135. MEKTUP
MEVZUU : Bazı hususiyetleri ile, umumi ve hususî manada velâyet mertebelerinin beyanatı..
***
NOT: İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Muhlis Sıddık Muhammed Sıddık’a yazmıştır.
***
Bilmiş olasın ki,
Velâyet, fenadan ve bekadan ibarettir.. Ve bu: İster hususi olsun; isterse umumî..
— Umumî.. Demekle, mutlak manadaki velâyeti kasd ediyoruz..
— Hususi..
Demekle de, Velâyet-i Muhammediye’yi kasd ediyoruz. Onun sahibine salât ve selâm.. Zira onda fena hali, tümüyle vardır; beka ise onda pek mükemmeldir..
Ona tabi olan velilere gelince.. Yani: Onun izinde gidenlere dahi Bu hususî mertebeden nasib vardır. Bir mısra:
Toprağın da var nasibi, büyüklerin kadehinden.
***
Her kim, anlatılan büyük velâyet şerefine nail olursa., cildi taat için yumuşar. Sinesi İslâm için genişler.. Nefsi mutmainne derecesine çıkar; bundan sonra, Rabbından razı olur; Rabbı dahi ondan razı olur. Kalbini, kalb sahibine teslim eder. Lâhutî sıfatların mükâşefesi için, tam manası ile, halâs olur. Şuunatın ve itibarların mülâhazası ile, sırrını müşahede eder.
İşbu anlatılan makamda, zatiye-i berkiye tecellileri ile müşerref olur.
Onun hafisi; nezahet, kudsiyet ve kibriya kemali için hayrete dalar.
Ahfası dahi; ittisal ile birleşir.. Ama, hiç bir keyfiyet şekli olmadan.. Hatta ondan bir misalle de anlatılamaz..
Bir mısra:
Mübarek olsun erbab-ı nimete erdikleri..
Bilinmesi gereken bir husus var. Şöyle ki:
Velâyet-i Hassa-i Muhammediye, —onun sahibine salât ve selâm— sair velâyet mertebelerinden ayırd edilmiştir. Yani: Uruc ve nüzul tarafında..
Önce uruc tarafını ele alalım. Meselâ: Ahfanın fenası ve bekası, bu has velâyete mahsustur. Ama sair velâyetlerin urucu, yalnız hafiyedir ki, değişik derecelerine göre olur.
Yani: Bazı velâyet sahiplerinin urucu ruh makamına, bazılarının sırra, bazılarının urucu dahi hafiye çıkar. Ve bu: Umumî manada velâyetlerin en yükseğidir.
Nüzul tarafına gelelim. Meselâ: Ecsad-ı Evliya-i Muhammediye’nir. —ona ve âline salât, selâm tahiyyet— velâyet derecesi kemallerinden nasibi vardır.
Şunun için ki: Resulûllah S.A. efendimiz miracına cesedi ile Allah’ın dilediği yere kadar gitmiştir. Kendisine bu arada cennet ve cehennem gösterilmiş; vahy’olunacağı kadar vahy’olunmuştur. Ve o makamda, bu baş gözü üe, rüyet şerefine ermiştir. İşte miracın bu kısmı, Resulûllah S.A. efendimize mahsustur.
Bu babda son söz şu ki: Bu dünyada iken, rüyetin vukuu, Resulûllah S.A. efendimize mahsustur.
Onun kademi altında bulunan velîlere hâsıl olan halet ise, rüyet değildir.
Bu halet ile rüyet arasındaki fark: Kökle dalları, şahısla gölgesi gibidir. Hiç biri, diğerinin aynı değildir.