Efendi Hazretleri 19. Sohbet
YEMEK YERKEN NE DÜŞÜNMELİYİZ
Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
“İnsan zannediyor mu ki başı boş bırakılır?” (Kıyame suresi:36)
Yani insan, başı boş bırakılmış istediği gibi yaşar, demek değildir. İstediği gibi yaşamaya da hakkı yoktur. İyi bilmelidir ki bizim Rabbimiz vardır ki bütün kainatın Rabbidir, bütün kainatın yaratıcısıdır, birdir, şeriki ve neziri (ortağı ve benzeri) yoktur. Bütün hallerde her an, her daim bizimle ve bütün mahlûkatın her zerresiyle beraberdir. Mekânda değildir, mekândan münezzeh olduğu halde beraberdir.
Bir ayet-i Kerime de buyuruluyor:
“Nerde olursanız olun o (Mevla) sizinle beraberdir.” (Hadid suresi:4′den)
O halde ne yapmamız lazım geliyor? Kur’an-ı Kerim’in ayetleri gereğince yaşamaya çalışmamız gerekiyor. Bugünkü ders ayetlerimizin beyan ettiği yol vazifelerimizden bir kısmıdır. Daha buna benzer nice vazifelerimiz vardır.
Şimdi ders ayetlerimize başlayalım.
“İnsan yediği yemeğine baksın.”
Bu emir bizi yoktan var eden ve sayısız nimetlerle bizi kuşatan rabbimizden geliyor. Her insan yediği yemeğe bakar ama Rabbimizin istediği bakman öyle değil. Ya nasıl bakmak? “Bu yemekleri benim önüme kim gönderdi?” diye düşünmektir.
Bunları düşüneceğiz. Önümüzde türlü yemekler var. Ekmek var, domates var, biber var, patlıcan var, fasulye var, elma var, portakal var, armut var. Bunların şekilleri başka, renkleri başka, tatları başka. Her biri nereden gönderildi? Belki dünyanın bir ucundan geldi. Ama rastgele gelmedi Allah-u Teala Hazretleri o yiyecekleri, içecekleri hususiyle bize ayırdı.
Yiyecekler yetişip gönderildiği yerlerden bize gelinceye kadar kimse onu yiyemedi içemedi. Zaten kimse kimsenin rızkını yiyemez. Bu nedenle rızık için kimse endişelenmemeli, harama lüzum yok helalinden yemeli. Meşayıh-ı izamdan birisine: “Yemek yerken her aza bir işle meşgul, kalp ne ile meşgul?” diye sorduklarında “Zikrullah ile” cevabını verir.
Burada zikrullah Allah ism-i şerifini tekrarlamak değildir. Ya nedir? “Bu gıdaları Rabbim Teala ve Tekaddes Hazretleri önüme koydu.” Bunu hatırlamaktır. Her yere ve hale göre zikir vardır.
Dünyayı dolaşsak bir buğday tanesi yaratan bulamayız. Bir domates icad eden bulamayız. Bir incir çekirdeği dahi yapan bulamayız. Ancak hepsi Allah Teala’nın yaratmasıyla var olmuş bizim önümüze konmuştur. Rüzgarlarla bulutları o sevkettirmiştir. Yağmurları O yağdırmıştır. Toprağı O halk etmiştir. Toprağı kazanı da O yaratmıştır. Toprağı bitirme kabiliyetini O veriyor. Her işi O sağlıyor.
Mesela bir yiyeceğin meydana gelmesi için toprak lazım, toprağı kazan lazım, tohum lazım, tohumu atan lazım, o tohumun topraktan filizini çıkarması lazım ve o filizinde topraktan gıdasını alarak büyümesi lazım. Ondan sonra onu her türlü afattan korumak lazım.
Mesela bir buğdaydan başaklarını yaratmak lazım. Her başakta taneler yaratmak lazım. Bunlar içinde hava, su, toprak ve hararet lazım. Bütün bu sayılanların içerisinde insanın yaptığı sadece bir kazmak bir de hazır tohumu aktarmaktır ki, insan onu dahi Mevla’nın kudretiyle yapıyor. Mevla ondan gücünü alsa onu da yapamaz.
Ağıza alınan yiyecekler yutulur, fakat onu yutamayanlarda olur. Kanserliler ve küçük dili felçli olanlar niye yutamıyorlar? Bazı hastaların midesine boru ile aktarıyorlar.
Yutulan lokmanın da hazmı lazım. Büyük abdeste, küçük abdeste çıkmak lazım. Bunların hiçbiri bizim elimizden gelmez. Bunların hepsi başlı başına meseledir. Bunları düşünmezsek kamil insanlar zümresine giremeyiz.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifin de buyuruyor ki:
“Bir saat tefekkür etmek bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır” İşte bunları düşünmek tefekkürüdür.
Hatta bir rivayette; “yetmiş sene ibadetten daha hayırlıdır.”
Takdir etmedikten sonra kıymeti yok. Kıymet biki kıymetin bilinsin. Pend-i Attar’da bir beyit vardır.
“Kadri merdum ra şinas ey muhterem”
“Ta şinaset digeran kadri tu hem”
“Sen insanların kıymetini bil ki, insanlarda senin kıymetini bilsin”
Sen Mevla’yı takdir et ki, Mevla’da seni takdir etsin. Mevla Teala buyuruyor ki:
“Siz bana itaat ve ibadet ederek beni anın ki bende sizi mağfiretimle anayım” (Bakara suresi:152′den)
Şu ayet-i kerimede de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ı unuttular, Allah’da onları unuttu” (Tevbe suresi:67′den)
Bu konuyu tekid eden bir başka ayette şudur:
“Eğer Allah’a yardım ederseniz O (Mevla) da size yardım eder” (Muhammed suresi:7)
Bu ayetler hep gösteriyor ki gerek zikretmek, gerek tefekkür etmek suretiyle Mevla Teala Hazretlerini takdir etmek lazımdır.
KAFİRLER GİBİ YEMİŞ OLURSUN!
Ders ayetimize gelelim:
“Muhakkak ki biz suyu tam dökmekle döktük”
Şu ayet-i Kerimeyi de buraya alalım:
“O öyle bir Allah’dır ki rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderir. Nihayet bunlar, ağır yüklü bulutlar yüklendiğinde biz onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü mahsulleri yetiştiririz. İşte böylece ölüleri de çıkarırız. Gerektir ki siz düşünüp ibret alasınız.” (Araf suresi:57)
Cenab-ı Hak rahmetinin önünde yani yağmurdan önce müjdeci olarak rüzgârı gönderiyor. Bu rüzgar ile insan bunun arkasında yağmur var diye müjdeleniyor. Bulutlar belki milyonlarca ton, belki daha fazla ağır suları yüklenir. Bulut suyu neresinde tutuyor? Şu cami-i şerif dolusu sık bir bulut olsa bir avuç suyu bir yere gönderebilir misiniz? Gönderemezsiniz. Rüzgar o bulutu yükleniyor. Giderken bir damla düşürmüyor.
Rabbim nereye emrediyorsa oraya düşürüyor. Eğer birden boşaltsa o yeri mahveder. Tane tane düşürüyor. İsterse kum tanesi kadar, isterse çakıl tanesi kadar, isterse daha iri, isterse fark edilmeyecek kadar ince. Bunları yapan Allah Teala’dır.
Mustafa İsmet Garibullah (Büyük şeyh efendi) (Kuddise sirruhu) Hazretleri Risale-i kudsiyyesinde buyuruyor ki:
“Tehayyür bul mearifle gel gidelim
Cemali ba kemale seyr edelim” (sf:43)
Öyle insanlar var ki o kadar yemekleri midesine indirir de bunları düşünmez. İnsan ben Allah’ın emirlerini duymadım demekle kurtulamaz. Amerika’da bir şey olsa onu duyuyorsun. Evlerde Kur’an-ı Kerim var ama demek ki bakılmıyor, merak edilmiyor, kıymet verilmiyor ve böylece cahil kalınıyor.
Şimdi bunları duyduk. Şimdiden sonra gafil olmayalım. Ve şimdiye kadar ki gafletlerimizden tövbe ederek affolunmamızı rabbimizden isteyelim. Gaflet ne kadar fena bir şeydir. Tefekkür ne kadar iy se gaflet onun zıddı o kadar kötüdür.
Dersimizin ayetlerine devam edelim:
“Sonra yeri yarmakla yarıverdik. – “Artık onda (o yerde) taneler bittirdik.” – “Yaş üzüm ve yaş yoncayı yetiştirdik.” – ” Ve zeytinlikler ve hurmalıklar.” – “Ve meyvalar ve mer’alar (vücuda getirdik).” – “Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için.”
Allah’u Teala bitkilerin en kıymetli yerlerini bize yediriyor. Hayvanlara ise sapını ve samanını. Bununla beraber o hayvandan bize süt, yoğurt, tereyağ, peynir, et, deri ve daha neler lutfediyor. Bunları anlamak ve anlatmaktan ne kadar gaflete düşülüyor. Allah! Allah!
Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi Hazretleri (Kuddise Sirrahu) şöyle buyururlardı: ”Yerken dört şey düşünüyorum. Yenilenlerin renklerini, şekillerini, tadlarını bir de nereden önümüze geldiğini.” Bu ayetleri bize tekrar tekrar anlatırdı. Bu şekilde yemeyenler için şu ayeti kerimeyi okurlardı:
”Küfreden kimseler (nimetlerden) menfaatlenirler ve hayvanların yedikleri gibi yerler.”(Muhammed Suresi 12)
İşte Mevla’yı zikretmeyerek, besmele çekmeyerek ve bunları düşünmeyerek yenirse bu ayetin buyurmuş olduğu insana benzenir. Hâlbuki insan düşünse o toprakların altındaki buğday tanesinden çıkan filiz iğne ucu kadar ince, zayıf, karınca bassa ezilir. Nasıl o toprakları yarıpta çıkıyor.
İşte Mevla buyuruyor: ”Biz yardık” Peki bu kadar büyük tarlaları kim yarıyor? Altından çıkılacak gibi değil. Hiç akıl ermez. Buğday ambarda çürüyor. Peki toprakta nasıl çürümüyor. Akıl derki, toprağın altında haydi haydi çürür. Yukarıya doğru filiz çıkıyor, aşağıya doğru kökler salıyor.
Onları nasıl yaratıyor? O kökler vasıtasıyla topraktan ne emiyor? Peki, o çektiğini topraktan nasıl çekiyor? O filizde toprağın rengi yok, kokusu yok, tadı yok. Maalesef bunlar düşünülmüyor. Mevla takdir edilmiyor. Bu takdirsizlik yapamadıklarından da daha fenadır. İnsan büyük bir mükellefiyetin altındadır. Eğer bu sorumluluğu taşımazsa, günah yükünü taşıyacak.
Bu ders bize büyük bir vazife veriyor. Rabbimizin huzurunda edepli olmamız lazımdır. Oturmakta, kalkmakta, yatmakta. Ayakta yürürken ferahli ferahli gezme. Yürürken, görüyor bizi. Adım atarken, giyinirken, soyunurken hep görüyor.
Bir ayeti celilede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
”Ve şüphe yok ki sizin için sağmal hayvanlarda da elbette bir ibret vardır. Size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından halis bir süt içiriyoruz ki içenlerin boğazından kolaylıkla geçer gider.”(Nahl 66)
Yani Mevla Teala buyuruyor ki:”Ne o fersin (fışkının, posanın) kokusundan, renginden, karıştırıyoruz, ne de kanın kokusundan renginden. Ben onlardan karıştırsam siz onu içer misiniz? İşte sizde bana o kan gibi olan şeytanla, posa gibi olan nefis arasından halis ibadet edin. Eğer karıştırırsanız, benim karıştırdığımı içemediğiniz gibi ben de sizin karıştırdığınızı kabul etmem.”
Cenab-ı Hak kudretine delalet eden delilleri beyan ettikten sonra kıyameti ve ahiret hallerini beyan etmek üzere buyuruyor:
(Ders ayeti)
”Kıyamet geldiği vakitte.”
İşte o kıyamet gelmeden evvel yemekteki, giyinmekteki, soyunmaktaki, ibadetteki ve muamelattaki adabı yerine getirelim ki işimiz kolay olsun.
(ders ayeti)
”O günde kişi kardeşinden firar edecek. -Ve anasından ve babasından. -Ve karısından ve oğullarından. -Onlardan her bir kişi için o günde bir iş vardır ki ona yetecek.”
Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi Hazretleri (Kuddisesirrahu) buyurmuşlardır ki:”Oğlum! Kardeşine borcunu ödememekler ona zulmetmiş oluyorsun. Niçin kaçıyorsun?”
Halbuki buyurulduğu üzere:
”Firarınız asla fayda vermeyecek.” (Müminun 101)
Şu ayeti kerime de dersimizdeki ayetleri tekid eder:
”Süra üfürüleceği zaman artık aralarında ne akrabalık vardır ne de soruşlar.” (Müminun 101)
Gördüğün akrabalara merhaba diyemeyeceksin. Bu işler hakikattır. Bunlar böyle olacaktır. Gereği gibi düşünelim. Gereği gibi yapalım. Bunlar olacak şüphe yok. Hiç insan anasından kaçar mı? Demek ki kaçacak. Babasından kaçar mı? Demek ki kaçacak. Evladından kaçar mı? Demek ki kaçacak…
Ancak ayette beyan olunan firarın zamanı sur üfürülüp, herkes yeni hayat bulduğu zamandır. Herkes mahşere toplanıp muhasebe görüldüğü zaman şefaata izin verildiği gibi, Allah Azze ve Celle cennette de ehl-i imanı gönüllerinin hoş olmaları için mümin olan zürriyetleriyle cem edecektir. Çünkü müminler dünyada iken evladları ile bir arada yaşamayı severdi. Ahirette de aynı sevgiye ulaşabilmeleri için evladlarını onlara ilhak edecektir. Bu sebepledir ki ayeti kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
”O kimseler ki iman ettiler ve kendilerine zürriyetleri de imanla tabi oldular biz onların zürriyetlerini (cennete) kendilerine ilhak ederiz ve amellerinden de hiçbir şey noksan etmeyiz.” (Tur 21)
Bu ayet-i celile Cenab-ı Hak kullarına karşı ne kadar çok lütufkâr olduğunu bize haber vermektedir. Bunda büyük bir müjde vardır.
Şu ayet-i kerimelerde beyan olunan meleklerin dualarına da dikkat edelim, aynı müjdeyi orada da görmekteyiz.
”(Melekler)iman eden kimseler için istiğfar ederler. Ya rabbi! Sen herşeyi rahmet ile ve ilim ile kuşatmışsındır. Artık tövbe etmiş, senin yoluna tabi olmuş olanlara mağfiet buyur ve onları cehennem azabından koru.” diye niyazda bulunurlar.
”Ey rabbimiz! ve onları kendilerine vaad buyunmuş olduğun Adn cennetlerine girdir. Onların babalarından ve zevcelerinden ve zürriyetlerinden salah kimseleride girdir buyur. Şüphe yok ki sen ziyade izzet sahibi ve hakimsin.”
”Ve onları kötülüklerden koru. Her kimi o gün kötülüklerden korur isen ona muhakkak ki rahmet etmiş olursun. İşte bu en büyük kurtuluştur.”(Mümin suresi:7-9)
Bakın bu duayı meleklere Allah Teala Hazretleri ettiriyor.
Kabul etmeyecek olsaydı ettirmezdi.
Bir birimizi iyiliğe sevk edelim. Birbirimizin sözünü dinleyelim. İyi yoldaki sözünü dinleyelim kötü yoldaki değil.
Bazıları ailesinin fertlerini harap ediyor da, zannediyor ki ale reisliği yapıyor. Halbuki aile kurtluğu yapıyor.
Tekrar ders ayetlerimize dönelim.
Cenab-ı Hak Kıymetin bazı hallerini bildirdikten sonra insanların, iki kısma ayrılacaklarını beyan ediyor.
(Ders ayeti)
”O günde bir takım yüzler parıldar.-Gülücüdür, sevinicidir.-Ve o gün birtakım yüzlerde vardır ki onların üzerlerini bir toz sarmıştır.’-Onları bir karanlık kaplar.-işte kâfirler, facirler onlardır.”