Efendi Hazretleri 1. Sohbet
Ali Haydar Efendi Hazretleri Hatm-i Hacegandan sonra bir aşrı şerif okuturdu. Sonra Kuran’ı Kerimi eline alır nereden okuduğunu sorardı. O da işte şu ayetin şurasından okudum deyince ”niçin oradan okudun da başka yerden okumadın. 30 cüz Kuran bittide burası mı kaldı?” diye sorardı.
Okuyan da:”Mevla Teala orayı hatırlattı bana, onun için oradan okudum” derdi. O zaman Ali Haydar Efendi Hazretleri: ”Bende senden bu cevabı bekliyordum. Şu mubarek mekânda Cenab-ı Hak bu mübarek ayetleri okuttu. Şimdi bende bunları açıklayacağım, sanki şimdi yeniden nazil olmuş gibi dinleyelim.” buyururlardı.
Bizde Hatmi Hocadan sonra, bir aşrı şerif okuyoruz, neresi okunuyorsa âcizane orasını açıklıyoruz.
KÂBE’NİN KIBLE OLUŞU
Ne zaman ki kıble Mescid-i Aksa idi. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelinceye kadar ve geldikten epey sonraya kadar o tarafa doğru kılınıyordu. Efendimiz arzu ediyordu ki kıble, Beytullah’a dönsün. Tabi ki bunu Cenab-ı Hak hatırına getirmişti. Çükü Kâbe-i Muazzama, ceddi İbrahim (Aleyhisselam)ın kıblesi ve iki kıblenin en eskisiydi.
Kâbe-i Muazzama, arapların iftihar vesilesi, emniyet, ziyaret ve tavaf yerleri olduğu için Kâbe-i Muazzama’ya dönmek araplar için daha teşvik ediciydi.
Aynı zamanda Kâbe-i Muazzama’ya dönmekte, Yahudilere muhalefet te vardı. Zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların kıblesi olan Mescidi Aksaya doğru kıldığında :”O, bizim dinimize muhalefet ediyor. Sonra kıblemize tabi oluyor. Biz olmasak nereye döneceğini de bilmeyecek” diyorlardı.
O zaman Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mescid-i Aksaya doğru yönelmeyi istemedi ve Rabbinin O’nu Kâbe-i Muazzama’ya doğru döndürmesine dair kalbinde bir arzu vuku buldu. Bu hususta bir vahiy beklediğinden çok kere yüzünü semaya çevirirdi. Bunun üzerine Mevla Teala şu ayeti inzal buyurdu.
”(Ey habibim! Biz senin yüzünün (vahiy bekleyerek sık sık) semaya doğru çevrildiğini muhakkak görüyoruz. Vallahi elbette şimdi biz, seni razı (hoşnud) olacağın bir kıbleye muhakkak çeviriyoruz. Artık sen (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına (Kâbe’ye) çevir.”(Bakara Suresi:144)
Bu defa ehli kitap mücadeleye başladılar. Nasıl olurda kıble yerinden dönermiş. Böyle şey olur mu? O vakit Cenab-ı Hak şu ayeti celileyi inzal buyurdu.
”İnsanlardan (yahudi ve müşriklerden) bir takım sefih (cahiller) yakında: ”Onları üzerinde bulundukları kıblelerinden çeviren sebep nedir?”diyecekler. Sen o süfehaya (akılsızlara) deki:”Meşrik (doğu) ve mağrib (batısıyla bütün kürrei arz) Allah’ındır. O, dilediğini dosdoğru bir yola hidayet eder.”(Bakara Suresi-142)
Cenab-ı Hak kıble için mücadele verenleri sefihlikle andı, onlara ahmak dedi.
Siz Allah’ın işine ne karışıyorsunuz. Allah’u Teala bilmiyor mu ki, kıble neden döndü, neden dönmedi. İşte bugün okunan aşr-ı şerif de buna tam cevap olarak indirildi.
(Ders Ayeti
”Birr (iyilik ve takva), yüzlerinizi (namazda) doğu ve batıya doğru çevirmeniz değildir. Fakat birr (asıl iyilik) Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, malı(anı Allah) sevgisiyle (veya mala olan sevgisine rağmen) karabet sahiplerine, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve (köle ve esirlerin) boyunlar(ını azad etme hususun)da veren, namazı (nı) dosdoğru kılan, zekâtı(nı) veren; birde muahede yaptıklarında ahitlerini yerine getirenlerdir. Sıkıntıda, hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda (sabredenlerin takvasını özellikle överim). İşte sadık (iyilik iddiasında doğru) olanlar onlardır. Ve muttaki olanlarda ancak onlardır”.
KULLUĞU MEVLA ÖĞRETİR
Şimdi ayeti kerimenin izahatına geçelim.
”Sofuluk, takva sahibi olmak yüzleriniz doğuya ve batıya çevirmenizle değildir”
Yani Mevla Teala buyuruyor ki:”Ey yahudi ve Hıristiyanlar ‘Niçin bu iş üzerine duruyorsunuz? Peygambere iman etmiyorsunuz, dinin hiçbir emrini yapmıyorsunuz. Kıbleyi konuşmakla işin biteceğini sanıyorsunuz.İnsanı cennete ve cemalullaha kavuşturacak birr (iyilik, hayır, takva) dır. İbadet esnasında şarka garba dönmek değildir.
Ayeti celilede geçen ”meşrik” den maksad, nasaranın kıblesidir.”Mağrib” den maksad ise Yahudilerin kıblesidir. Zira yahudiler Mekke ufkunun batı tarafına düşen Beyt-i Mukaddes’e doğru, Hıristiyanlar ise doğuya doğru kılardı.
İşte bu ayeti celilede Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kâbe’ye döndürüldüğünde ehl-i kitabın çok itiraz etmeleri ve her taifenin diğerini reddederek birr ve takvayı sadece kendi kıblelerine yönelmeye bağlamaları üzerine, onların hepsini reddetmek için nazil olmuştur.
”Ancak birr (asıl iyilik, insanı cennete ve cemalullaha kavuşturan takva) Allah’a iman edenin takvasıdır.”
Siz Allah’a (Celle Celaluhu) imanınızı doğru dürüst yapmadınız. Ey yahudiler ve Hıristiyanlar! İman olmadıktan sonra ne tarafa dönseniz fayda yok. Şu halde asıl iş o kimsenin işidir ki Allah’a (Celle Celaluhu) iman etti.
Allah-u Teala Hazretlerine iman edebilmek için evvela onu bilmek lazımdır. Allahu Teala hazretlerini bilmek ise indirmiş olduğu Kur’an-ı, Kuran’ın tercümanı olan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den veya Peygamberimizin varislerinin birinden öğrenmekle, Kuran’ı Azimüşşan’ı tekrar tekrar okumakla, müzakere etmekle, zikrullaha çalışmakla, farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, edepleri yerine getirmekle, haramlardan ve mekruhlardan kaçınmakla olur.
Kulluğu, kuluna yine Allah (Celle Celaluhu) öğretir. Allahu Teala’ya tazim, onun emirlerine tam teslim olmaktır.
İnsan abdul kafa (kafasının kulu) olmamalıdır. Bir insanın kafası Mevla’nın razı olduğu ve olmadığı yolları seçerek kendisini Mevla’nın cemaline ve cennetine kavuşturacak kadar anlayışlı değildir. Ancak emirleri yerine getirmek ve yasaklardan kaçınmakla bu nimete ulaşılır.
Dinimiz nakilledir. Ayet ve hadisledir. İnsanın aklı doğru yolu yalnız başına bulamaz. Şimdi öyle insanlar çıktı ki ”İşte benim aklım bunu almıyor, benim felsefeme uymuyor” derler. Bunlar hiçbir şey ifade etmez. Mesnevi sahibi ne güzel buyuruyor:
”Mevla’dan edebe muvaffak olmak istiyorum,
Zira edebi olmayan Mevla’nın lutfundan mahrumdur.
Mevla Teala yardım etmese, kulun elinden tutmasa, kul kul hiçbir şey yapamaz. Eğer yapabilseydi, Hazreti Musa (Aleyhisselam)’ın 40 sene ovada dolaşmazlardı. Yürü yürü, akşam bakıyorlar yine aynı yerdeler. Cenabı Hak, Musa (Aleyhisellam)a emir vermişti.”Cebabire kavmiyle muharebe edeceksin, onların yerini feth edeceksin.” Ve orduları teçhiz ettiler. Yürüdüler, oraya yakın bir yere geldiler.
Dediler:”Casus gönderelim, oranın durumunu anlayalım.” Giden casuslar oranın insanlarını çok uzun boylu ve kuvvetli görünce:”Biz onlarla başa çıkamayız, onların kuvvetleri bizden fazladır. Onlar beldelerinden çıkmadan biz elbette oraya giremeyiz” diyerek muharebeye gitmeyeceklerini beyan ettiler.
Ancak içlerinden Allah’tan korkan iki kişi dediler ki:”Yürüyün, o şehrin kapısından girin, şüphesiz galip olacaksınız”. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) ın ordusundan bazı kişiler dedilerki:”Cebabire kavmi Arz-ı Mukaddes’te bulundukça biz oraya giremeyiz.Sen ve Rabbin beraber gidin onlarla savaşın, biz burada oturucularız.”
O zaman Musa (aleyhisselam) Mevla Teala’ya iltica ederek: ”Ya Rabbi ben ancak kendi nefsime ve kardeşime malikim, artık bizim aramızla o fasık kavmin arasını ayır” diye dua etti. Cenab-ı Hak Hazretleri de buyurdu ki:”O yer onların üzerine kırk sene haram kılınmıştır.O yerde mutehayyirane (şaşkın) bir şekilde dolaşıp duracaklar.Artık o fasıklar kavmine acıma”…
Şu halde bundan anlaşılıyor ki, insan sadece aklıyla bu dini anlayıp, vazifelerini ifa edebilseydi, Musa (aleyhisselam) ın kavmi de o sahradan gidecekleri yere vasıl olabileceklerdi. Demek ki akıl tek başına kâfi değildir. Akıl önüne bir rehber lazımdır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki:”Akıl hüccettir ama hüccet-i baliga (yegane maksada ulaştırıcı) değildir.Hüccet-i baliğa, peygamberlerin gönderilmesiyle tamamlanmıştır”.
Şimdi ayetlerimize gelelim:
Ey yahudiler ve Hıristiyanlar! Birr dediğimiz şey ki, iyilik manasınadır, meşrika veya mağribe dönmek değildir. İşi görecek ve maksuda ulaştıracak birr, Allah’a iman edenin, ahiret gününe iman edenin sofuluğudur.
Ahiretin ne olduğunu açıklamak çok tafsilat ister. Öldükten sonra dirilip toplaşacağımız güne ahiret günü, toplanacağımız yere mahşer yeri deniyor. Ahiret gününün birçok ismi vardır. Hesap günü deniyor, Azife (feryad) günü, Vakıa günü, Tegabün günü deniyor, din günü deniyor. Her bir ismin de ayrıca manası vardır.
Bu isimler bize vaazu nasihat eder. Mesela; Tegabün birbirini aldatmak manasınadır. Bunu şöyle anlayalım. Her müminin cennette de, cehennemde de yeri vardır. Her kafirin de cennette de cehennemde de yeri vardır. Hüsn-ü hatime ile ölen bir kimse cennetteki yerine girdiği gibi kâfir olarak öleninde cennetteki yerini alır. Bir kafir ise cehenneme girdiği gibi cennete giren bir müslümanın cehennemdeki yerinide alır. Bu şekilde de aldatma olmuş oluyor.
Neuzubillah, bir insan imandan uzaklaşır, taatten döner Mevla’nın gazabına uğrarsa, onun hali ahirette aldanmaktır. Bu aldanış dünyada başlar. Dünyadaki insanların çoğu da bu aldanıştadır. Bilhassa gençlerin çoğunu böyle aldatıyorlar.
Dünyadaki yegane amacın diploma almak olduğu telkin ediliyor.”Al sana bir diploma, en önemli şey budur. İşte mevkiinde şudur, dahada senin talep edeceğin birşey yoktur.” deyerek asıl dünyaya niçin geldiğinden gençleri habersiz bırakıyorlar. Böylece diplomayı alan bu dünyada aranılanı bulduğunu zannediyor.
Halbuki matlubun yolunda bir adım atmış değildir. Ne zaman ki Azrail:”Emaneti almaya geldim” deyip de ahiret tarafından bir kapı açtığında, dünyaya niçin geldiğini, işin hakikatini anlayacak ve kulluğa yöneleyim, kusurlarımı telafi edeyim, günahlarımı affettireyim diye ölmemeyi, bir müddet daha isteyecek. Fakat buna imkân verilmeyecek, iş işten geçecek, bu pişmanlık fayda etmeyecek.
İşte fırsat elden gitmeden Mevla ile işimizi yoluna koymak için birbirimize acıyalım. Birbirimizi Allah-u Teala Hazretlerinden ve onun dininden haberdar ederek ahiretin saadet yollarını kazanalım.
Onun için Allah’u Teala Hazretleri Kuran-ı Kerimin birçok yerinde bu tenbihi beyan etmektedir. Bunlardan biriside İbrahim Suresinin şu ayeti kerimeleridir:
”İnsanlara azabın kendilerine geleceği günü haber verip korkut ki, o gün zulmedenler şöyle diyecektir:”Ey Rabbimiz! Bize yakın bir zamana kadar izin ver, senin davetine uyalım. Peygamberlerin izinden gidelim.”(Bunun üzerine onlara denilir ki):Hani ya bundan önce:”Bize hiçbir zeval yoktur” diye yemin etmemiş miydiniz?”(İbrahim Suresi:44)
Son nefeslerinde ahiret tarafından kapı açıldığında zalim olanlar bakacaklar ki bu yolculuk için bir adım bile atmış değiller. Mesele onların bildiği gibi değilmiş. Kuran’dan, hadisten, fıkıhtan, akaidden, okuyup beyan edenler doğru söylemiş.
Ayeti Kerime de Cenab-ı Hak, zalimlere söylüyor. Zalimler ise hazırlanmayanlardır.Allah’u Teala herkesin sonunda ne diyeceğini biliyor.O zaman onlara Cenab-ı Hak şöyle buyuracak:
”Siz nefislerine zulmeden kavimlerin diyarında yerleştiniz, onlara nasıl azab ettiğimiz size zahir oldu. Size (ibret olacak) misallerde gösterdik.”(İbrahim 45)
Şimdi siz işinizi yoluna koymak için tehir ettirilmezsiniz. Ben Allah olarak ve size asla muhtaç olmayarak sizin için yüzdürt kitap indirdim. Bir çok peygamberler gönderdim. İbret almadınız, beni dinlemediniz, bende bugün sizi dinlemiyorum…
Ey müslümanlar! İbret almak lazım. Ölüm gelebilir. Her şeyden evvel kendimizi ölüme hazırlayalım. Bundan sonra yapacağımız işleri islamın emrettiği üzere yapalım.Allah’u Teala Hazretleri böyle buyurdu.Onun tenbihine bakalım.Kendi felsefelerimize, kendi kafamıza uymayalım.
Felsefe ve kafa, insanı maksada ulaştırmaktan acizdir.Bu şekilde düşünüp ve böyle bilenlere merhametli olmak gerekir.Çünkü kaybedenler çok büyük şey kaybediyor.Bulanlarsa çok büyük şey buluyor.
İmam-ı Masum (Kuddise Sirrahu) Mektubat’ında anlatıyor:
Evliyaullah’dan Ebu Aliyyid Dekkak (Kuddise Sirrahu) Hazretleri vefat etti. Vefatından sonra büyüklerden birisi rüyasında gördü ki şiddetle ağlıyor. Yavaş yavaş yanına yaklaşıp kemali edeple sordu:”Ya Mevlana niye ağlıyorsun? Dünyaya geri dönmek mi istiyorsun?”
Ebu Aliyyid Dekkak ise ”Ey oğul dünyaya geri dönmek istiyorum ama ailemi özlediğim için, onlarla birlikte olmak için değil. Buraya gelince anladım ki insanlar öyle büyük şeyler kaybediyorlar ki, eğer dünyaya dönebilsem elime bir değnek alır herkesin kapısını çalardım. Çok şeyler kaybediyorsunuz derdim” buyurdu…
Duymakla görmek bir değildir. Gördükten sonra durumu daha da değişti. Bizde öldükten sonra hakikati göreceğiz, bizde pişman olacağız. Nasıl bu yola daha fazla eğilemedik. Nasıl daha takva sahibi olamadık. Nasıl daha çok okuyup okutamadık diye pişman olacağız. Nitekim:
”(Habibim!)Hasret gününden onları korkut.”(Meryem Suresi 39) buyruluyor.
Niçin hasret günü oluyor? Zira iyilik yapanlar karşılığını bulunca:”Nasıl daha fazla ahirete çalışmadık.”diyecekler. Çalışmayanlar ise ”Eyvah! Biz çalışanların arasında bulunduk. Fakat onlara kıymet vermedik, taraflarına bakmadık, kibrimizden hiç birşey yapmadık” diyecekler.
Cenab-ı Hak bu hakikatlere dikkatimizi çekmek için:
”Ve size azap gelmeden evvel Rabbinize dönün. O’na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız.”(Zümer Suresi 54)
”Ve Rabbinizden size indirilmiş olanın en güzeline tabi olunuz, size siz farkında olmadığınız halde ansızın azab gelmeden evvel”(Zümer 55)
Niçin bu işleri yapın biliyor musunuz?
”Zira günahkâr nefsin şöyle demesi var:”Allah’a karşı yaptığım kusurlardan dolayı eyvah bana yazıklar olsun. Ben müstehzilerden (alay edicilerden) olmuş idim.(Zümer 56)
”Yahut şöyle demesi var:’Eğer Allah bana hidayet verseydi elbette ben muttakilerden olurdum”(Zümer 57)
”Ve yahut azabı gördüğü zaman:’Keşke benim için bir daha dünyaya dönmek olsaydı da, iyi işler işleyenlerden olsaydım’ demesinden evvel uyanmalıdır.(Zümer 58)
”(Allah’u Teala, o günahkâr nefse, o zaman şöyle buyurur) Evet’ Muhakkak sana ayetlerim gelmişti de, sen onları yalanladın, emirlerimi tutmaktan kibirlendin ve kâfirlerden oldun.”(Zümer 59)
Bunlara benzer çok ayetler vardır.Aklımızı başımıza toplamamız lazımdır.Bilenlerle bilmeyenler bir değildir.Bilmeyenlere neden öğrenmedin diye sorulacak.Bilenler de tokat yiyecektir:”Neden bildiğin halde bildiğinle amel etmedin?” diye..
MELEKLERE, KİTAPLARA VE PEYGAMBERLERE İMAN
Yine ayetimize gelelim. Birr o kimsenin iyiliğidir ki
”Meleklere de inandı”
Şimdi melekleri kısaca tarif edelim. Melekler nurdan yaratılmışlardır. Yemezler, içmezler, erkek ve dişi değildirler, gevşeklik yapmazlar, yorulmazlar, gece gündüz Allah’u Taela’yı tesbih ederler, istedikleri şekle girerler.
Nitekim Cebrail (aleyhisselam) zaman zaman peygamber efendimize ashab-ı kiramın yüzü en güzel olanların Dıhye İbni Huleyfe-i Kalbi (Radıyallahu anh)’ın şekline girerek gelirdi. Melek suretinde az görünürdü. Zaten ona bakmaya kuvvet de yetmez.
Yarın ahirette bu kuvvet, Cenab-ı Hak tarafından verilecek. İnsanlarda melekleri ve Allah Teala Hazretlerini bu kuvvet ile göreceklerdir. Rabbim fazl-ı keremiyle cümlemize nasib etsin.
”Kitaba da inanmıştır”
Kitaplardan da biraz bahsedelim.104 tane kitap indirilmiştir.4 tanesi büyüktür.
Tevrat: Hazreti Musa (aleyhisselam)’a
Zebur: Hazreti Davud aleyhisselam)’a
İncil: Hazreti İsa (aleyhisselam)’a
Kuran’ı Kerim de: Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e indirilmiştir.
100 tanede sahife olarak indirilmiştir.
10 sahife: Âdem (aleyhisselam)’a
50 sahife: Şit (aleyhisselam)’a
30 sahife: İdris (aleyhisselam)’a
10 sahifede: İbrahim (aleyhisselam)’a nazil olmuştur.
Bunların hepsi haktır. Hepsine inandık. Fakat Kuran’ı Kerim ile amel edeceğiz. Kuran’ı Kerim hakkında Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
”Ey insanlar! Size Rabbinizden mucizeler Peygamber geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”(Nisa:174)
Kuran’ı Kerim o aşikâr olan nurdur:
”İşte Allah’a iman edip te o Kuran’ı Mübin’e sarılanları Allah, kendi katından bir rahmet ve lütuf içine koyacak ve onları kendisine varan doğru bir yola hidayet edecektir.”
Ayrıca Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Kuran’ı Mübin hakkında buyurmuş olduğu sözler çoktur. Bunlardan bir kaçını zikredelim:
”Sizin en hayırlınız; Kuran’ı Kerimi öğrenen ve öğretendir.”
”Ümmetimin en şereflileri Kuran’ı Kerim’i yüklenenlerdir.”
”Kuran ehli, Allah ehlidir.”
”Kuran-ı Kerim’i tecvidini ve ahkâmını muhafaza ederek okuyan, sefere-i kiram melekleri ile beraberdir.”
Kuran’ı Kerimin faziletleri saymakla bitmez, tükenmez…
”Peygamberlere de inanmıştır”
Peygamberler bir rivayete göre yüz yirmi dört bin, bir rivayete göre ise sayısını ancak Allah bilir. Peygamber, Allah’u Teala’nın kendisine vahyettiği ahkâmı ve dini mübini insanlara ulaştırmak için Allah-u Teala’nın, kulları içersinden seçip gönderdiği insanlardır.
Peygamberlerin evveli Âdem (aleyhisselam) ahirleri bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dir. Cenab-ı Hak cümlemizi şefaatlerine nail eylesin.
İşte böyle inanan kimsenin birr’i yani sofuluğu işe yarayan birr ve sofuluktur. Ayet-i Kerimenin buraya kadar olan kısmında iman üzerinde durulmuş ve ancak Allah-u Teala Hazretlerine, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve bütün peygamberlere inananların birrinin asıl işe yarayan birr olduğu zikredilmiştir.
Gerçekten de en birinci ve en büyük iyilik budur. Zira bu beş şeye iman bütün temellerin aslı olduğundan bunlara iman olmadıkça hiçbir amel makbul olmaz.
Allah-u Teala Hazretleri, imandan sonra malını Allah sevgisiyle verenlerin takvasının gerçek takva olduğunu beyan buyuruyor:
”Gerçek iyilik, daha öyle bir kimsenin iyiliğidir ki, malını Allah sevgisiyle veya mala olan sevgisine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve köle ile esirlerin boyunlarını azad etme hususunda veren kimsenin iyiliğidir”
Mevla Teala evvela akrabaya vermeyi zikretti. Zira akrabaya iyilik, hem yakınlık haklarını gözetmek, hemde sıla-i rahim olduğundan iki yönden ibadet sayılır. Akrabadan sonra yetimleri gözetmenin lüzumu beyan olunmuştur.
Zira yetimler kendilerini terbiye ve himaye edecek babadan yoksun olduklarından yardıma ihtiyaçları daha fazladır. Sair fakirler, memleketinden uzak düşen yolcu ve misafirler bir günlük azığını insanlardan istemeye muhtaç olan dilenciler ve borcu olan köle ve esirler ise üçüncü derecede zikrolundular.
Şu da bilinmelidir ki Allah Teala Hazretleri mala karşı olan sevgiye rağmen onu vermenin daha fazla sevap olduğunu bildirmek için:
”Mala karşı olan sevgisine rağmen onu verir” buyurdu.
Zira sevdiği malını vermek nefse çok ağır geldiğinden faziletinin çok fazla olacağında şüphe yoktur.
Ayeti Kerimenin devamında gerçek birr sahipleri şöyle sıralanıyor:
”Gerçek birr daha ol kimsenin birr’i dir ki, namazını dosdoğru kılan, zekatını veren, muahede yaptıklarında ahidlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabredenlerin birri yani takvası gerçek bir takvadır.”
Ayeti Kerimede geçen namaz ve zekâttan maksad farz olan namaz ve zekâttır. Bundan evvel geçen vermek ise sadaka olarak kabul edilmiştir.
Ahidden murad da bir kimsenin Rabbisine karşı eda etmesini kabul ettiği ilahi tekliftir. Bu nedenle Allah’ın emirlerinden birini kabul etmeyen kimse ahdini bozmuş olur.
Ayet-i Kerime’nin sonunda Mevla Teala Hazretleri:
”İşte sadık olanlar onlardır ve müttaki olanlar da ancak onlardır” buyurarak bu ayeti celilede ki vazifeleri yerine getirenlerin bütün işlerde sadık olduklarını ve dinlerinde çok ciddi olduklarını beyan etmiştir.
Hulasa birr yani takva, meşrika ve mağribe dönmekten ibaret değildir. Birr yani takva, Ayet-i Kerimede sayılan vasıflarla muttasıf olanların birri yani takvasıdır…