Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Yûsuf Aleyhisselâm

0 79

Yûsuf Aleyhisselâmın Soyu:

Yûsuf b. Yâkub, b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır.[1] Yûsuf Aleyhisselâmın annesi: Râhıl bint-i Leban´dır. [2]

Yûsuf Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
Yûsuf Aleyhisselâm; ak tenli, güzel yüzlü, kıvırcık saçlı, büyük gözlü, ince bu­runlu, kalın pazulu, kalın bacaklı, düz karınlı, düz göbekli idi ve yanağı, benli ıdi. [3]

Yûsuf Aleyhisselâm, suretçe, Âdem Aleyhisselâmı andırırdı.

Yüzü, güneş gibi parlardı. [4]

Kendisine, güzelliğin yarısı verilmişti[5]

Yûsuf Aleyhisselâmın Başına Gelenler:

Yûsuf Aleyhisselâm, annesi Râhıl´den doğunca, babası, baksın diye, onu, Ha­lasına vermişti.

Yûsuf Aleyhisselâmın ilk ibtilâsı, İshak Aleyhisselâmın kızı olan bu halası ile

başladı.

Yıllar, geçmiş, Yûsuf Aleyhisselâm, gezer dolaşır olmuştu.[6]

Babası da, Halası da, Yûsuf Aleyhisselâmı, son derece seviyorlardı. [7]

Yâkub Aleyhisselâm; kız kardeşine:

“Ey kardeşim! Yûsuf´u, artık, bana teslim et!

Vallahi, onun, benden bir saat bile uzak kalmasına dayanamıyorum dedi.

Kız kardeşi de:

“Vallahi, ben de, onu, bir saat bile terk edemem!” diyerek red cevabı verdi.

Yâkub Aleyhisselâm, Yûsuf Aleyhisselamı, almak için, ısrar edince, kız kardeşi:

“Bari, onu, bir kaç gün, benim yanımda bırak ta, belki, bu, beni teselli eder.”

dedi. [8]

Yâkub Aleyhisselâm, onun yanından çıkıp gittikten sonra[9], Hala hanım, Ishak Aleyhisselamın büyük çocuğu olması dolayısıyla yanında bulundurduğu ku­şağını, Yûsuf Aleyhisselamın -elbisesinin altından- beline, bağladı. Sonra da:

“Kuşak, kayboldu, bakınız! Onu, kim almış?” dedi.

Ev halkının üzerleri aranınca, kuşak, Yûsuf Aleyhisselamın yanında (belinde bağlı) bulundu. [10]

Onların mezhebine göre: hırsızı, mal sahibi, tutar, hiç kimse, kendisine itiraz­da bulunamazdı. [11] Bunun için, Hala hanım:

“Vallahi, ben, Yûsuf hakkında, istediğimi, yapabilirim!” dedi.

Yakub Aleyhisselâm gelince, hâdiseyi, ona da, anlattı.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Yûsuf, şayet, böyle bir şey yapmışsa, O, sana, teslim edilmiş olur. Benim elim­den bir şey gelmez!” dedi. [12]

Hala hanım da, ölünceye kadar, Yûsuf Aleyhisselamı, yanında tuttu.

Yâkub Aleyhisselâm, ancak, onun ölümünden sonra, Yûsuf Aleyhisselamı, ya­nına alabildi. [13]

Yûsuf Aleyhisselâm, Yâkub Aleyhisselâma, oğullarından, en sevgilisi idi.

Yûsuf Aleyhisselamın annesi Râhıl da, Yâkub Aleyhisselâma, kadınlarından, en sevgili olanı idi. [14]

Yûsuf Aleyhisselamın, üvey annelerinden doğma kardeşleri, Babalarının, Yû­suf Aleyhisselamı, gerek çocukluğu ve gerek gençliği çağında böyle çok sevdiğini ve onun üzerine titrediğini gördükçe, onu, kıskanmağa başladılar. [15]

Yûsuf Aleyhisselamın kardeşleri ile olan ibretli kıssası, Kur´ân´ı Kerimde de, genişçe anlatılır. [16]

Yûsuf Aleyhisselâm, rü’yasinda, on bir yıldızla güneş ve ay´ın, kendisine, sec­de ettiklerini görüp bunu, babasına anlatmıştı. Yâkub Aleyhisselâm, ona:

“Ey Oğulcuğum! Rü’yanı, kardeşlerine, anlatma! Sonra, sana, tuzak kurarlar.

Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir düşmanıdır!” demiş[17], rü´yâsını yormuştu. [18]

Yâkub Aleyhisselâmın karısı Leyya hatun.Yûsüf Aleyhisselâmın, Babasına söy­lediklerini, dinlemiş, işitmişti.

Yâkub Aleyhisselâm, ona:

“Yûsuf´un söylediklerini, gizli tut, oğullarına haber verme!” diye tenbih etti. Leyya da: “Olur!” dedi.

Yâkub Aleyhisselâmın oğulları, otlaktan geldikleri ve gizli tutulması emir ve ten­bih edilen rü´yâ, kendilerine haber verildiği zaman[19], Yûsuf Aleyhisselâma o ka­dar kızdılar ki, şah damarları, şişti, tüyleri, diken diken oldu. [20]

Annelerine:

“Güneş, Babamızdan başkası değildir! Ay, senden başkası değildir! Yıldızlar da, bizden başkası değildir!

Hiç kuşkusuz, Râhıl´ın oğlu, üzerimize hükümdar olmak: Ben, sizin Seyi-dinizim? [21]

Sizler, benim kölemsiniz! [22] demek istiyor!” dediler. [23]

Yûsuf Aleyhisselâma karşı kalblerinde taşıdıkları kıskançlık ve kini, büsbütün artırdılar. [24]

Onu, öldürmek veya uzak ve ıssız bir yere atmak suretiyle, kendisinden kurtu­lup Babalarının teveccühünü ve sevgisini, kendilerine münhasır kılmak istediler.

İçlerinde en faziletlisi ve en akıllısı olan Yehuza[25]:

“Yûsuf´u, öldürmeyiniz!

Çünkü, adam öldürmek, büyük ve ağır bir suçtur.

Onu, bir kuyuya bırakınız da, oradan gelip geçen yolcu kafilesinden biri, onu, bulup alsın, götürsün!

Yapacaksanız, böyle yapınız!” dedi.[26]

Yûsuf Aleyhisselâmı, öldürmeyecekleri hakkında onlardan, kesin söz aldı. [27]

Yâkub Aleyhisselâmın huzuruna çıkıp Yûsuf Aleyhisselâmı, kendileriyle birlik­te kıra göndermesi için konuşmayı kararlaştırdıkları zaman, Yâkub Aleyhisselâ­mın en büyük oğlu Rubil:

“Babanız, Yûsuf hakkında, size güvenmeyecektir.

Fakat, Yûsuf´un yanına varıp kendisinin önünde oyun oynayalım.

Bizim nasıl neşelendiğimizi, oynadığımızı, görünce, bizimle gitmeye hevesle­nir.” dedi.

Gidip önünde gülüşe gülüşe oyun oynadılar ve onu, kendileriyle birlikte oyna­mağa heveslendirdiler.

Yûsuf Aleyhisselâm, onlara:

“Ey kardeşlerim! Siz, otlak yerinizde de, hep böyle oynar mısınız?” diye sordu.

“Evet! Ey Yûsuf! Eğer, bizim otlak yerlerimizde oynadığımızı görseydin, sen de, yanımızda bulunmayı arzu ederdin!” dediler.

O kadar heveslendirdiler ki, bunu, kendisi, onlardan istemeğe başladı ve:

“Ey kardeşlerim! Beni, Babama götürünüz de, sizinle göndermesini isteyiniz!” dedi. [28]

“Ey Yûsuf! Sen, bizimle gidip oynamak, avlanmak istiyor musun?” dediler.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Evet! İsterim!” dedi.

“Öyle ise, seni, bizimle birlikte göndermesini, Babandan iste!” dediler. [29]

Onlar; Yâkub Aleyhisselâmın yanına gidip önünde durdular.

Kendisinden, bir şey isteyecekleri zaman, böyle yaparlardı.

Yakub Aleyhisselâm, karşısında sıralandıklarını görünce, onlara:

“Nedir hacetiniz, isteğiniz?” diye sordu.

Yûsuf Aleyhisselâmın, kendileriyle birlikte kıra gidip bol bol yemesine, oyna­masına müsâade etmesini istediler ve onu, iyice koruyacaklarını bildirdiler.

Yâkub Aleyhisselâm, onların gaflete dalıp Yûsuf Aleyhisselâmı, kurda yedir­melerinden korktuğunu söyledi.

Onlar, kendilerinin güçlü bir topluluk olduğunu, böyle bir musibetin asla vuku´ bulamayacağını ileri sürdüler.

Yâkub Aleyhisselâma, oğullarına kurt tehlikesinden bahsettiren, kendisinin, o sıralarda görmüş olduğu bir rü´yâ idi.

Yâkub Aleyhisselâm, rü´yâsında, bir dağ başında, öldürmek için, Yûsuf Aley-hısselâmın üzerine, on kurdun saldırdığını, onlardan bir kurdun ise, onu, korudu­ğunu, sonra, yer yarılıp içine girdiğini, ancak, üç gün sonra, oradan çıkabildiğini görmüş, bunun için, Yûsuf Aleyhisselâm hakkında kurd korkusuna düşmüş[30], oğullarına: “Onu, kurt yemesinden korkuyorum!” demişti. [31]

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Babacığım! Beni, onlarla gönder!” dedi.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Sen de, bunu, onlarla birlikte gitmeyi istiyor musun?” diye sordu.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Evet!” deyince, Yâkub Aleyhisselâm, onun da, kardeşleriyle birlikte gitmesi­ne izin verdi.

Yûsuf Aleyhisselâm, elbisesini giydi. [32]

Yâkub Aleyhisselâm, onu kardeşleriyle birlikte gönderdi.

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı, yapmacık ikramlar göstererek götürdüler.

Otlak yerine vardıkları zaman, düşmanlıklarını, açığa vurdular, onu, dövmeğe başladılar.

kardeşlerinden biri, Yûsuf Aleyhisselâmı döver, Yûsuf Aleyhiselâm, başka bi­rini, imdadına çağırır, o da, gelip yardım yerine, onu, döverdi!

Kendisine, onlardan, bir acıyanını görmedi. Yûsuf Aleyhisselâmı, öldüresiye dövdüler. [33]

Yâkub Aleyhisselâmdan, Yûsuf Aleyhisselâm için aldıkları yiyeceği, köpekleri­ne yedirdiler.

Yûsuf Aleyhisselâm, son derece susamıştı. Onlara:

“Öldürmeden önce, bana, azıcık su içiriniz!” diye yalvardığı halde, su da, içir-mediler! Onlardan hiç birinin, kendisine acımadığını görünce:

“Ey Babacığım! Ey Yâkub! Câriye oğullarının, Senin oğluna yaptıklarını[34] bil­miyor musun?! [35] Bir bilsen! [36]

Ey Babacığım! Onlar, Senin ahdini bozdular, vasiyetini, zayi ettiler!” [37] diye­rek feryad ediyordu. [38]

Rubil, hemen tutup onu, öldürmek için, göğsünün üzerine yatırdı. “Ey Râhıl´ın oğlu! Rü´yâna söyle de, seni, kurtarsın!” dedi. Yûsuf Aleyhisselâm, Yehuza´dan istimdad etti, yardım diledi. [39]

Yûsuf Aleyhisselâmın Teyzesinin oğlu olup diğerlerine nazaran Yûsuf Aleyhis­selâm hakkında biraz daha insaflı, biraz daha ileri görüşlü olan Yehuza[40], onlara:

“Siz, onu, öldürmeyeceğiniz hakkında bana kesin söz vermiş değil-miydiniz?! [41]

Onu, kuyuya, bırakınız!” deyince[42], Yûsuf Aleyhisselâmı, bırakmak için, ku­yunun yanına sürüyüp götürdüler! [43]

Bu kuyu; Medyen ile Mısır arasında[44], Beytülmakdis bölgesinde yeri, belli[45], Yâkub Aleyhisselâmın evine üç fersahlık uzaklıkta idi.

Korkunç, karanlık, dibi geniş, ağzı dar, içine bırakılan, dibine kolayca düşüp helak olur, içinden çıkmak, düşen için, imkânsız, suyu, tuzlu bir kuyu idi.

Bu kuyu, Sâm b. Nuh Aleyhisselâmın kazdığı kuyulardandı. Ahzan Kuyusu diye de, anılırdı.

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı, bu kuyuya bırakmak maksadı ile[46], kuyunun içine sarkıttıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, kuyunun kenarına elleriyle tu­tunmuştu.

Bunun üzerine, onun ellerini, boynuna bağladılar.

Üzerindeki gömleğini de, soyduktan sonra, kendisini, kuyuya sarkıttılar. [47]

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Kardeşlerim! Gömleğimi, bana geri veriniz! Kuyuda, onunla örtüneyim. [48]

Kuyudaki haşeratı, onunla tutup kendimden defedeyim! [49]

Ölümümden sonra da, o, bana, kefen olsun!” dedi. [50]

Kardeşleri:

“Güneşi, Ay´ı ve on bir yıldızı, çağır da, seni, oraya alıştırıcı olsunlar!” dedileı

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Ben, hiç bir şey göremiyorum!” dedi.

Onu, kuyunun yansına varıncaya kadar sarkıtıp ölsün diye birden bırakıverdiler!

Yûsuf Aleyhisselâm, kuyudaki suyun içine düştü.

Kuyudaki bir kayanın üzerine çıkıp dikildi. [51]

Kardeşleri, kuyuya bıraktıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, ağlıyordu.[52]

Kuyunun başındaki kardeşleri, ona, seslenince, Yûsuf Aleyhisselâm onların merhamete geldiklerini sanıp cevap vermişti.

Hemen, üzerine, bir kaya parçası bırakıp onu, öldürmek istediler. Yehuza, kalktı, onları, böyle yapmaktan men etti ve:

“Hani, siz, onu, öldürmeyeceğiniz hakkında, bana kesin söz vermiştiniz!?”

dedi. [53]

Yûsuf Aleyhisselâm, kuyuya bırakıldığı zaman, on yedi yaşında idi. [54]

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı, kuyuya bıraktıktan sonra, hemen davarların cinden bir kuzu veya oğlak kesip kanını, Yûsuf Aleyhisselâmın gömleğine bulaş­tırdılar. Kestiklerinin etini de, yediler. [55]

Akşamleyin, ağlayarak ve Yûsuf Aleyhisselâmı kurt yediğini anarak babaları­nın yanına geldiler[56]

Yâkub Aleyhisselâm, yolun üst tarafında oturup Yûsuf Aleyhisselâmı, ne za­man getirecekler? diye onları, bekleyip duruyordu.

Oğulları yaklaşıp hep birden ağlayarak seslerini yükseltince, Yâkub Aleyhis­selâm, onların, bir musibete uğradıklarını anladı.

Yanına geldikleri zaman, Yâkub Aleyhisselâmın önünde yakalarını yırttılar ve ağladılar.

Yâkub Aleyhisselâm, korktu ve:

“Ey oğullarım! Size, ne oldu? Yûsuf, nerede?” diye sordu.

Kurt, yediğini ve onun kanlı gömleğini getirdiklerini söyledikleri zaman´[57]

“Gösteriniz bana onun gömleğini?” dedi.

Gösterdiler.

“Vallahi, ben, bugüne kadar, bundan daha yumuşak huylu kurt görmedim!

Oğlumu, yemiş de, onun gömleğini, yırtıp parçalamamış!?” diyerek feryad etti ve bayıldı.

Uzunca bir müddet sonra, ayıldı.

Ayıldığı zaman, çok ağladı. Sonra da, gömleği alıp kokladı, öptü. [58] Yüzüne ve gözlerine sürdü. [59]

Yûsuf Aleyhisselâm, kuyuda üç gün kaldı. [60]

Yehuza, her gün, Yûsuf Aleyhisselâma -kardeşlerinden gizlice- yemek ge­tirirdi. [61]

Dördüncü gün, Medyen´den gelip Mısıra gitmek isterken, yollarını şaşıran bir yolcu kafilesi, kuyunun yakınına geldiler, kondular.

Medyen halkından, Araplardan Mâlik b. Za´r adındaki bir adamı, kendileri için, su aramağa gönderdiler.

Adam, kuyuya kovayı salınca, Yûsuf Aleyhisselâm, kovanın ipine yapıştı.

Kova, kuyunun ağzına erişince, Mâlik, Yûsuf Aleyhisselâmı görüp[62] arkadaş­larına, bir genç bulduğunu müjdeledi. [63]

Yehuza, yine, Yûsuf Aleyhisselâma yemek getirmişti. Onu, kuyuda göreme­yince, bakıp Malik´le arkadaşlarının yanında bulunduğunu gördü, Hemen dönüp bunu, kardeşlerine haber verdi.

Hepsi, Mâlik´in yanına geldiler. [64]

“Bu, bizden kaçan kölemizdir!” dediler. [65]

Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşlerinin, kendisini, ondan alınca, öldürmelerinden korkup halini gizledi. [66]

Malik:

“Öyle ise, ben, onu, sizden satın alayım!” dedi.

Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı, Malik´e[67], yirmi[68] veya yirmi iki dirheme, ya da, kırk dirheme sattılar[69]

Malik ve arkadaşları, Yûsuf Aleyhisselâmı, satın alıp giderlerken[70], Yûsuf Aleyhisselâmın kardeşleri, onlara:

“Onu, sımsıkı bağlayınız ki[71], kaçmasın! [72] Çünkü, o kaçaktır, hırsızdır, yalancıdır!

Biz, onun, size işleyeceği kusurlardan ve ayıplarından uzaklaşmış bulunuyo­ruz!” dediler.

Malik, Yûsuf Aleyhisselâmı, deveye bindirip Mısır´a götürdü.

Yûsuf Aleyhisselâm; annesinin yolda bulunan kabrini görünce, kendisini, de­veden kabre atmamağa kadir olamadı.

Kabrin üzerine kapandı ve:

“Ey annem! Ey Râhıl! Başını, yerin altındaki topraktan kaldırıp oğlun Yûsüf´e bakta, onun, senden sonra ne belâlara uğradığını bir gör!

Ey anneciğim! Düştüğüm za´f ve zilleti bir görmüş olsaydın, bana, ne kadar acırdın!

Ey anneciğim! gömleğimi, nasıl soyduklarını, beni, nasıl bağladıklarını, yüzü­mü, nasıl tokatladıklarını, taşlarla, beni, nasıl taşladıklarını, kuyunun içine nasıl bıraktıklarını, bana, hiç acımadıklarını,

Beni, köle gibi nasıl sattıklarını,

Beni, esir gibi nasıl taşıdıklarını bir görseydin!” diyordu.

Malik; devenin üzerinde, Yûsuf Aleyhisselâmı, göremeyince, yolcu kafilesine:

“Haberiniz olsun ki: Uşak, ailesine dönmüş!” diyerek bağırdı.

Kafile halkı, arayıp Yûsuf Aleyhiselâmı, kabrin üzerinde buldular.

İçlerinden birisi; Yûsuf Aleyhisselâmın üzerine dikilip:

“Ey Uşak! Efendilerin, bize senin, kaçak, hırsız olduğunu, haber vermişlerdi.

Biz, senin şu yaptığını görünceye kadar, buna, inanmamıştık!” dedi.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Vallahi, ben, kaçmış değilim.

Fakat, siz annemin kabrine yol uğratınca, kendimi, onun kabrinin üzerine at­mamağa kadir olamadım!” dedi.

Malik, hemen elini kaldırıp Yûsuf Aleyhisselâmın yüzüne bir şamar indirdi ve çekip devesinin üzerine bindirdi.

Mısır´a varıncaya kadar da, kendisini, bağlı bulundurdular. Malik, Mısır´a varınca, ona, yıkanmasını emr etti.

Yusuf Aleyhisselâm, yıkandı. [73] Malik, ona, güzel bir elbise giydirdi ve onu satışa çıkardı. [74]

Mısır çarşısında bulunan kimseler, Yûsuf Aleyhisselâmın bedelini yükseltme­ğe, artırmağa başladılar. [75]

Mısır Azîz´i[76] Kutfîr veya Utfîr -ki, Mısır Hazineleri Bakanı idi[77] Yûsuf Aley-hisselâmı, Malik´ten, yirmi Dinar (altun) [78] ve bir çift ayakkabı ile iki beyaz elbi­se karşılığında[79] satın alıp[80] evine götürdü. [81]

Karısı Râil´e:

“Bu genç, olgunluk çağına, bizim görmekte olduğumuz işleri anlayacak bir yaşa gelince, bize yararlı, yardımcı olur, ya da, onu, oğul ediniriz.” dedi.

Mısır Azîz´i, kadınlarla münâsebette bulunmayan bir zat idi.

Karısı ise, hem güzel, hem de, devlet ve dünya nimetleri içinde yaşayan bir kadındı. [82]

Yûsuf Aleyhisselâmın Hanım Efendiyle Başı Dertte:

Yûsuf Aleyhisselâmın yüzünün güzelliği, Hanım Efendinin kalbine, onun sev­gisini düşürmüştü. [83]

En sonunda, bir gün, onu, kendisiyle temasa heveslendirmek maksadı ile, Yû­suf Aleyhiselâmın güzelliklerini anmağa başladı:

“Ey Yûsuf! Saçın, ne kadar güzel!” dedi.

Yûsuf Aleyhisselâm:

“Cesedimden, ilk dökülecek şey, odur!” dedi.

Hanım Efendi:

“Ey Yûsuf! Gözlerin, ne kadar güzel!” dedi.

“Cesedimden, ilk önce, yere akacak şey, o´dur!” dedi. Hanım Efend´r.

“Ey Yûsuf! Yüzün, ne kadar güzel!” dedi, Yûsuf Aleyhisselâm:

“O, toprak içindir, toprak, onu, yiyecektir!” dedi. [84]

Kur´ân-I Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın gördüğü rü´yâdan itibaren başından geçen­leri şöyle açıklar:

“Bir vakit, Yûsuf, Babasına:

Babacığım! Gerçekten, ben, rü´yâda, on bir yıldızla güneş ve ay´ı gördüm. Gör­düm ki, onlar, bana, secde edicilerdir! demişti.

(Babası Yâkub):

Oğulcağızım! Rü´yânı, kardeşlerine anlatma! dedi.

Sonra, sana, bir tuzak kurarlar.

Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir düşmanıdır.

Rabb´in, seni, öylece (rü´yada gördüğün gibi) beğenip seçecek (Peygamber ya­pacak, mülk´ü saltanata erdirecek)

Sana, rü´yâ tabirine ait bilgi verecek. Sana karşı da, Yâkub Hanedanına karşı da, nimetlerini -daha önce de, Ataların İbrahim´e ve İshak´a tamamladığı gibi- ta­mamlayacaktır.

Şüphesiz ki, Rabb´in, her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet Sahibidir.

And olsun ki: Yûsuf´un ve kardeşlerinin haberlerinde (onları) soranlar için, nice ibretler vardır.

Hani, onlar (o kardeşler) şöyle demişlerdi:

Yûsuf´la kardeşi (Bünyamin), Babasının yanında, muhakkak, bizden daha sev­gilidir.

Halbuki, biz (birbirimizi destekleyen güçlü) bir cemâatiz. Babamız, her halde, açık bir yanılgı içindedir. Yûsuf´u, öldürünüz!

Yahud, onu (uzak ve ıssız) bir yere atınız ki, Babanızın teveccühü, yalnız size münhasır olsun ve siz, ondan sonra, sâlih bir zümre olasınız!

İçlerinden, bir sözcü:

Yûsuf´u, öldürmeyiniz! Onu, bir kuyunun dibine bırakınız da, bir yolcu kafilesin­den biri, onu (yitik olarak) alsın!

Eğer (mutlaka) yapacaksanız (böyle yapınız!) dedi.

Bunun üzerine;

Ey Babamız! Sen, bize, Yûsuf´u, ne diye inanmıyorsun?

Halbuki, biz, onun en hayrhâhlarıyız!

Yarın, onu, bizimle birlikte (kır´a) gönder de, bol bol yesin, oynasın.

Şüphesiz, biz, onun koruyucularıyız! dediler.

(Babaları):

Onu götürmeniz, muhakkak ki, beni, tasaya düşürür.

Siz, kendisinden gafil bulunurken, onu, kurt (gelip) yemesinden korkarım! dedi.

And olsun ki: bizim (güçlü) bir cemâat olmamıza rağmen, onu, kurt yerse, bu takdirde, biz de, hüsrana uğrayanlardan oluruz! dediler.

Nihayet, vaktâ ki, onu, götürdüler.

Onu, kuyunun dibine bırakmayı, kararlaştırdılar.

Biz de, kendisine (Yûsuf´a) and olsun ki: Sen, onlara, hiç farkında değillerken (bir gün), bu işlerini, haber vereceksin! diye Vahy ettik.

(Yûsuf´un kardeşleri) akşamleyin, ağlaya ağlaya Babalarına geldiler:

Ey Babamız! Hakikaten, biz gittik, yarış edecektik.

Yûsuf´u da, eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim!!!)

Onu, kurt, yemiş!

Biz, doğru söyleyenler olsak ta, (biliyoruz ki) Sen, bize inanıcı değilsin! dediler.

Bir de, üstüne yalancıktan bir kan (bulaştırılmış olan) gömleğini getirdiler.

(Yâkub):

Hayır! Nefisleriniz, sizi aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş!

Artık, (bana düşen) güzel bir sabırdır.

Sizin şu anlatışınıza karşı, yardıma sığınılacak (ancak) Allâh´dır! dedi.

Bir yolcu kafilesi gelip Sakalarını (kuyu başına) yolladılar.

O da, kovasını, saldı.

ÂH Müjde! İşte, bir Civan! dedi.

Onu, bir ticaret malı gibi sakladılar.

Allah ise, ne yapacaklarını, pekâlâ bilici idi.

Onu, değersiz bir bahaya, bir kaç dirheme sattılar.

Onlar, bunun hakkında rağbetsiz idiler.

Onu, satın alan bir Mısırlı, karısına:

Bunun Makamını (katımızda) şerefli tut!

Umulur ki: bize yararı, olur, yahud, onu, evlad ediniriz! dedi.

İşte, Yûsuf´u, böylece (Mısır) arz(ın)da, yerleştirdik ve ona, rü´yânın tâbirini (yo­rumunu) öğrettik.

Allah, emrinde (hâkim ve) galibdir.

Fakat, insanların çoğu (bunu) bilmezler.

O, tam ergenlik çağına girince, kendisine hüküm ve ilim verdik.

İşte, iyi hareket eden insanları, biz, böyle mükâfatlandırırız.

Onun bulunduğu evdeki (kadın) onun nefsinden murad almak istedi.

Kapıları, sımsıkı kapadı ve:

Sana, söylüyorum: beri gel! dedi.

O ise:

Allah´a, sığınırım! Doğrusu, o (Mısır Azîz´i), benim Efendim´dir.

O, bana, güzel bir mevki vermiştir.

Hakikat, şudur ki: zâlimler, asla felah bulmaz! dedi.

O (kadın) ise, and olsun ki, ona, niyeti kurmuştu.

Eğer, Rabb´inin Burhanını, görmemiş olsaydı, (belki Yûsuf´da) onu, kasdetmiş gitmişti.

İşte, Biz, ondan fenalığı ve fuhşu, bertaraf edelim diye böyle (Burhan gönderdik). Çünkü, o, (tâatta) Ihlâsa erdirilmiş kullanmadandı.

İkisi de (Yûsuf, ondan kaçıp kurtulmak, kadın da, onu tutup bırakmamak için) kapıya doğru koştular.

O (kadın), bunu, gömleğini, arkasından (tutup) boylu boyunca yırttı. Kapının yanında (kadının) Efendisine rastgeldiler. (Suçunu kapatmak maksadiyle kadın, kocasına):

Zevcene, kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan, yahud acıklı bir azabdan başka ne olabilir? dedi.

Yûsuf:

O, kendisi, benim nefsimden murad almak istedi! dedi.

Onun (kadının) yakınlarından bir şahid de, şehâdet etti ki:

Eğer, gömleği, önünden yırtıldı ise, (kadın) doğru söylemiştir, bu ise, yalancılar­dandır.

(Yok) eğer, gömleği, arkadan yırtıldı ise, (kadın) yalan söylemiştir.

Bu ise, doğru söyley idlerdendir.” dedi.

Vaktâ ki (zevci, Yûsuf´un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu gördü ve:

Şüphesiz ki: bu, sizin (siz kadınların) fendinizdendir.

Çünki, sizin fendiniz, büyüktür.

Yûsuf! Sen, bundan (bu meseleyi söylemekten) vazgeç!

(Ey kadın!) Sen de, günahına istiğfar et! Çünkü, sen, gerçekten, günahkârlar­dan oldun! dedi.

Şehirdeki bir kısım kadınlar:

Azîz´in karısı, delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgi, yüreği­nin zarına işlemiş!

Görüyoruz ki: o, muhakkak, apaçık bir sapıklıktadır! dediler.

Vaktâ ki, (kadın) onların, gizliden gizliye yaptıkları dedikoduları, işitti.

Kendilerine (dâvetci) yolladı.

Onlar için (rahatça) yaslanacak bir yer (bir de, sofra) hazırladı.

Onlardan, her birine (etleri, meyvaları kesmek için) birer bıçak verdi.

(Yûsuf´a):

Çık karşılarına! dedi.

Şimdi, onlar, bunu görünce, kendisini, büyük bir varlık olarak tanıdılar. (Hayran­lıklarından) ellerini, kestiler ve:

Sübhânâllâh! Bu, bir beşer değildir?

Bu, çok şerefli bir Melek´ten başkası değildir! dediler.

(Kadın):

İşte, beni, kendisi hakkında ayıpladığınız, şu gördüğünüz (Zat)dır.

And ederim ki: onun nefsinden ben murad almak istedim de, o, nâmuskârlık gös­terip redd et)di.

Yemin ederim ki: eğer, o, kendisine emredeceğimi, yapmazsa, her halde, Zin­dana atılacak ve her halde zillete uğrayacaklardan olacaktır!” dedi.

(Yûsuf):

“Ey Rabb´im! Zindan, bana, bunların davet edegeldikleri şey(i işlemek)den da­ha sevgilidir.

Eğer, Sen, bunların tuzaklarını, benden döndürmezsen (belki) onlara meyi eder, câhillerden olurum!” dedi.

Bunun üzerine, Rabb´i, onun duasını kabul etti, ve onların tuzaklarını, kendisin­den savdı.

Çünkü, O, hakkıyle işitenin, her şeyi bilenin ta kendisidir.

Sonra, bütün o delilleri gördüklerinin ardından, mutlaka, onu, bir zamana kadar Zindana atmaları reyi onlara zahir oldu.

Onunla birlikte Zindana iki de, delikanlı girdi. Bunlardan birisi:

Ben, rü´yamda, kendimi şarap(üzüm) sıkıyor gördüm! dedi. Öbürü de:

Ben de, rü´yamda, kendimi, başımda ekmek götürüyor, kuşlarda, ondan (kek-meleyip) yiyor! gördüm.

Bize, bunun tabirini, haber ver.

Çünkü, biz, seni, iyilik edenlerden görüyoruz.” dedi.

(Yûsuf):

Size, rızıklanacağınız bir taam gelecek oldu mu, ben, muhakkak, onun ne oldu­ğunu, size daha gelmezden önce, haber veririm.

Bu, Rabb´imin, bana öğrettiği ilimlerdendir.

Çünkü, ben, Allah´a inanmaz bir kavmin dinini -ki, onlar, Âhireti inkâr edenlerin 2 kendisidirler- terk ettim.

Atalarım İbrahim´in, İshak´ın, Yâkub´un dinine uydum. Allah´a, her hangi bir şeyi ortak katmamız, bizim için (doğru) olmaz. Bu (Tevhid), bize ve insanlara, Allah´ın lütuf ve inâyetindendir. Fakat, insanların çoğu (buna) şükretmezler.

Ey zindan arkadaşlarım! Darma dağınık bir çok düzme tanrılar mı hayırlıdır, yok­sa, hepsine ve her şeye galib ve Kahhâr olan bir tek Allah mı?

Sizin, onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları (kuru) adlardan başkası değildir.

Allah, bunlara, hiç bir Burhan indirmemiştir.

Hüküm, Allâh´dan başkasının değildir.

O, kendisinden gayrısına ibadet etmemenizi emreylemistir.

Dosdoğru din, işte, budur.

Fakat, insanların çoğu bilmezler.

Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınızın yorumuna gelince):

Biriniz, Efendisine şarap içirecek, diğeri ise, asılıp tepesinden kuşlar, yiyecektir!

işte, hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele (böylece) olup bitmiştir! dedi.

(Yûsuf), bu ikisinden kurtulacağını bildiği kimseye:

Beni, Efendinin yanında an! dedi.

Fakat, şeytan, Efendisine anmayı, ona, unutturdu da, (bu yüzden Yûsuf) daha nice yıllar, zindanda kaldı.

(Bir gün) Kral:

Ben, rü´yâmda yedi arık (inek)in yemekte olduğu yedi semiz inekle yedi yeşil oaşak ve diğer (yedi) kuru (başak) görüyorum!

Ey ileri gelenler (Kâhinler)! Eğer, rü´yâ, tâbir ediyorsanız, benim bu rü´yâmı da, nallediniz! dedi.

Onlar da:

“(Bunlar) karma karışık düşlerdir.”

Biz, böyle düşlerin tabirini bilici (kimse)ler değiliz! dediler. (Zindandaki) iki (arkadaş)dan, kurtulanı, nice zaman sonra (Yûsuf´u) hatırladı da: Ben, size, onun tâbirini haber vereyim. Beni, hemen gönderiniz! dedi. (Zindana gidip):

Yûsuf! Ey çok doğru sözlü! Kendisini, yedi arık (inek) yemekte olan yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer (yedi) kuru başak hakkında bize bir fetva ver.

Ümid ederim ki: insanlara (isabetli cevabınızla) dönerim.

Belki (bu suretle) onlar, (Senin yüce kadrini) bilirler, (dedi)

(Yûsuf):

“Yedi yıl âdet veçhile ekin ekiniz.

Yiyeceğiniz az bir miktar hâriç olmak üzere, biçtiklerinizi, başağında bırakınız.

Sonra, bunun ardından yedi kurak (yıl) gelecek.

(Tohumluk için) saklayacağınız az bir miktar hariç olmak üzere, önceden birik­tirdiklerinizi, yeyip götürecek.

Sonra, bunun ardından da, bir yıl gelecek ki, insanlar, o zaman, yağmura kavu­şacak ve o zaman sıkıp sağacaklar!” dedi.

(Bunu duyan) Kral:

“Onu (Yûsuf´u) bana getiriniz!” dedi.

Bunun üzerine, ona Elçi gelince:

“Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların zoru ne idi? Kendisine sor?

Şüphe yok ki, benim Rabb´im, onların fendini, hakkıyla bilicidir.” dedi.

(Kral, o kadınları toplayıp):

Yûsuf´un nefsinden murad almak istediğiniz zaman, ne halde idiniz?” diye sordu.

(Kadınlar):

Hâşâ! Allah için, biz, onun hakkında bir kötülük bilmiyoruz!” dediler.

Azîz´in karısı da:

“Şimdi, hak meydana çıktı.

Ben, onun nefsinden murad almak istedim.

O ise, seksiz, şüphesiz, doğru söyleyenlerdendir!” dedi.

(Elçi gelip de, Yûsuf´a bu kesin itirafı naklettikten sonra, o, dedi ki: benim) bu (itirafa lüzum görüşüm, Azîz´in) gıyabında kendisine hakîkaten hainlik yapmadığı­mı ve Allah´ın, hâinlerin hilesini, hiç şüphesiz, muvaffakiyete erdirmeyeceğini, onun da, bilmesi içindi.

(Bununla beraber) ben, nefsimi, tebrie etmem.

Çünkü, nefis, muhakkak ki, olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir.

Meğer ki, Rabb´imin esirgemiş bulunduğu (bir nefis) ola.

Zira, Rabb´im, çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.

Kral:

“Getiriniz onu, bana!

Onu, kendime hâs bir (Müsteşar) edineyim!” dedi.

Onunla konuşunca da:

Sen, bugünfden itibaren) bizim katımızda mühim bir mevkii sahibisin! Emin (bir -rıüsteşar)sın! dedi.

(Yûsuf):

Beni, memleketin hazineleri üzerine (Memur) et!

Çünkü, ben, onları, iyice korumaya muktedir ve (bütün tasarruf şekillerine) vâkı-´tm! dedi.

İşte, o yerde Yûsuf´a, böyle bir kudret (ve şeref) verdik. O, neresini, isterse, orada, konaklardı.

Biz, rahmetimizi, kimi dilersek, ona nasîb ederiz. İyi hareket edenlerin mükâfatı­nı zayi etmeyiz.

İman edip te, takvada devam edenlere hâs olan Âhiret mükâfatı ise, daha ha­yırlıdır.

Yûsuf´un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler. (Yûsuf) onları, hemen tanıdı. Onlar ise, bunu, tanımıyorlardı. Vaktâ ki, (Yûsuf), onların (zahire) yüklerini hazırladı. Bana, baba bir erkek kardeşinizi de, getiriniz. Görmüyor musunuz (size) tam ölçek veriyorum. Ben misafirperverlerin (Konukseverlerin) hayırlısıyım.

Eğer, onu, bana getirmezseniz, artık, benim yanımda, size hiç bir kile yok! (bo­şuna) bana yaklaşmayınız! dedi.

Onu, Babasından istemeye çalışırız ve her halde (bunu) yaparız, dediler. (Yûsuf) uşaklarına:

Onların sermayelerini[85] yüklerinin içine koyuveriniz. Olur ki, ailelerine döndük­leri zaman, bunun, farkına varırlar da, belki, yine (buraya) dönerler! demişti.

Bu suretle Babalarına döndükleri zaman: “Ey Babamız! Bizden, ölçek, men olundu.

Bu sefer, kardeşimizi de, bizimle birlikte yolla da, ölçek alalım.

Biz, her halde, onu, muhafaza edicileriz!” dediler.

(Yâkub):

“Ben, size, onu inanırmıyım?

Meğer ki, bundan önce, kardeşi (Yûsuf´u) inandığım gibi ola.

Allah, en hayırlı koruyucudur.

O, Esirgeyicilerin de, Esirgeyiçişidir!” dedi.

Meta´larını (zahire yüklerini) açtıkları zaman, sermayelerini, kendilerine geri gön­derilmiş buldular.

Ey Babamız! Daha ne istiyoruz? İşte, sermayemiz de, bize iade edilmiş!

(Biz, onunla tekrar) ailemize zahire getiririz.

Kardeşimizi, koruruz. Bir deve yükü zahire de, artırırız.

Bu seferki aldığımız, az bir ölçektir. (Bize yetmez!) dediler.

(Yâkub):

“Etrafınız kuşatılmadıkça (çaresiz kalmadıkça) onu, bana, her halde getireceği­nize dâir Allah´dan bana sağlam bir taahhüd verilinceye kadar, onu sizinle birlikte, kabil değil, gönderemem!” dedi.

Artık, Babalarına te´minatlarını verince, o da:

Allah, benim ve sizin bu dileklerimize Vekil (şâhid olsun!) dedi.

(Hareketleri esnasında da):

“Oğullarım! (Mısıra) Hepiniz, bir kapıdan girmeyiniz!

Ayrı ayrı kapılardan giriniz.

(Bununla beraber, bu sözümle) Allâh(ın kazâsın)dan hiç bir şeyi üzerinizden gi-deremem!

Hüküm, Allâh´dan başkasının değildir.

Ben, ancak, Ona güvenip dayandım.

Tevekkül edenler de, yalnız Ona güvenip dayanmalıdır!” dedi.

Vaktâ ki, onlar, (Mısır´a) babalarının, kendilerine emrettiği veçhile, girdiler.

Bu, Allah´ın (Kazasından) hiç bir şeyi, onların üzerinden gideremedi.

Sâdece, Yâkub´un nefsindeki dileği, meydana çıkarmış oldu.

Şüphe yok ki, (Yâkub), kendisini (Vahy ile) öğrettiğimiz için, bir ilim sahibi idi.

Ancak, insanların bir çoğu (Kader´in Sırrını) bilmezler.

(Kardeşler) Yûsuf´un huzuruna girince, o, kardeşini, kendi yanına aldı.[86] (Ona):

Ben, senin kardeşinim. Onların (geçmişte bizlere) yapmış olduklarına tasalan­ma! dedi.

Vaktâ ki, (Yûsuf) onların (zahire) yüklerini hazırladı.

Su kabını, öz kardeşinin yükü içine koydu.

Sonra, bir Münâdî, arkalarından şöyle bağırdı:

Ey Kafile! (Durunuz!) Siz, seksiz, şüphesiz hırsızlarsınız!

(Yâkub´un oğulları) onlara, dönerek:

Ne kaybettiniz? (Ne arıyorsunuz?) diye sordular.

Kralın su kabını, kaybettik, dediler.

Onu, getirene, bir deve yükü (bahşiş) var! Ben de, buna, kefilim!

(Yâkub´un oğulları):

Allah! Allah! (bizim hüviyetimizi, ahlâkımızı) siz de, öğrenmişsinizdir.

Biz, bu yere, and olsun ki, fesad çıkarmak için gelmedik.

Biz, hırsız kimseler de, değiliz! dediler.

Şimdi, yalancı olursanız (çalanın) cezası, nedir? dediler.

Onun cezası: yükünde (hırsızlık mal) bulunan kimsenin kendisidir.

İşte, o kimse, bunun cezasıdır.

Biz (memleketimizde) zâlimleri (hırsızları) böyle cezalandırırız! dediler.

Bunun üzerine (Yûsuf), kardeşinin kabından evvel, onların kablarını (aramağa) başladı.

Nihayet, onu, kardeşinin kabından çıkardı.

İşte, biz, Yûsuf için, böyle bir tedbir kullandık.

Yoksa, o, Kralın dinine göre: kardeşi (esir olarak) tutabilecek değildi.

Meğer ki, Allâhın iradesi ola.

Biz, kimi dilersek, onu, nice derecelerle yükseltiriz.

Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.

(Yâkub´un oğulları):

Eğer, o, çalmış bulunuyorsa, onun, bundan önce, bir kardeşi de, çalmıştı! Dediler.[87]

O vakit, Yûsuf, bu (sözü) içine gizledi. Bu(nun hakikatini) onlara açıklamadı.

(Kendi kendine):

Sizin durumunuz, daha kötüdür.

Allah, sizin anlatmakta olduğunuzun mâhiyetini, çok iyi bilendir! dedi.

(Yâkub´un oğulları):

Ey Azız!´ Gerçekten, bunun, çok ihtiyar bir Babası var.

Binâenaleyh, onun yerine, (bizden) birimizi, alıkoy!

Seni, muhakkak, iyilik edenlerden görüyoruz! dediler.

(Yûsuf):

“Eşyamızı, nezdinde bulduğumuz kimseden başkasını yakalamamızdan Allah´a sığınırız.

Çünkü, o takdirde, elbette zâlimler olmuş oluruz!” dedi.

Vaktâ ki, ondan ümidlerini kestiler, fısıldaşarak bir tarafa çekildiler.

Büyükleri:

“Babanızın, sizden, Allah adıyla teminat almış olduğunu, daha önce de, Yûsuf hakkında kusur işlediğinizi bitmediniz mi?

Artık, ben, ya Babam, bana izin verinceye, yahud benim için Allah hükmedin-ceye kadar, buradan katiyen ayrılmam!

O, hâkimlerin hayırlısıdır!

Siz, dönünüz, Babanıza da,

Ey Babamız! Oğlun, inan ki, hırsızlık etti.

Biz, bildiğimizden başkasına şâhidlik yapmadık.

Gayb´ın bekçileri de, değildik.

(İstersen) içinde bulunduğumuz (ve döndüğümüz) şehir (Mısır halkına) da, ara­larında geldiğimiz kervana da sor!

Biz, seksiz, şüphesiz doğru söyley idleriz! deyiniz!” dedi.

(´.´)

(Bunun üzerine, Yâkub):

“Hayır! Sizi, nefisleriniz aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş.

Artık (bana düşen), güzel bir sabırdır.

Allah´ın, onların hepsini birden bana getirmesi, yakın bir ümiddir.

Gerçek, şudur ki: her şeyi bilen, yegâne hüküm (ve hikmet) sahibi olan ancak Odur!” dedi.

Onlardan yüz çevirdi ve:

Ey Yûsuf´un üstünde (titreyen) tasam! (Gel, şimdi tam gelmen zamanıdır!) dedi /e hüzün ve kederinden, gözlerine ak düştü.

(Bununla beraber) O, artık, gamını, tamamen yutmakta idi. Sen, dediler, hâlâ, Yûsuf´u, anıp duruyorsun.

And olsun ki; sonunda, ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, ya da, helake uğ­rayanlardan olacaksın!

(Yâkub da):

“Ben, taşan kederimi, mahzurluğumu, yalnız Allah´a şikâyet ediyorum!

Ben, sizin bilemeyeceğiniz nice şeyleri de -Allah tarafından- biliyorum!

Oğullarım! Gidiniz! Yûsuf´la kardeşinden (bütün duygularınızla) bir haber araş-

nrınız!

Allah´ın rahmetinden de, ümidinizi kesmeyiniz!

Çünkü, gerçek şudur ki: kâfirler güruhundan başkası, Allah´ın rahmetinden ümi­dini kesmez!” dedi.

Bunun üzerine (Yâkub´un oğulları, tekrar Mısır´a gidip Yûsuf´un) huzuruna çık­tıkları zaman:

“Ey Aziz! Bizi de, ailemizi de, darlık bastı.

Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik.

Bize, yine, tam ölçek ver!

Hakkımızda, ayrıca lütufkârlık ta, et!

Çünkü, Allah, lütuf kârları, mükâfatlandırır!” dediler.

(Yûsuf):

“Siz (henüz) cahil kimseler iken, Yûsuf´a ve kardeşine neler yaptığınızı, biliyor musunuz?” dedi.

(Kardeşleri):

“Âââ! dediler, Sen´misin gerçekten, Yûsüf´musun Sen?!”

Oda:

“Ben, dedi, Yûsuf´um bu da, kardeşim!

Allah, bize, (selâmet ve kerametle) lütfetti.

Çünkü, hakikat şu ki, kim, (Allah´dan) korkar, (belâlara) katlanırsa, her halde, Allah, iyi bereket edenlerin mükâfatını, zayi etmez.”

(Kardeşleri):

“Allah´a yemin ederiz ki: Allah, Seni, gerçekten, bizden üstün kılmıştır.

Biz, doğrusu, (sana yaptığımız hareketlerde) suçlu idik!” dediler.

(Yûsuf) de:

“Size, bu gün, hiç bir başa kakma ve ayıplama yok!

Sizi, Allah, yarlıgasın!

O, Esirgeyicilerden daha Esirgeyicidir!

Şu benim gömleğimi, götürünüz de, onu, Babamın yüzüne koyunuz. İyice görür (hale) gelir.

Bütün ailenizi de, bana, getiriniz!” dedi. Vaktâ ki, kafile, (Mısırdan) ayrıldı, (Öteden) Babaları (Yâkub):

“Bana, bunak demezseniz, inanınız ki: (şimdi) Yûsuf´un kokusunu, duyuyorum!” dedi.[88]

(Yanındakiler):

“Allah´a yemin ederiz ki: Sen, hâlâ, eski yanılgında (ber devâm)sın” dediler.

Fakat, müjdeci gelip te, onu, (Yâkub´un) yüzüne koyduğu, o da, derhal (yeni baştan) görür bir hale geldiği zaman;

“Ben, size, bilmediğiniz şeyleri -Allâh´dan- muhakkak, biliyorumdur! demedim mi?” dedi.

(Mısırdan gelen oğulları):

“Ey Babamız! Bizim için (günahlarımıza) istiğfar ediver. Biz, hakîkaten, suçlular idik?” dediler. (Yâkub):

“Sizin için, Rabb´ime, sonra, istiğfar ederim. Hakîkat, şu ki: O, çok yarlıgayıcı, çok Esirgeyicidir!” dedi. [89]

Yâkub Aleyhisselâmla Bütün Ev Halkının Mısır´a Gelişi:
Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşlerine:

“Bütün Ev halkınızı da, bana, getiriniz!” deyip[90] bir takım teçhizatla iki yüz sinek devesi gönderdi. [91]

Yâkub Aleyhisselâm; yetmiş[92] veya yetmiş iki[93], ya da, seksen üç[94] nü-fusluk ev halkıyla birlikte[95]´, Mısır´a yaklaştıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, Mı­sır´ın Büyük Kralı ile konuştu.

Dört bin askerin başında ve Mısırlılardan bir çok süvariler de, yanında bulun-auğu halde[96], şehrin dışında Yâkub Aleyhisselâmı, karşıladı.´[97]

Yâkub Aleyhisselâm, oğlu Yehûza´ya dayanarak yaya yürümekte idi.

Yâkub Aleyhisselâm; askerler ve süvarilerle halkın başında, Yûsuf Aleyhisse-âmın geldiğini görünce:

“Ey Yehûza! Bu, Mısırın Büyük Firavunu mu?” diye sordu.

Yehûza:

“Hayır! Bu, oğlun Yûsüf´dur!” dedi.

Baba, oğul, birbirlerine yaklaştıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, Ona, selâm vermek istedi ve Yâkub Aleyhisselâm, buna daha lâyık ve müstahık idiyse de,

“Selâm olsun sana ey hüzün ve tasaları gideren!” diye kendisi, önce, ona, selâm verdi. [98]

Yâkub Aleyhisselâm, Mısır´a gelip kral´a dua edince, yüce Allah Mısır´daki kıt­lığın kalanını da, kaldırdı. [99]

Yûsuf Aleyhisselâmın Rüyasının Gerçekleşmesi:
Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın rü´yâsının nasıl gerçekleştiğini de, şöyle açıklar:

“Sonra, vaktâ ki, onlar (Yûsuf´un) nezdine girdiler. O, Babasını ve Anasını, kucakladı. (Yanına aldı) ve: inşâallâh, hepiniz, emîn emîn Mısır´da sakin olunuz! dedi. Babasını ve Anasını, Tahtının üstüne çıkartıp oturttu.

Hepsi, onun için secde ettiler.[100]

(Yûsuf):

Ey Babam! dedi, işte, bu, evvelce gördüğüm rü´yânın gerçekleşmesidir.

Gerçekten, Rabb´im, onu, doğru çıkardı. Bana, iyilik etti.

Çünkü, beni, zindandan çıkardı.

Şeytan, benimle kardeşlerimizin arasını bozduktan sonra da, O, sizi, çölden getirdi.

Şüphesiz ki, Rabb´im, dilediği şeyleri, çok güzel, çok ince tedbir edendir.

Hakkıyle bilen, tam hikmet sahibi olan O´dur.

Yâ Rab! Sen, bana mülk(ü saltanat) ve sözlerin te´vîlinden bir ilim verdin.

Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, Âhirette de, benim Yâr´im, Sensin!

Benim canımı, Müslüman olarak al!

Beni, Sâlihler´e kat! [101]

Yâkub Aleyhisselâmın Suçlu Oğulları İçin İstiğfar Edişi:
Yüce Allah; Yâkub Aleyhisselâmın ev halkını Mısır´da topladığı zaman, suçlu oğulları, birbirlerine:

“Şeyh Yâkub´a ve Yûsuf´a, neler yaptığınızı, biliyorsunuz değil mi?” diye sorup,

“Evet! dediler, eğer, onlar, sizin suçlarınızı, bağışlarlarsa, Rabb´inizle olan du­rumunuz nasıl olacak?

İşinizin doğrulması, düzelmesi, Şeyh´e gitmenizdir!” dediler.

Yâkub Aleyhisselâmın yanına varıp önüne oturdular.

Yûsuf Aleyhisselâm da, Babasının yanında oturuyordu.

“Ey Babamız! Biz, sana, şimdiye kadar gelmediğimiz bir iş hakkında geldik.

Başımıza, şimdiye kadar bir benzeri daha gelmeyen bir iş geldi!

Peygamberler, halkın en merhametlisidirler!” dediler.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Ey oğulcuklarım! Ne var başınızda?” diye sordu.

“Bizim tarafımızdan sana ve kardeşimiz Yûsüf´e karşı yapılmış olanları, bili­yorsun değil mi?” dediler.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Evet! Biliyorum!” dedi. “Sizler, bizi affettiniz değil mi?” dediler. Yâkub Aleyhisselâmla Yûsuf Aleyhisselâm: “Evet!” dediler.

“Eğer, Yüce Allah, bizleri, affetmeyecek olursa, sizin, bizleri affetmeniz, bizi Allah´ın azabından kurtarmaz!” dediler.

Yâkub Aleyhisselâm:

“Ey oğulcuklarım! Benden, ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu.

“Bizim için, Allah´a dua etmeni, Allah tarafından vahiy geldiği zaman, bizi, af-´etmesini, kendisinden dilemeni, istiyoruz.

Eğer, dileğin kabul edilir de, hepimiz affedilirsek, gözlerimiz aydın ve kalbleri-miz mutmain ve müsterih olacaktır.

Aksi takdirde, bizim için dünyada ebediyen göz aydınlığı ve sevinç olmayacak­tır!” dediler.

Bunun üzerine, Yâkub Aleyhisselâm, ayağa kalkıp kıbleye yöneldi.

Yûsuf Aleyhisselâm da, Onun arkasında ayakta durdu.

Kardeşlerin hepsi de, zelil ve huşulu olarak ikisinin arkasında ayakta durdular.

Yâkub Aleyhisselâm, dua etti.

Yûsuf Aleyhisselâm da, âmîn! dedi.

Uzun yıllardan sonra, Yâkub Aleyhisselâmın vefatına yakın, Cebrail Aleyhis­selâm gelip oğulları hakkındaki duasının kabul edildiğini, onların, yaptıkları şey-terden affedildiklerini müjdeledi.[102]

Yâkub Aleyhisselâmın Çocuklarına Vasiyeti Ve Vefatı:
Yâkub Aleyhisselâm; bütün ev halkıyla birlikte Mısır´a geldikten sonra, Yûsuf Aleyhisselâmın yanında on yedi yıl oturdu.[103]

Yâkub Aleyhisselâm, ölüm döşeğine düşünce, oğullarına:

“Benden (vefatımdan) sonra, neye ibadet edeceksiniz?” diye sorduğu zaman:

“Senin İlâhına ve Babaların İbrahim´in, İsmail´in, İshak´ın bir tek İlâh olan Al­lah´ına ibadet edeceğiz! Biz, Ona teslim olmuş (Müslüman)larız!” dediler.[104]

“Ey oğullarım! Allah, sizin için (İslâm) dini(ni) beğenip seçti.

O halde, siz de, ancak, Müslümanlar olarak can veriniz!” (dedi).[105]

Yâkub Aleyhisselâm, vefat edeceği sırada, bütün oğulları ve oğullarının oğul­ları toplandı.

Yâkub Aleyhisselâm, onlara bereket duası yaptı. Onlardan her birisi için birer söz söyledi.

Kılıcını ve yay´ını, Yûsuf Aleyhisselâma verdi. [106]

Cesedinin götürülüp Babası ishak Aleyhisselâmın kabirinin yanına gömülme­sini, ona vasiyet etti. [107]

Yâkub Aleyhisselâm, yüz kırk yedi yaşında vefat etti. [108] Ona ve gönderilen bü­tün Peygamberlere Selâm olsun!

Mısır halkı, ona, yetmiş gün ağladılar. [109]

Yûsuf Aleyhisselâm, doktorlara emretti: Babasının cesedini, güzel koku ile ko-kuladılar.

Cesed, kırk gün, koku içinde bekletildi. [110]

Yûsuf Aleyhisselâm, Babasının, saç´dan tâbut´a konulan[111] cesedini, ev hal­kının yanına gömmeğe gitmek üzere, Mısır Kralından izin istedi. İzin verilince´[112], yanında, askerler, kardeşleri ve Mısırlıların büyükleri olduğu halde, gitti. [113] Hab-run´a vardı. [114]

Ays b. İshak Amca´nın vefatı da, o güne rastladığı için, bir anneden ikiz olarak doğdukları gibi, Yâkub Aleyhisselâmla Ays b. İshak Aleyhisselâm, aynı günde bir kabre de, birlikte gömüldüler. [115]

Yûsuf Aleyhisselâma, orada, yedi gün baş sağlığı dilendikten sonra yurdlarına döndüler.

Yûsuf Aleyhisselâmın kardeşleri de, Babasından dolayı, Yûsuf Aleyhisselâma taziyede bulundular. [116]

Yâkub Aleyhisselâmın defninden boşaldıktan sonra, Yûsuf Aleyhisselâm: “Benimle birlikte Mısır´a dönünüz!” deyince, kardeşleri, korktular. “Babamız, sana, bizim suçumuzu, bağışlamanı, tavsiye etmişti ya!?” dediler. Yûsuf Aleyhisselâm:

“Siz, benden korkmayınız!

Çünkü, ben, Allâh´dan korkan bir kimseyim!” dedi.

Bunun üzerine, kalbleri rahatlaşan kardeşleri, Mısıra döndüler ve orada oturdular. [117]

Yûsuf Aleyhisselâmın Mâliye Vezirliği:

Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır´a on yedi yaşında gelmişti.

Mısır Azîz´inin evinde on üç yıl kaldı.

Otuz yaşında bulunduğu sırada, Mâliye Vezîri oldu. [118]

Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır´da vazifesini, adaletle yerine gteirdiği için, kadın er­kek… herkesin sevgisini kazandı. [119]

Kendisi, kıtlık günlerinde, doyasıya yemek yemezdi. [120]

“Yer yüzünün hazineleri elinde iken, ne için aç duruyor, karnını doyuramıyor­sun?” denildiği zaman:

“Tok olursam, [121] açları, unuturum diye korkarım” derdi. [122]

Yûsuf Aleyhisselâm; Kralın aşçısına, Krala, geceli gündüzlü bir günde öğle vak­tinde bir kere yemek vermesini emretti.

Bununla da, Kral´m, açlığı tadıp açları, unutmamasını ve muhtaçlara ihsanda bulunmasını sağlamak istedi.

Aşçı, böyle yaptı.

Artık, Kralların, yemeklerinin, gün ortasında verilmesi âdet oldu. [123]

Yûsuf Aleyhisselâmın Kıtlık Yıllarında Halkı Hükümete Besleten Bir Uygulaması:
Gelen ilk kuraklık ve kıtlık yılı, bolluk yıllarında hazırlanan her şeyi silip süpü­rüp yok etti.

Mısır halkı, bu ilk yılda, bütün altun ve gümüşlerini verip Yûsuf Aleyhisselâm´-dan, yiyecek satın aldılar.

Mısır´da ne bir dirhem, ne de, bir dinar kaldı. Hepsini, böylece, Devlet aldı.

Halk, ikinci yılda, bütün zinet eşyalarını, takımlarını verip Devletten, yiyecek satın aldıiar.

Halkın elinde bir şey kalmadı.

Halk, üçüncü yılda, büyük küçük baş hayvanlarını verip Devletten yiyecek sa­tın aldılar.

Dördüncü yılda, halk, bütün erkek, kadın kölelerini verip Devletten, yiyecek satın aldılar.

Halkın elinden alınmadık ne bir erkek, ne de, bir köle kadın kaldı.

Beşinci yılda, halk, arazi, akar ve evlerini verip Devletten, yiyecek satın aldılar.

Halkın elinde hiç bir mülk kalmadı.

Altıncı yılda, halk, çocuklarını verip Devletten, buğday veya arpa satın alır oldular.

Hiç bir kimsenin köle olmadık ne oğlan, ne de, kız çocuğu kalmadı. Yedinci yılda, halk canlarını, Devlete satıp Devletten, yiyecek satın aldılar. Mısır´da Kralın eline geçmeyen ne bir hür, ne de, erkek veya kadın köle kaldı.

Bundan sonra, Yûsuf Aleyhisselâm, bu icrâatını, nasıl bulduğunu sorup takdir ve tasvip ile karşıladığını söyleyen Mısır Kralı Firavun Reyyan´a:

“Ben, Allah´ı ve Seni şâhid tutarım ki: Bütün Mısır halkını âzâd ettim ve kendi­lerine, mülklerini, akarlarını, kölelerini ve oğullarını geri verdim!” dedi.

Halk, Yûsuf Aleyhisselâmın bu işinden hayretlere düştüler:

“Vallahi, biz, bundan daha şanlı ve daha büyük bir Vezîr görmedik! dediler. [124]

Yûsuf Aleyhisselâmın Evlenmesi Ve Doğan Çocukları:

Mısır Kralı; Yûsuf Aleyhisselâmı, ölen Vezîr´in karısı Rail[125] ile evlendirdi. Yûsuf Aleyhisselâm, Râil´e:

“Senin, vaktiyle benden istemiş olduğun şeyden, böylesi, daha hayırlı değil midir?” dedi.

Râil:

“Ey dost! Sen, beni, kınama!

Gördüğün gibi, ben, devlet ve dünya nimetleri içinde yaşayan güzel bir kadın idim.

Efendimin ise, kadınlarla teması yoktu.

Allah, seni de, olduğun gibi, güzel suret ve heyette yaratmıştı. Gördüğün gibi, nefsim, bana, galebe çalmıştı!” dedi. Yûsuf Aleyhisselâmın, Râil´i, bakire bulduğu da, söylenir.

Yûsuf Aleyhisselâmın, Râil´den, Efrâim ve Mîşa´ adındaki oğulları doğ-muştur. [126] Efrâim; Yûşa´ b. Nün, b. Efrâim Aleyhisselâmın dedesidir.

Mîşa´ın da, Mûsâ adında bir oğlu olup kendisi, Mûsâ b. İmran Aleyhisseiâm-dan önce Peygamber olmuştu.

Tevrat Ehli ise, Hızır Aleyhisselâmı arayan Mûsâ b. İmran Aleyhisselâmın, bu, Mûsâ b. Mîşa´ olduğunu zan ve iddia etmekle[127], ağır bir yanılgıya düşmüşler, yalan söylemişlerdir. [128]

Yûsuf Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:

Yûsuf Aleyhisselâm; daha on yedi yaşında bulunduğu ve kuyuya bırakıldığı sı­rada[129], İlâhî Vahy´e mazhar kılınmış[130], Rabb´i tarafından beğenilip seçil-miş[131], tâatta ihlâsa erdirilmiş kullardan1[132] bir Peygamberdi[133].

Amr b. Imlak, b. Lavez, b. Sâm soyundan gelen Mısır kralı İkinci Firavun[134]´ Reyyan b. Velîd´i, Allah´a imana davet edip iman ettirmişti.

Onun ölümünden sonra, yerine aynı soydan gelen Kabus b. Musab b. Muâvi-ye´yi de, imana davet etmiş ise de, ona, kabul ettirememişti[135]

Kendisi, kâfir[136] ve zorba idi. [137]

Yûsuf Aleyhisselâm, Kral´a ve ileri gelenlerine apaçık burhanlar getirdiği hal­de, onlar, onun getirdiği şeyler hakkında hep şüphe edip durdular.

Hattâ, Yûsuf Aleyhisselâm, vefat edince de:

“Bundan sonra, Allah, asla Peygamber göndermez!” dediler.

Allah, haddi aşan şüpheci kimseleri, işte, böyle şaşırtır. [138]

Yûsuf Aleyhisselâmın Vefatı:
Yûsuf Aleyhisselâm; Babası Yâkub Aleyhisselâmın vefatından sonra, yirmi üç yıl daha yaşadı.[139]

Yûsuf Aleyhisselâm; vefatı yaklaştığı sırada, İsrail oğulları kavminden seksen erkeği yanına topladı.

Onlara; ecelinin geldiğini, yakında vefat edeceğini, Kıbtîlerden tanrılık iddia­sında bulunacak bir zorbanın kral olup İsrail oğullarının doğan erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını, bırakacağını ve İsrail oğullarına işkencenin en kötüsünü tattıracağını, saltanatının, uzun müddet süreceğini, sonra, İsrail oğullarından La-vi b. Yâkub´un oğullarından Mûsâ b. İmran adında, uzun boylu, kıvırcık saçlı, es­mer tenli bir zat çıkacağını, Yüce Allah´ın, onun eliyle İsrail oğullarını, Kıbtî Fira-vun´un elinden kurtaracağını haber verdi.[140]

Mısırdan çıkıp giderlerken, cesedini, Babalarının yanına gömülmek üzere, yan­larında götürmelerini vasiyet[141], kardeşi Yehuza´yı da, İsrail oğullarının üzerine Halîfe tayin etti. [142]

Yûsuf Aleyhisselâm, vefat ettiği zaman, yüz yirmi yaşında idi. [143] Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm olsun!

Yûsuf Aleyhisselâmın cesedi, kokulanıp mermer bir tabut içine konuldu. [144] Nil nehrinin kenarına gömüldü. [145]

Üzerine, su salınıp kabir, su altında, bırakıldı. [146]

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yûsuf Aleyhisselâmla Karşılaşıp Selamlaşması:

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Mîrac gecesinde Cebrail Aleyhisselâm-la birlikte üçüncü kat göğe yükseldiler.

Cebrail Aleyhisselâm, göğün kapısını çaldı, göğün bekçisine:

“Aç!” dedi.

“Sen, kimsin?” denildi.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Cebrail´im!” dedi.

“Yanında kimse var mı?” diye soruldu.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Muhammed (Aleyhisselâm) var!” dedi.

“O (Mîrac için) gönderildi mi?” diye soruldu.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Gönderildi!” dedi.

Kapı, açılınca, kendisine, güzelliğin yarısı verilmiş olan Yûsuf Aleyhisselâmla karşı-

laştılar. [147]

Peygamberimiz Aleyhisselâm:

“Ey Cebrail! Kim bu?” diye sordu.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Bu, senin kardeşin Yûsuf b. Yâkub (Aleyhisselâm)dır. [148]

Selâm ver ona!” dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselâm, selâm verdi.

O da, Peygamberimiz Aleyhisselâma mukabele ettikten sonra:

“Hoş geldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih Peygamber!” dedi. [149]

——————————————————————————–

[1] ibn.Sa´d-Tabakat c.1,s.54, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.96, Buharî-Sahih c.4,s.121, Tirmizî-Sünen c.5,s.293, Hâkim-Müstedrek c.2,s.347, 571, Sâlebî-Arais s.108, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaralülebrar c.1,s.127 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.194,199.

[2] ibn.Kuteybe-Maarif s.18,19, Yâkubî-Tarih c.1,s.3O, Taberî-Tarih c.1,s.163, Sâlebî-Arais s.102, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/271.

[3] Sâlebî-Arais s. 109.

[4] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.290-291, Muhyiddin b.Arabî-Muhadara c.1,s.1O3, Zehebî-Tarihulislam-Sîre s.531, Hâkimden naklen Ebülfida-Tefsir c.2,s.252, Süyûtî-Hasaisülkübrâ c.2,s.129.

[5] Ibn.Ebî-Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, A.b.Hanbel-Müsned c.3,s.148, Müslim-Sahih c.1,s.146, Taberî-Tarih c.1,s.169, Beyhakî-Delail c.2,s.179 Begavî-Mesabîhussünne c.2,s.179.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/271.

[6] Taberî-Tarih c.1,s.169-l70, Salebî-Arais s. 133.

[7] Salebî-Arais s.133, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.137.

[8] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Sâlebî-Arais s.133, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[9] Taberî-Tarih c.1,s.17O.

[10] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.133, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[11] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[12] Taberî-Tarih c.1,s.170.

[13] Sâlebî-Arais s.133, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[14] Yâkubî-Tarih c.1,s.3O.

[15] Yâkubî-Tarih c.1,s.3O, Taberî-Tarih c.1,s.165, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.47, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

[16] Yûsuf: 4-101.

[17] Taberî-Tarih C.1.S.165, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[18] Sâlebî-Arais s.110-111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[19] Sâlebî-Arais s.111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[20] Sâlebî-Arais s.111.

[21] Sâlebî-Arais s.111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[22] Sâlebî-Arais s.111.

[23] Salebî-Arais s.111, ibn.Esîr-Kamil c.1,s.138.

[24] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.138.

[25] Veya en büyükleri olan Rubil (Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.200).

[26] Salebî-Arais s.111, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[27] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

[28] Sâlebî-Arais s. 111 ?112.

[29] Ebülferec ibn.Cevzî Tabsıra c.1,s.178.

[30] Sâlebî-Arais s.112, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

[31] Sâlebî-Arais s.112.

[32] Sâlebî-Arais s.112, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[33] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Sâlebî-Arais s.113, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[34] Aynı kaynaklar.

[35] Taberî-Tarih c.1,s.17O.

[36] Salebî-Arais s.113, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

[37] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.178.

[38] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.113, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[39] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.178-179.

[40] Sâlebî-Arais s.113.

[41] Taberî-Tarih c.1s.17O, Salebî-Arais s.113, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[42] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179.

[43] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.113, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[44] Sâlebî-Arais s.113.

[45] Taberî-Tarih c.1,s.171, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[46] Salebî-Arais s.113.

[47] Taberî-Tarih c.1,s.170, Salebî-Arais s.113, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

[48] Sâlebî-Arais s.113, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179.

[49] Sâlebî-Arais s.113.

[50] Salebî-Arais s.113, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179.

[51] Taberî-Tarih c.1,s.17O, 171, Sâlebî-Arais s.113, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

[52] Taberî-Tarih c.1,8.171, Sâlebi-arais s.113.

[53] Aynı kaynaklar.

[54] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.103, Taberî-Tarih c.1,s.172, Salebî-Arais s.114, ibn.Esir-Kâmil c.1 s 155.

[55] Sâlebî-Arais s.114.

[56] Taberî-Tarih c.1,s.171, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[57] Sâlebî-Arais s. 114-115.

[58] Sâlebî-Arais s.115, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[59] Salebi-Arais s. 115.

[60] Sâlebî-Arais s.116, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

[61] Taberî-Tarih c.1,s.176, Salebî-Arais s.116.

[62] Salebî-Arais s.116.

[63] Salebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[64] Sâlebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[65] Sâlebî-Arais s.116, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil ds.141.

[66] Sâlebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14t.

[67] Sâlebî-Arais s.116.

[68] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.117, Ebülferec-Tabsırac.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141,Ebütfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.202.

[69] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.117, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

[70] Sâlebî-Arais s.117.

[71] Taberî-Tarih c.1,s.171, 172, Sâlebî-Arais s.117.

[72] Taberî-Tarih c.1,s. 171, 172.

[73] Sâlebî-Araiss.117.

[74] Sâlebî-Arais s.117, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[75] Salebi-Arais S.118.

[76] Taberî-Tarih c.1,s.172, Şalebî-Arais s.118, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.147.

[77] Taberî-Tarih c.1,s.172, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

[78] Sâlebî-Arais s.118, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

[79] Sâlebi-Arais s.118.

[80] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.118, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ,s.2O2.

[81] Taberî-Tarih c.1,s.172, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

[82] Taberî-Tarih c.1,s.172-173, Sâlebî-Arais s.118, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/271-280.

[83] Sâlebî-Arais s.118.

[84] Taberî-Tarih c.1,s.173, Sâlebî-Arais s.118-119, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.142.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/280.

[85] Yâkub Aleyhisselâmın oğullarının sermayeleri: satmak üzere Mısır´a götürdükleri yapağı, erimiş tereyağı (Taberî-Tefsir c.13,s.51, Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.34O, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253) keş peyniri veya ku­ru yoğurt, kavut (Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.34O), deri, papuç. (Sâlebî-Arais s.130-136, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253) gibi şeylerdi.

[86] Yûsuf Aleyhisselâm, ona: ismin nedir? diye sordu. Bünyamin: Bünyamin! dedi. Yûsuf Aleyhisselâm: Bünyamin, ne demektir? diye sordu. Doğduğu zaman, anası ölüp gaybolan, yiten demektir, dedi. Yûsuf Aleyhisselâm: Ananın ismi nedir? diye sordu. Bünyamin: Râhıl´dir. dedi. (Sâlebî-Arais s.131) Yûsuf Aleyhisselâm:

Yok olan o kardeşin Yusuf´a karşılık, benim, sana kardeş olmamı, arzu eder misin? diye sordu. Bünyamin:

Ey Hükümdar! Senin benzerin bir kardeşi kim bulabilir?

Seni, ne Yâkub, ne de, Râhıl dünyaya getirmiş değil ki?! deyince, Yûsuf Aleyhisselâm, ağladı. Kalkıp Bünya-min´in yanına vardı, onu, bağrına bastı. (Sâlebî-Arais s.131, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra C.1,S.18O).

[87] Yûsuf Aleyhisselâm; çocukluk çağında annesi Râhıl´in babası Laban´ın altın putunu alıp kırmış ve yola atmıştı. (Taberî-Tarih c.1,s.183, Sâlebî-Arais s. 133)

Böyle yapmasını, kendisine, Müslüman olan annesinin emrettiği rivayet edilir. (Sâlebî-Arais s. 133) Yâkub Aleyhisselâm, Dayısı ve kaim pederi Lebanın yanından ayrılıp Beytülmakdis´e gideceği sırada, yol azık­ları bulunmadığı için, Zevcesi Râhıl´in, oğlu Yûsuf Aleyhisselâma “Babamın putlarından bir put al. Belki, yiye­ceğimizi onunla sağlarız, dediği ve onun da aldığı rivayeti de, vardır. (Taberî-Tarih c.1,s.165).

[88] Rüzgâr, sekiz gecelik, günlük mesafeden, Yûsuf Aleyhisselâmın kokusunu, Yâkub Aleyhisselâma getirmişti.

(Taberî-Tarih c.1,s.185, Sâlebî-Arais s. 138, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.216).

[89] Yûsuf: 4-98.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/281-292.

[90] Taberî-Tarih c.1,s.185, Salebî-Arais s.138, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.154.

[91] Sâlebi-Arais s. 139

[92] Taberî-Tarih c.1,s.187, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.181, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.127, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2l8, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41

[93] Sâlebî-Arais s. 140

[94] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.218

[95] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebi-Arais s. 140

[96] Sâlebî-Arais s. 139-140

[97] Mısır Kiralı Firavun´un da, karşılamağa gittiği rivayet edilir. (İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O)

[98] Taberî-Tarih c.1,s.186, Sâlebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155

[99] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.218.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/293.

[100] Bu secde; namaz ve ibadet secdesi değil, Meleklerin, Âdem Aleyhisselâma secdeleri kabilinden olup Ululama ve Selâmlama secdesi idi. (Sâlebî-Arais s.29).

O zaman, insanların selâmları, birbirlerine secde etmekti. (Taberi-Tarih c.1,s.1Ş6, Sâlebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155) Bu da, alnı, yere koymak suretiyle değil (Salebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155) hâlen krallara yapıldığı gibi selâmlama sırasında tevazu ile eğilmek suretiyle yapılırdı. (İbn.Esîr-Kâmil c.1,s .155)

[101] YÛSüf: 99-101.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/293-294.

[102] Sâlebî-Araiss.140-141.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/294-295.

[103] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Yâkubî-Tarih c.1,s.3O, Taberi-Tarih c.1,s.187, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.155, Muhyiddin b.Arabî-Muhadara c.1,s.127, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O, Ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4l.

[104] Bakare: 133.

[105] Bakare: 132 .

[106] Yâkubî-Tarih c.1,s.31-32.

[107] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.141, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.156, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[108] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.198, Salebî-Arais s.141, M.b.Arabî-Muhadaratülebrar c.1,s.126.

[109] Yâkubî-Tarih c.1,s.32, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.l,s.22O.

[110] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[111] Sâlebî-Arais s.141.

[112] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[113] Sâlebî-Arais s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[114] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[115] Sâlebî-Arais s.141.

[116] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[117] Yâkubî-Tarih c.1,s.32.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/295-297.

[118] Taberî-Tarih c.1,s.178, Sâlebî-Arais s.118, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.147, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar C.1.S.127.

[119] Sâlebî-Arais s.128, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.21O.

[120] Sâlebî-Arais s.129, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.18O.

[121] İbn.Kuteybe-Uyûnul´ahbar c.2,s.4O4, Sâlebî-Arais s.129, Hâzin-Tefsir c.3,s.27.

[122] İbn.Kuteybe-Uyûnul´ahbar c.2,s.4O4, Sâlebi-Arais s.129, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.18O, Hâzin c.3,s.27.

[123] Sâlebî-Arais s.129, Hâzın-Tefsir c.3,s.27.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/297.

[124] Sâlebî-Arais s. 128-129

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/297-298.

[125] Züleyha (İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O).

[126] Taberî-Tarih c.1,s.178 Sâlebî-Arais s.128, Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.147

[127] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48

[128] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, 120, 121, Buharî-Sahih c.1,s.38, c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/298-299.

[129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.128, Taberî-Tarih c.1,s.172, Salebî-Arais s.114, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.155.

[130] Yûsuf: 15, Taberî-Tarih c.1,s.171, Sâlebî-Arais s.114, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.198-199.

[131] Yûsuf: 6.

[132] Yûsuf: 24.

[133] En´am: 84, İbn.Sa´d-Tabakat c.1,s.54.

[134] İbn.Habîb-Kitabülmuhabber s.467.

[135] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.167, İbn.Esır-Kâmil c.1,s.147,Muhyiddin b.Arabî-muhadara c.1,s.127.

[136] Taberî-tarih c.1,s.187.

[137] Yâkubî-Tarih c.1,s.33, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s,.4O, Sâlebî-Arais s.167.

[138] Mü´min: 34.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/299.

[139] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.142, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155, İbn.Arabî-Muhâdara c.1,s.127, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41

[140] Bunun üzerine, İsrail oğullarından herkes, doğan oğluna İmran, İmran ismindeki kimseler de, doğan oğulları­na Musa ismini koymağa başladılar. (Sâlebî-Arais s.141).

[141] Taberî-Tarih c.1,s.187, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O

[142] Sâlebî-Arais s.141-142

[143] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.142, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155, ibn.Arabî-Muhadara c.1,s.127, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41.

[144] Sâlebî-Arais s.142, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

[145] Taberî-Tarih c.1,s.187.

[146] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.197.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/300.

[147]ibn.Ebi-Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.148. Müslim-Sahih c.1,s.146, Beyhaki Delâilünnübüwec.2,s.18,Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ c.1,s.137, ibn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, ibn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.

[148] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.2,s.48.

[149] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.208-209, Buhari-Sahih c.4,s.248.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/300-301.

 

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.