Hazreti Aliyi üstün görüp diğer sahabeleri küçük görmek
Sahabelere Hakaret Peygambere Hakaret gibidir.
Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahu anhum) gibi sahabelere hakaret eden ŞİA gibi bazı fırkalara, bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat adlı eserinin 80. mektubunda reddiye yapıyor. Sizin için sadeleştirme yaptık. Bu mektubu imkanınız varsa ezberleyin ki, sapıklara kolayca reddiye yapabilesiniz. İşte o reddiye…
Hak teâlâ, Muhammed Mustafânın nûrlu caddesinde yürümek nasip eylesin! İş budur. Bundan başkası hiçtir.
Hadis-i şerifte, müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu yetmişüç fırkadan herbiri, islâmiyete uyduğunu iddiâ etmektedir. Cehennemden kurtulacağı bildirilen bu fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Mü’minûn sûresi, ellidördüncü ve Rûm sûresi otuzikinci âyetinde meâlen, (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir) buyuruldu. Hâlbuki, bu çeşidli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alâmetini, işaretini, Peygamberimiz şöyle bildirmektedir: (Bu fırkada olanlar, benim ve Eshâbımın gittiği yolda bulunanlardır).
İslâmiyetin sahibi kendini söyledikten sonra, Eshâb-ı kirâmı da, söylemesine lüzûm olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshâbımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshâbımın gittiği yoldur) demektir. Nitekim Nisâ sûresi, yetmişdokuzuncu âyetinde meâlen, (Resûlüme itaat eden, elbette Allahü teâlâya itaat etmiştir) buyuruldu.
Resûle itaat, Hak teâlâya itaat demektir. Ona uymamak, Allahü teâlâya isyândır. Allahü teâlâya itaatin, Resûlüne itaatten başka olduğunu sananlar için nâzil olan, Nisâ sûresinin, (Allahü teâlânın yolu ile, Resûlünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. Senin söylediklerinin bazısına inanırız, bazısına inanmayız diyorlar. İkisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar.
Bunlar, elbette kâfirdir) meâlindeki yüzkırkdokuzuncu âyeti, bunların kâfir olduklarını bildiriyor. Eshâb-ı kirâmın yolunda gitmeyip de, Peygambere uyduğunu söyliyen, yanılıyor. Ona uymuş değil, isyân etmiş oluyor. Böyle yol tutan, kıyâmette kurtulamıyacaktır. Mücâdele sûresinin, (Doğru birşey yaptıklarını sanıyorlar. Biliniz ki, onlar yalancıdır, kâfirdir) meâlindeki onsekizinci âyeti bu gibilerin hâlini gösteriyor.
Eshâb-ı kirâmın yolunda giden, hiç şüphe yok ki, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Allahü teâlâ, bu fırkanın yorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükâfat versin! Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. Çünkü, Peygamberimizin Eshâbına dil uzatan, bunlara uymaktan, elbette mahrumdur.
[Şî’îler, oniki kısmdır. Her kısmı da kollara ayrılmıştır. Bazısı abdestsiz, gusülsüz gezer. Namaz kılanları azdır. Hepsinin îtikadı, inanışı Ehl-i sünnetten ayrıdır. Alevî değildirler. (Alevî), Ehl-i beyti seven, onların yolunda giden kimse demektir. İmâm-ı Aliye ve bunun Hz. Fâtımadan olan çocuklarına (Ehl-i beyt) denir.
Ehl-i beyti sevmek şerefini Ehl-i sünnet kazanmış, onları sevmeği, onların yolunda bulunmağı, son nefeste îman ile gitmenin alâmeti, işareti demiştir. O hâlde alevî, Ehl-i sünnettir. Bunun için, alevî olmak isteyen kimsenin, Ehl-i sünnet olması lâzımdır. Bugün, zındıklar ve müslümanlıkla ilgileri olmıyan kimseler, mübârek Alevî ismini Ehl-i sünnetten alıp, kendilerine mal etmek istiyorlar. Bu güzel ismin gölgesi altında, gençleri aldatmaya, Resûlullahın yolundan ayırmaya uğraşıyorlar. Bu konuda, (Eshâb-ı kirâm) ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitaplarımızda geniş bilgi vardır.]
Mu’tezilî fırkası ise, sonradan meydana çıkmıştır. Bunun kurucusu olan Vâsıl bin Atâ, Hasen-i Basrînin talebesinden idi. Îman ile küfür arasında, bir üçüncü kısm bulunduğunu söyliyerek, Hasen-i Basrînin yolundan ayrıldığı için, Hasen-i Basrî, buna (İ’tezele annâ) buyurdu ki, bizden ayrıldı demektir. Diğer bütün fırkalar da, sonradan meydana çıktı.
Eshâb-ı kirâma dil uzatmak, Allahü teâlânın Peygamberine dil uzatmak olur. (Eshâb-ı kirâma saygı göstermiyen, Allahü teâlânın Resûlüne îman etmemiştir) buyuruldu. Çünkü, onların kötülenmesi, sahiplerinin, efendilerinin kötülenmesi olur.
Böyle yanlış îtikata düşmekten, Allahü teâlâya sığınırız! Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkan ahkâmı bizlere getiren, Eshâb-ı kirâmdır. Onlara dil uzatılınca, onların getirdiği şey de, kıymetten düşer. İslâmiyeti bizlere getiren, Eshâb-ı kirâm arasından belli kimseler değildir. Bunda, herbirinin hizmeti, payı vardır. Hepsi adalette, doğrulukta, öğretmekte müsâvîdir. Eshâb-ı kirâmdan herhangi birine dil uzatılınca, dîn-i islâm kötülenmiş, söğülmüş olur. Allahü teâlâ, bu çirkin hâle düşmekten hepimizi korusun!
Eshâb-ı kirâma söğen eğer, (Biz, yine Eshâb-ı kirâma uyuyoruz. Onların hepsine uymak, şart değildir. Hattâ mümkün değildir. Çünkü, sözleri birbirine uymıyor. Yolları başka başkadır) derse,bunlara deriz ki: Eshâb-ı kirâmdan bazısına uymuş olmak için, hiçbirini inkâr etmemek lâzımdır. Bir kısmını beğenmeyince, başka kısmına uyulmuş olamaz.
Çünkü, meselâ Emîr [Ali], diğer üç halîfeyi büyük biliyor, hurmet ediyor ve uyulmaya lâyık olduklarını biliyordu. Bunlara, seve seve bi’at etmiş, hilâfetlerini kabûl etmişti. Diğer üç halîfeyi sevmedikçe, Emîre uyduğunu söylemek yalan olur, iftirâ olur. Hattâ, Emîri beğenmemek, onun sözlerini, hareketlerini, kabûl etmemek olur. Allahü teâlânın arslanı Ali için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, câhilce, ahmakca söz olur.
Allahın arslanının, o kadar ilim ve kahramanlığı ile, tâm otuz sene, üç halîfeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık ettiğini hangi akıl kabûl eder? En aşağı bir müslüman bile böyle iki yüzlülük yapamaz. Emîri bu kadar küçülten, âciz, hîleci ve münâfık yapan böyle sözlerin çirkinliğini anlamak lâzımdır. Allah göstermesin, Emîrin böyle olduğunu, bir ân kabûl etsek bile, Peygamber efendimizin bu üç halîfeyi medh etmesine, büyültmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? Peygamber efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? Hâşâ! Bu, hiç olamaz.
Peygamberin doğruyu bildirmesi vâcibdir. İdare ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. Mâ’ide sûresi, yetmişinci âyetinde meâlen, (Ey kıymetli Resûlüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaştır! Bunları, doğru bildirmezsen, Peygamberlik vazîfeni yapmamış olursun! Allahü teâlâ, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur) buyuruldu.
Kâfirler diyordu ki, Muhammed, vahy olunan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. Bunun üzerine, bu âyet-i kerime gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. Peygamberimiz, âhırete teşrîf edinceye kadar, üç halîfeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. Demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hatâ olamaz, yanlış yol olamaz.
Îman edilecek şeylerde Eshâb-ı kirâmın hepsine uymak lâzımdır. Çünkü, îtikat edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yoktur. Fürû’da, yâni yapılacak işlerde ayrılma olabilir.
Eshâb-ı kirâmdan birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünkü, hepsinin îmanı, îtikadı birdir. Birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. Tekrar söyliyelim ki, islâmiyeti bizlere bildiren, onların hepsidir.
Onların herbiri âdildir, doğrudur. Herbirinin islâmiyette bildirdiği birşey vardır. Herbiri âyet-i kerimeleri getirerek, Kur’an-ı kerim toplanmıştır. Bir kısmını beğenmiyen, islâmiyeti bildireni beğenmemiş olur. Görülüyor ki, bu kimse, islâmiyetin hepsini yapmamış olur. Böyle olan da, Cehennemden kurtulabilir mi? Bekara sûresi, seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Kur’an-ı kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle yapanların cezâsı, dünyada, rezil, rüsvâ olmaktır. Âhırette de, en şiddetli azâba atılacaklardır) buyuruldu.
Kur’an-ı kerimi Hazreti Osman topladı. Hattâ, Ebû Bekr-i Sıddîk ile Ömer-ül Fârûk topladı. Görülüyor ki, bu büyükleri kötülemek, Kur’an-ı kerimi kötülemeye kadar gidiyor. Allahü teâlâ, bütün müslümanları, böyle belâya düşmekten korusun! Şî’î mezhebinin müctehidlerinden birine sordular ki: Kur’an-ı kerimi, Osman toplamıştır. Onun toplamış olduğu, bu Kur’an için ne dersiniz? Ona bir kusur bulmakta, hiç fayda göremem. Çünkü, Kur’an-ı kerime dil uzatılırsa, din yıkılır dedi.
Aklı olan kimse, Peygamber efendimizin vefât ettiği gün, Eshâb-ı kirâmın hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. Hâlbuki o gün, Eshâb-ı kirâmdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve seve Ebû Bekr-i Sıddîkı halîfe yaptı. Otuzüçbin Sahâbînin, yanlış bir işte, söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Peygamberimiz, (Ümmetim yanlış bir iş üzerinde, söz birliği yapmaz!) buyurmuştu.
Emîrin önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi. Kendisi de böyle olduğunu bildirmiş ve (Konuşmaya geç çağrıldığım için üzülmüştüm. Yoksa, iyi biliyorum ki, Ebû Bekr hepimizden üstündür) buyurmuştu. Kendisinin geç çağrılmasının sebebi vardı. Yâni, o zaman, Ehl-i Beytin arasında idi. Onları tesellî ediyordu.
Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmı arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. Çünkü onların mübârek nefsleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuştu. Emmârelikten kurtulmuş, itmînâna kavuşmuştu. Onların bütün istekleri, islâmiyete uymaktı. Ayrılıkları, ictihâd ayrılığı idi.
Doğruyu meydana çıkarmak içindi. Yanılanlarına da, Allahü teâlâ bir derece sevap verecektir. Doğru olanlara, en az iki derece vardır. O büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz. Herbiri için hep iyi söylemeliyiz.
Ehl-i sünnetin en büyük âlimlerinden imam-ı Şâfi’î buyurdu ki, (Allahü teâlâ, ellerimizi, o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi bulaştırmayalım). Yine buyurdu ki, (Resûlullahdan sonra, Eshâb-ı kirâm çok düşündü. Yer yüzünde Ebû Bekr-i Sıddîktan daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halîfe yaptılar. Onun emrine girdiler). İmâm-ı Şâfi’înin bu sözü de, Hz. Alînin hiç ikiyüzlü olmadığını ve Ebû Bekr-i Sıddîkı seve seve halîfe yaptığını göstermektedir.