sadece gideceği yeri değil, aynı zamanda ordusunun hakiki büyüklük ve kuvvetini de saklamak istemiştir. İşte, bu sebeple, Hz. Peygamber (S.A.}, beklenen birçok gönüllünün Medine’de toplanmamalarını, an¬cak Mekke’ye doğru hareketinde yol boyunca kabi¬lelerinin bulundukları yerlerden geçtikçe kendisine iltihak etmelerini emretti. Bu strateji o kadar muvaffak oldu ki Kureyşliler, Müslüman Ordusu Mekke civarındaki dağlar arkasına ordugâhlarını kurunca¬ya kadar onların harekete geçtiklerine dair zerre ka¬dar bir haber elde edememişlerdir.
Cenâb-ı Hak da Müslümanlara lütfunu esirgemedi. Ebû Sufyân, Mekkelilerin bu en büyük ku¬mandanı, aynı gece Müslüman keşif kıtalarının eline düştü. Bunun neticesi, Mekke ahâlisi ne yapacağını bilmez hale geldi.