HZ. ABDULLAH İBN REVÂHA (r.anh)
Sahâbenin büyüklerinden ve Ensar’ın ileri gelenlerinden olan Abdullah Medine’de doğdu. Hazrec kabilesine mensup olup ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. İkinci Akabe gününde müslüman olmuş ve kabilesini temsilen Peygamberimize bey’at etmiştir.Hicret günü Rasûlullah’a mihmandarlık etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved’i kardeş edindi. Aynı zamanda o, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kâtiplerindendi.
Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine katıldı. Hudeybiye barışı ve Umretu’l-Kaza seferlerinde peygamberimizin yanında yer aldı. Bedir savaşının zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine’ye ulaştırdı. Bedru’l-Mev’id gazasında Rasûlullah’ın Devlet Başkanlığına vekâleten Medine’de kaldı. Hicretin 6. yılında (627) üç kişilik heyetin başkanı sıfatıyla Hayber’e gitti. Yahudilerin başkanı Üseyr b. Zârim’in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını gördü. Hayber’de üç gün kaldı. Dönüşünde gördüklerini Hz. Peygamber (s.a.s.)’e aktardı.
Yine aynı yılın Şevvâl ayında Hayber’e elçi olarak gönderildi. Yanında bulunan otuz kişiyle birlikte Hayber’e vardı. Üseyr b. Zârim ile gõrüştü. Allah Rasûlü’nün kendisini Hayber’e vali yapacağını, Medine’ye gelmesi halinde kendisine ikrâm ve ihsânda bulunacağını bildirdi. Üseyr, bu teklife memnun oldu, valiliğe heveslendi. Yanına aldığı otuz kişiyle birlikte yola çıktı. Yolda, sahâbeden Abdullah b. Üneys’in kılıcına el atarak onu öldürmek istedi. Abdullah, bunun ahde vefasızlık olduğunu bildirdi. İkinci kez yine Abdullah’ın kılıcına el attı. Bu durum karşısında Yahudilerden yirmidokuz kişi kılıçtan geçirildi. Bir kişi kaçıp kurtuldu.
Hz. Peygamber’in Basra hükümdarına gönderdiği elçinin Şam valisi Şurahbil tarafından öldürülmesi olayıyla ilgili olarak hicretin 8. yılında bir ordu hazırlandı. Bu ordunun komutasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamada bulundu: “Cihada çıkacak şu insanlara Zeyd b. Hârise’yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise şehid olursa, yerine Ca’fer b. Ebi Talib geçsin, Ca’fer b. Ebi Talib de şehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin. Abdullah b. Revâha şehid olursa, müslümanlar, aralarından uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsınlar.”Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düşman ordusunun gücü ve sayıca çok oluşu Müslümanları endişelendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektiği konusunda istişâre yaptı. Abdullah b. Revâha, Rumlar’la çarpışmaktan yana olduğunu bildirdi. Müslümanlar, Mûte’de savaş düzeni aldılar, çarpışmaya başladılar. Zeyd b. Hârise, vücudu mızraklarla delik deşik oluncaya kadar savaştı. Ve şehid oldu. Sancağı Ca’fer aldı. O da savaştı, şehid oldu. Ca’fer’den boşalan sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir mızrak darbesiyle yaralandı ve o da şehid ,oldu (629).
Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre, Mûte şehidleri İbn Hârise, Ca’fer ve İbn Revâha’nın şehâdet haberi geldiğinde Rasûlullah (s.a.s.) Mescid’ te oturmuştu. Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sırada Rasûlullah’a birisi geldi ve “Ca’fer’in kadınları ağlaşıyorlar” dedi. Rasûlullah ondan kadınları çığlık atmaktan alıkoymasını söyledi. Adam gitti, ancak kadınlar ona itaat etmediler. Geriye gelip kadınların hâlâ ağlaştıklarını Rasûlullah’a söyledi. Üçüncü defa gelişinde Rasûlullah şöyle buyurdu: “Hadi git bu kadınların ağızlarına, yüzlerine toprak saç.”
Hz. Abdullah b. Revâha Mûte’ye giderken evliydi, fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir şâirdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı onu savunan şiirler yazdı. İbn Revâha, Ka’b b. Malik ve Hassan b. Sâbit müslümanların şâirleriydi. İlk İslâmî şiirleri onlar yazdı. Onlar hakkında Şuarâ sûresinde şöyle buyrulur: “Şâirlere sapıklar uyar. Onların her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip salih ameller işleyenler Allah’ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zâlimler, yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir.” (Şuarâ, 26/224-227).
Allah’ı çok zikreden işte yukarda bahsedilen hicivci üç sahâbidir. Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak “Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir” buyurmuştur.
Abdullah, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi sorulduğunda şöyle demişti: “Benim dünyaya karşı sevgim, sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem’den (s.a.s.) Meryem sûresi yetmişbirinci “İçinizden hiç biriniz hariç olmamak üzere mutlaka hepiniz Cehennem’e varacaksınız” âyetini işitmiştim. Âyette bahsolunan Cehennem’e uğradığımda halim nice olur? diye düşündüğümden ağlıyorum.” Uğurlayanlardan bazıları onu teselli ederek, “Cenab-ı Hak sizleri korusun, düşman şerrini sizden uzaklaştırarak sağ salim dönmenizi nasib etsin.” demişler, bunun üzerine Abdullah şu şiiri söylemiştir:
“Günahkârım fakat ben Af isterim
RabbimdenYa da kanımı dökecek bir vuruş isterim.
Kılınç ya da mızrakla deşilip çıkmış ciğerim.
Ta ki beni gören samimice desin
Şu savaşçıya Allah rahmet eylesin.”
Yine Mûte’de ordu komutasını eline alırken şu şiiri söylemiştir:
“Nefsim bir isteksizlik var sende
Savaşacaksın dilesen de dilemesen de
Hani çoktandır yoktu sende ölüm korkusu
Ca’fer, ne güzel geliyor Cennet kokusu .”
Hicret’in yedinci yılında Hz. Peygamber Umre için Mekke’ye girerken yanında Abdullah İbn Revâha da vardı ve şu şiiri söylemekteydi.
“Çekilin kâfirler nebinin yolundan bugün,
Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmiştiniz dün,
Öyle bir vuruş ki ayırır gövdeden başı,
Hatırlatmaz insana ne dost ne arkadaşı.”
Bunun üzerine Hz. Ömer ona: “Ya Abdullah, Harem’de Allah’ın Rasûlu’nün huzurunda mı böyle karşıdakileri çatışmaya tahrik eden şiiri söylüyorsun?” demiş, Rasûlullah da: “Bırak ya Ömer söylesin. Vallahi Abdullah’ın sözleri bu kâfirlere ok yarasından daha fazla tesir eder” buyurmuştur.
Rasûlullah, İbn Revâha için “Kardeşiniz şüphesiz bâtıl söz söylemez” buyurmuş, bâtıl sözler dışındaki şiirlerde hikmet ve yarar vardır demiştir.