Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Beklenen Misafir: Üç Aylar

0 120

Dünya tüm ziynetiyle bizlerin gözünü süslediğinde, kalbimizde duygularımız iflas ettiğinde, rikkat-i kalbin yerini salabet, haşyetin yerini gaflet, tefekkürün yerini mâsivâ, tevazuun yerini tefahür, uhuvvetin yerini enaniyet, ikram ve infakın yerini cimrilik zabtettiğinde..

İbadetin sefası gönüllerde sararıp solduğu, iblisin mekr ve tuzaklarının tüm köşe başlarını tutmaya meylettiğinde, susuz kalmış çorak ruhların imdadına feyiz sağanakları yağdıracak, tekrar ubudiyet filizlerine neşv-ü nema sağlayacak, rahmet pınarlarını coşturacak ilahi bir esinti dolaşmaya başlar yüreklerimizde…

Bizleri gafletten uyandırmak, yaratılış gayemizi hatırlatmak, ibadetin zevkini yüreklere tattırmak için firuze kâselerde badeler sunulur müstakim yolda sebat etmek isteyenlere, âlemlerin efendisini yegâne kılavuz seçtikleri halde onun izini şaşıran bizlere, düz yolda tökezleyenlere, gözleri ufukta ki hedefe bakarken ayak uçlarında ki çukurlara düşenlere, tekrar dirilmek, dikenli yollardan baharın muştusunun her yönde çınladığı has bahçelere girmek isteyenlere…

İstemenin Esrârı
Vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi. (Eğer ne hâhî dad, ne dadi hâh.)

Buyrulur bir kelâm-ı kibarda.. Bilinmek için yaratan Mevla Teâla, ihsan etmek için yakarmamızı ister. İstedikçe değer kaybedilen kul kapılarına rağmen, istedikçe kıymet kazanılır, yalvardıkça ihsan edilir, her münâcaata “lebbeyk” buyrulur, yüceler yücesinin dergahında..

(Rasûlüm!) De ki: Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Furkan: 77) buyuruyor Mevlâ Teâla.. Nefis ve şeytan kıskacında künde üzerine künde yiyen kul, her düştüğünde acziyetini ifade ederek boynu bükük gözü yaşlı, sığınacak yer aradığında ilahî rahmetin kanatları altında, aziz bir misafir olarak karşılanır, kusurları bağışlanır, ak pâk edilir, seyyiâtı hasenata tebdil edilir. Öyleyse İlahi rahmete mazhar olmanın şifresi, kalbin en derin dehlizlerinden taşan bir duyguyla acziyetini ifade etmek ve kulluğu itiraf etmektir bu kapıda.

“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9) buyuruyor Âlemlerin Efendisi, her cephesi kusurlu, her cenahı hatalarla sarılmış bizleri müjdeliyor ve insanın yaratılışında ki hikmet sırrının perdesini aralıyor bizlere.

Günah işlemek, ve tövbe etmek.. Onun gazabından rahmetine sığınmak, azabından korkup, rızasını ümit etmek, düştükten sonrayı kalkmayı öğrenebilmek, görmeden görürcesine sevmek, icabetini duyarcasına niyazlarda bulunmak. Tüm bunlar yaratılış gayemiz. Ola ki insan bu hasletlerini kaybetse, günah işlemeyen, hataya düşmeyen, meleklerin tabiatına bürünse, yaratılışında ki gaye ve fıtratı değişecek.

İşte içinde bulunduğumuz üç aylar ihsan ve bahşişin sağanak sağanak yağdığı, bizlerden kulluğun itirafı ve acziyetin karşılığında ikram hazinelerinin sonuna kadar açıldığı kutlu bir mevsimdir.

Hasretle Beklenen Üç Aylar
Üç Aylar… Tatlı bir telaş alırdı Asr-ı Saadetin Efendisini, o yaklaştığında. Dualar dökülürdü inciler gibi berrak berrak… Her gecesi ayrı vuslat her gündüzü farklı hayat olurdu o geldiğinde. “Allah’ım bizim hakkımızda Receb ve Şaban’ı mübarek eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır” niyazlarında bulunurdu. Üç aylar, sadece bir zaman diliminden ibaret değildi, Ay ve Güneş’in hareketlerinden, Dünya’nın deveran etmesinden ibaret değildi onun nazarında.

Üç aylar, yolları hasretle beklenen, vuslatına iştiyak duyulan bir dost bedeniyle tecessüm ederdi Kâinatın Efendi’sinin pak ruhunda. Kıymet ve itibara şayan bir misafir gibi tazimle ağırlanırdı onun nur sofralarında.

Bir misafir düşünün Müminler! Heybesinden hediyeler saçılıyor. Öyle bir kese bahşediyor ki, dilediğin senin oluyor, rağbet ettiklerine kavuşturuyor, dâreyn saadetleri lütfediyor. “Reğaib” adını veriyor bu uçsuz bucaksız deryalar bahşişine… Daha ilk cumasında, ayak basar basmaz arınalım, manevi atmosferine giriftar olalım, bizlere veda ettikten sonra içine düştüğümüz girdaptan sıyrılıp çıkalım diye cömertçe, hesap etmeden saymadan sınırlamadan rahmetiyle ıslatıyor tüm yıkanmak isteyen gönülleri.

“Recep Allah’ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ümmetimin ayıdır” buyuruyor ya Efendimiz.. Kainatta onun dışında kimseye tattırmadığı ru’yet nimetini, vuslat zevkini kendi ayında tattırıyor Habib’ine, Alemlerin Rabbi Allah zü’l-celal Hazretleri. Receb-i Şerifin yirmi yedinci gecesi, uruc ediyor bütün inananların yürekleri, manevi miraçlarla eşlik ediyorlar Âlemlerin Efendisine, veda ederken kıymetli misafir bir hediye daha bırakıyor böylece. Bidayetinde arındırıyor, nihayetinde terakkîler ihsan ediyor. Ne güzel dost ne muazzez yolcu…

Giderken bırakmıyor ellerimizi, yaban ellerde terk etmiyor sevenlerini, Habibinin ayına teslim ediyor, bir vuslattan diğerine, bir ummandan başka bir deryaya gark ediyor arınmış bedenleri… “Allah Resûlü, Şaban ayının tamamını neredeyse oruçlu geçirirdi.” buyuruyor, mü’minlerin annesi Hazret-i Aişe. “Şaban ayı iki mübarek ayın arasında kaldığından çoğu kimsenin kıymetini idrak etmekten gafil kaldığı bir aydır” buyurarak ona gösterdiği ihtimamın sebebine işaret ediyor Efendimiz. Yeni bir dost, yeni bir sevgili çalıyor mü’minlerin kapısını ve beraberinde getirdiği ihsanlar şanına layık, rahmet peygamberinin ayı olduğunu tam anlamıyla ifade etmekte.. Tam On beşinde mağfiret dalgaları kopuyor inananların gönül sahillerinde. Islanmamak ne mümkün… Allah’a ve Resulüne îman eden ve Ebeveynini razı eden kim varsa nurdan berâtını teslim ediyor ellerine… Ne büyük bir ihsan, ne cömert bir misafir…

Ve tüm bu hazırlıkların neticesi… Beklenen misafirin göz kamaştıran ışıltıları tepenin ötesinden belirmeye başlıyor, “Af” gecesi evrildiğinde… Sertleşmiş kalplerden eser kalmamış, âb-ı hayat pınarında yıkanmış tüm kasvetler, gözler buğulu, yürekler hazır bekleşiyor mü’minler kendi aylarını, vakit tamam gelsin diye On bir Ayın Sultanını…

Bir imsak vakti, tahtını kuruyor gönül saraylarına Sultan… Ama onun gelişi farklı, gayb perdeleri kaldırılmış, hissedercesine dokunuyorsun, müşahhaslaşarak seyran ediyor orta yerde. Nereye bakarsan onu görüyorsun, yerle gök arasını sarıyor nurları ayan beyan… saklamıyor kendini bu kutlu misafir.. Nüzul ediyor bütün mü’minlerin gönüllerine… Onlara tahsis edildiğini aşikâr ediyor her dem.

Sedeflerin en nadide incilerini sunarcasına, güllerin en güzel raihalarını saçarcasına, kırk pare ipekler içinden sakal-ı şerifin teşrif ettiği gibi, bu kutlu misafir en değerli hediyesini son On gününde sunuyor… İbadetle geçirilen bin aydan daha hayırlı “Leyle-i Kadirini” mü’minlerin arayışını temaşa etmek için beyan etmiyor Hikmet-i İlahî. “son on günün tekli günlerinde ve yirmi yedinci gecesi kuvvetle muhtemel” buyurarak ipuçları veriyor tehayyura düşen gönüllere alemlerin Efendisi Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem..

İşte bizler, bu kutlu misafirlerin seyr-ü seferlerinin arefesinde onları beklerken, yaralı yüreklerimizin ıslahını bu vesile ile temenni ediyoruz. Âmin!

kaynak : Sıla Derneği / Malatya

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.