Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

78. MEKTUP

0 89
78. MEKTUP
·         Cebbârî Hân’a yazılmıştır
·         “Sefer der-vatan”, Seyr-i âfâkî ve Seyr-i enfüsî’nin açıklaması; bu bahtiyarlığa ulaşmanın sünnete uymaya bağlı olduğu
Allah Sübhânehû bizleri hak olan şeriat yolu üzerinde istikâmetle rızıklandırsın. Salât u selam şeriatın kaynağı olan Efendimiz (s.a.v.) üzerine olsun.
Delhi ve Agra seferinden, âşinâ olduğumuz ve sevdiğimiz memleketimize döndükten sonra bir müddet geçti. Şu an “Vatan sevgisi imandandır.” 1 hadis-i şerifinin mânâsını yaşıyorum.
Vatana döndükten sonra sefer vâki olursa bu, sefer der vatandır (iç âlemdeki yolculuktur). “Sefer der vatan”, Nakşî büyükleri nezdindeki temel kaidelerden biridir. Nakşibendî tarikatında bu yolculuğun zevki “İndirâcu ‘n-Nihâye fi’l-Bidâye” esasıyla daha başlangıçta hasıl olur.
Nakşî büyüklerinden bazıları, istenilmesi durumunda meczupları seyr u sülûke başladırlar. Önce seyr-i afakînin içine atarlar, seyr-i âfâkî tamamlandıktan sonra da seyr-i enfüsîye çekerler. “Sefer der vatan”, “seyr-i enfüsi’den başka bir şey değildir.
Bu büyük saadetler kime nasib olur acep.
Nimet erbabına kutlu olsun nimetleri.
Bu muazzam nimete ulaşmak öncekilerin ve sonrakilerin efendisi Resûlullah’a (s.a.v.) tâbi olmaya bağlıdır. Sâlik nefsini şeriatta eritmedikçe ve emirlere sarılıp yasaklardan kaçınma süsleriyle süslenmedikçe ruhu büyük saadetin kokusunu dahi alamaz.
Kıl kadar dâhi olsa şeriata muhâlefeti bulunan bir kişiden zuhûr eden hâller ve keşifler (ilhamlar), istidrâcdır ve sonunda sahibinin rezil rüsvay olmasından başka bir işe yaramazlar. Âlemlerin Rabbi’nin Habibi’ne uymadan kurtuluşa ermek mümkün değildir.
Akıllı olan kişiye düşen ömrünün sayılı günlerini Allah Sübhânehû ve Teâlâ’nın râzı olduğu yerlerde sarfetmektir. Kulun Mevlâ’sı davranışlarından râzı ve hoşnut değilse hayattaki safâ nereye düşer? O zaman hayattan tad almak mümkün müdür?
Hak Sübhânehû ve Teâlâ küllî ve cüzî tüm hallere muttalidir. Hâzır ve nâzırdır. O halde O’ndan hayâ etmek gerekir. Mesela ayıp ve çirkin işler işlenirken Allah’ın yaratıklarından birinin gördüğü zannedilse o ayıp ve çirkinlik asla işlenmez. O mahlûkun, ayıpları görmesi kesinlikle istenmez.
Bu çok garip bir durumdur! Bu nasıl bir beladır ki; insanların çoğu Hak Sübhânehû’nun var olduğunu, kalplere, sînelere ve sırlara muttali olduğunu bildiği halde Allah’tan korkmaz, yasaklanan davranışlarla ilgisini kesmez ve bunu önemsemez?! Bu nasıl bir Müslümanlıktır ki; onların nezdinde bir mahlûkun itibarı kadar Hakk’ın itibarı yoktur?! Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız.
İmanı, Resûlullah’ın (s.a.v.);  “La ilahe illallah sözü ile imanızı tazeleyiniz.”1   büyük sözü ile dâima tazelemek gerekir. Mesele, bütün çirkin davranışlar sebebiyle Allah Sübhânehû’ya tevbe etmek ve O’na dönmektir. Çünkü başka bir vakit tevbe için fırsatın ele geçip geçmeyeceği bilinmez. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“(Sonra yaparım diyerek) sürekli erteleyenler helak oldu.”2
Fırsatı ganimet bilip Allah Teâlâ’nın rızası doğrultusunda kullanmak gerekir. Tevbeye ulaşmak, Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın bir inâyetidir. O halde daima bu mânâyı istemek îcâbeder.
Şeriatta seçkin ve sağlam bir yeri olan, hakikat âlemini derinlemesine bilen muteber dervişlerden himmet talep etmek gerekir. Onlardan yardım istemek gerekir ki Hak Sübhânehû Teâlâ’nın inayeti onların vasıtası ile zuhûr etsin, işte o zaman Allah Sübhânehû’nun zâtına cezbe tam anlamıyla gerçekleşir ve muhalefetten eser kalmaz. Küçücük bir kıl kadar dahi şeriata muhalefet söz konusu ise durum tehlike arzeder. Öyleyse şeriata muhalefetin yollarım tamamıyla kapatmak gerekir.
Ey Sa’di Mustafa’ya (s.a.v.) uymazsan eğer,
Safa yolunda yürümek muhal bir iştir!
Özellikle arada, bir müridlik ve mürşidlik ilişkisi varsa ve böylece de faydalanma ve faydalandırma yolu açık ise Allah dostlarına itiraz etmek uygun değildir. Bu durumda itirazı öldürücü bir zehir addetmek gerekir. Bundan fazlası lafı uzatmak olur.
Muhabbet ve samimiyet bağından hareketle bu satırları yazdım. Umarım sizi sıkmamıştır.
Molla Ömer ve Şah Hüseyin3 her ikisi de büyük zatların çocuklarıdır. Sohbetinizi arzu ederler. Onları da özel sohbet halkanıza katmanız umulur. Şeyh İsmail de her ne kadar bu yolda yaya kalmış olsa da bu maksatla gelmiştir. Durumuna uygun olarak nasiplenmesi umulur. Başınızı daha fazla ağrıtmadan bu kadarla yetinelim.
Selam ve ikramla…
1      Ahmed, el-Müsned, nr. 8695; Hâkim, el-Müstedrek, nr. 7658.
2    Farklı lafızlarla rivayeti için bk., Deylemî, el-Firdevs, 2420; el-Hatib el-Bağdâdi, Tarihu Bağdad, 5936.
3   Farsça baskıda “Hasan” olarak geçer.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.