Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretlerimizin Hayatından Kesitler

0 601

İsmail Ağa Cemaati Öğrencisi İçin Bileziklerini Bile Sattı

Askerlikten sonra İstanbul’a yerleşen Mahmud Hocaefendi’nin sade bir talebe olarak sürdürdüğü İstanbul yaşamı Ali Haydar Efendi’nin “İsmailağa Camii’ne imam olacaksın” emri ile yeni bir boyut kazanmıştı. Üstadının vefatının ardından eğitim ve hizmet bayrağını devralan Mahmud Ustaosmanoğlu, Halidiye kolunun süre geldiği İsmet Efendi Tekkesi’ne gitme yerine hocasının görevlendirdiği camide kalıp eğitim hizmetlerini oradan yürütmeyi uygun gördü. İsmailağa Camii’ndeki sohbetleri, vaazları ve dersleriyle binlerce kişinin ilimle aydınlanmasına vesile oldu. Süleymaniye Dersiamlarından Dursun Efendi ile Fatih Dersiamlarından Ali Haydar Efendi’nin ders usullerini günün şartlarını dikkate alarak yeniden programlayan Mahmud Hocaefendi, bu hizmetini 1960’tan 2000 yılına kadar devam ettirdi. Emaneti devraldığı büyüklerinin okuttuğu kitapları terk etmeyi, onlara karşı vefasızlık kabul ettiğinden kitap bitirmeye dayalı klasik eğitim sisteminden ödün vermedi.

Bilezikleri Bozdurdu

Hocaefendi olumsuz şartlar altında sürdürdüğü eğitim faaliyetleri esnasında talebelerinin özel sorunlarıyla ilgilenmekten de geri durmadı. Hocaefendinin bu yanıyla ilgili 1962 yılında ders halkasına katılan Konyalı bir öğrencisi şunları anlatıyor: “Fatih’te müezzindim. Sabah namazından sonra İsmailağa’ya gider öğleye kadar Hocaefendi’den ders okurdum. Öğleden sonrada müzakere ve mutâlaa ile ilgilenirdim. O gün itibariyle 5 tane çocuğum vardı. İkamet ettiğim evin kirasını ödemekte zorlanıyordum. Ek işte çalışmaya karar verdim. Bunun için ders okumayı bırakmam gerekiyordu. Bir gün dersten sonra Hocaefendi’ye durumu arz ettim. Hocaefendi, beklememi söyledi. Evine gitti, hanımının bileziklerinden 3 tane alıp geldi. “Al, bunlar sana hediyemizdir. Bozdur kiranı öde. Lakin dersten geri kalma” dedi.

Anadoluyu İhmal Etmedi

Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi, her yıl bir defa, bazı öğrencilerini yanına alarak Anadolu gezisine çıkıyordu. 1997’ye kadar devam eden bu geziler, İstanbul’dan başlıyor, Trabzon üzerinden Erzurum’a, oradan İç Anadolu’daki vilayetlere kadar uzanıyordu. Gittiği yerlerde camilerde vaaz veriyor ve insanları okumaya, Kur’an’ı, Sünnet’le birlikte yaşamaya ve milletimizi var eden değerlere bağlı kalmaya çağırıyordu. Sabah namazından gece geç saatlere kadar insanlarla birlikte oluyor, onlara sohbet ediyordu. Bu yüzden geziyi maksadı ile isimlendirmişti: “Allah’ın rızasına uygun yaşama daveti”. Hocaefendi’nin böyle tanımladığı kitleleri eğitme faaliyetinin mekan ve muhatap olarak sınırı yoktu. Bu yüzden O, gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’daki şehirlerde dolaşırken karşılaştığı kişilere İslam’a dair ayak üstü sohbetler yapıyordu. Hocaefendi bütün bir milletin eğitimi olarak kabul ettiği “Allah’ın rızasına uygun yaşama” faaliyetlerini, en az klasik eğitim kadar önemli görüyor.

O’nun Bölüğünde Hiç Vukuat Olmamıştı

Vaazlarında sık sık vatan müdafaasından bahseden Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi, gençleri askerliğin manasını idrak etmeye çağırdı. Bir hutbesinde şunları söylemişti: “Askere gidenler illa Allah rızası için gitsinler. Giderken de şöyle niyet etsinler: ‘Ben askere nice canları, namusları korumak için, vatanımı, İslam’ı müdafaa etmek için gidiyorum.” Askerde iken Hocaefendi’nin tavır ve konuşmalarının bölükteki erler üzerinde tesirler bıraktığı yine asker arkadaşları tarafından şu örnekle anlatılıyor: “Onun bölüğünde hiç vukuat olmaz. Bölük yüzbaşısı, merak ettiği bu durumu bir gün Başçavuş’la paylaştığında, Başçavuş şunları söylemişti: “Komutanım! Bölükte Mahmud isminde bir er var. Sivil hayatında hoca imiş. Müsaade ettim, akşamları askerle sohbet ediyor. Bölük ondan çok etkilendi. Vukuat olmamasında onun etkisi büyüktür.” Yüzbaşı Mahmud Hocaefendi’nin ne konuştuğunu merak edip, bir akşam sohbet ederken kapı arkasından onu dinlemiş, sonra başçavuşa dönüp “Bu hoca askerliği bizden iyi bili-yor” demişti. Hocaefendi’nin askerliğe olan sevgisi ise üstadı Ali Haydar Efendi’den kaynaklanıyordu. Osmanlı Devleti’nin müdafaasında fiili olarak görev alan Ali Haydar Efendi, uzun süre görev yaptığı Çanakkale cephesinde askerin moralmen diri kalmasında etkili olmuştu.

Hocaefendi’nin Dostluk Halkası


Sohbetlerinde tarikattan ziyade İslam’a, Kur’an’ı Kerim’de emredilen helaller ve haramlara vurgu yapan Mahmud Hocaefendi’nin Sultan Selim Camii’ndeki vaazlarını içeren “Sohbetler” kitabı da onun bu yönünü örneklerle ortaya koyuyor. Mahmud Efendi’nin bu tarz bir üslup benimsemesi, farklı cemaatlere mensup insanlar nezdinde de saygınlığını artırıyor. Mehmed Zahid Kotku’dan Salih Efendi’ye, Dursun Efendi’den Aşıkkutlu’ya, Muzaffer Ozak’tan meşhur vaiz Timurtaş Uçar’a kadar birçok ilim, fikir ve irşad adamının cenaze namazını Mahmud Hocaefendi’nin kıldırması, bu sevgi ve saygının göstergesi olarak kabul ediliyor. Mahmud Hocaefendi, sohbet ve derslerinde ümmet bilincine sürekli vurgu yapıyor. Muhataplarına daha çok İslam’ın ameli boyutunu anlatırken, cemaatler arası dayanışmaya önem veriyor. Nitekim gençlik yıllarında farklı cemaatlerin büyükleriyle çok defa görüşmeler yaptığı yakınları tarafından anlatılıyor. Yakınları, Mehmed Zahid Koktu ve Sami Efendi’nin O’nun belli periyotlarla ziyaret ettiği şahısların başında geldiğini kaydediyor.

Dünya Tanıyor

Mahmud Hocaefendi’yi en az Türkiye kadar İslam dünyası da tanıyor. Çağımızın meşhur müfessirlerinden “Safvetu’t- Tefasir” adlı tefsirin sahibi olan Muhammed Ali es-Sabuni başta olmak üzere İslam coğrafyasından çok sayıda müfessir, muhaddis ve fakih seveni olduğu biliniyor. İsmailağa Camii Said Ramazan el-Buti, merhum Muhammed Bin Alevi gibi muasır alimlerin İstanbul’da ilk uğrak yeriydi.

Milletine Hizmete Devam Ediyor


Ülkemizin ve İslam Dünyası’nın, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren maruz kaldığı tehditlerle, bugün de karşı karşıya olduğu bir dönemde Halidiliğin tabiî dokularını olduğu gibi koruyan ve kamuoyunda da saygınlığı ile dikkat çeken Mahmud Hocaefendi, ümmet-millet bilincinin oluşturulması noktasında önemli roller ifa etti ve bugün de etmeye devam ediyor.

Evinden Camiye Elektrik Çektirdi

Hayatının ilk yıllarından itibaren kul hakkını ihlal etmeme noktasında son derece titiz davranan Hocaefendi’nin bu yanıyla ilgili olarak talebeleri, şunları anlatıyor: “Hocaefendi, devlet malını şahsı adına kullanmamaya aşırı özen gösterir. Sağlığı bozulana kadar her yıl Ramazan ayının son on gününde itikafa girerdi. Ramazan kış aylarına dönünce geceleri cami çok soğuk oldu. Hocaefendi ısınmak için camideki elektriği kullanma yerine evinden camiye kablo çektirdi. Bu noktada bir asker arkadaşı ise şunları naklediyor: “Mahmud Efendi istirahat saatinde öncelikli olarak mescide giderdi. Abdest, namaz derken genellikle yemek ictimalarına yetişemezdi. Geç kaldığı günler ona yemek ayırırdım. Yemeği alınca sorardı, ‘bu bizim bölüğün karavanasından mıdır?’ Hayır deyince başka bölüğün istihkakı bana helal olmaz der, yemeği yemez, aç beklerdi.”

Bardağı Geri Vermek İçin Tekirdağ’a Döndü

Hocaefendi’nin bir talebesi de Tekirdağ’a yaptıkları bir ziyaret sırasında şahit olduğu hatırasını şöyle dile getiriyor: “Yanımıza bardak almayı unutmuştuk. Su içmek için bardak lazım oldu. Tekirdağ’da vaaz ettiğimiz caminin imamından bardak istedik. Sağ olsun getirdi. Hizmet bitti, geri dönüyoruz. İstanbul sınırları içerisine girdik. Mahmud Efendi: “Bardağı hocaefendi’ye verdiniz mi?” diye sordu. Kimsede ses yok. Sonra öğrendik ki bardak arabada unutulmuş. Hocaefendi şoför arkadaşa “Hemen dönüyorsun, Tekirdağ’a gidiyoruz” dedi. Evlerimize girmeden gittik. Bardağı verdik, sonra İstanbul’a döndük.”

Şöhret Afettir

Şöhreti afet olarak gören ve bu yüzden medya kuruluşlarına fotoğraf ve demeç vermeye sıcak bakmayan bu sufi büyüğün tasavvuf disiplini bağlamında düşünüldüğünde keramet olarak değerlendirilecek çok sayıda söz ve ameli de var. Fakat kendisinin bu konudaki prensibi ise Nakşibendiliğin kurucusu Bahauddin Nakşibend’ten naklen söylediği “En büyük keramet Hz. Resulullah’ın sünnetine tâbi olmaktır” ifadesinde özetleniyor. vAlign=top colSpan=2>BİR SEN ANLADIN!

Efendi Hazretlerimiz İsmailağa’ya ilk imam olduğu zaman kapı kapı dolaşıyor.Çevredeki her evin kapısını tıklayan Efendi Hazretleri,”Ben bu caminin yeni imamıyım, bir sıkıntı ve ihtiyacınız olursa benim kapım her zaman açık.Sizi namaz da camimizde görmek bizi mutlu eder.” diyerek insanları namaza ve camiye çağırıyor.İnsanlarımız güzel muameleye güzel karşılık verirler.İnsanların yapısında da bu vardır. ”Allah razı olsun, ne demek hocam, inşallah hocam” diyorlar insanlar.Herkesin aynı olması, herkesten aynı muameleyi beklemek de yanlış tabii.Hele böyle bir iş yapan her türlü hakarete hazırlıklı olması lazım.
Efendi Hazretlerimizin kapısına tıkladığı bir evden de et ve kemik yığını olarak tabir edilen iman ve akıldan nasibi olmayan dev gibi boylu poslu, iri yarı bir adam çıkıyor.Efendi Hazretleri aynı şeyleri ona da söylüyor.Adam Efendi Hazretlerine şöyle yukardan alaycı bir şekilde bakıyor ve ”Şuna bak, sen bir hiçsin ya!” diyor.Efendi Hazretlerimiz adamın bu terbiyesiz tavrına ”Hiç olduğumu bir sen anladın” diyerek çok manalı bir cevap veriyor.Bu cevaptan sonra adamın surat şeklini görmek isterdik doğrusu…

İMTİHAN

Efendi Hazretleri’nin kayınçosu Muhammed hoca devamlı yanında bulunduğundan çok dikkat etmesi gerekiyor.Çünkü evliya, yanındakileri her zaman imtihan eder.Muhammed Hoca;”Tabakta üzüm var, Efendi Hazretleri bazen bir tane üzüm istiyor.Bende bir tane alıyorum ve getiriyorum.Eğer üç tane veya daha fazla alsam söz dinlememiş olurum” diyor.

ÇİVİ GİBİ DUR

Efendi Hazretleri geçtiğimiz yıllarda yine Çavuşbaşın’da dinlenmede iken hatme hace yapılıyor.Hatme haceden sonra İshak Hoca aşrı şerif okuyor.Aşrı şerif okurken hafif sallanan İshak hoca’yı Efendi Hazretleri’miz omuzundan tutuyor ve ”Bende bir keresinde aşrı şerif okurken Üstadım Ali Haydar Efendi beni omuzumdan tutarak ‘Böyle çivi gibi ol’ buyurdu.Sende öyle ol” buyurmuş.

SÜNNET İLE GELEN HİDAYET

O zamanlar cemaat bu günkü gibi kalabalık değil.Cami kısmı ya doluyor, ya dolmuyor…İslamı bildiği kadar yaşamaya çalışan, siyah fötür şapkası ile ticaret yapan bir iş adamının yolu Fatih Çarşam’dan geçince İsmailağa’ya uğramaya karar veriyor.İsmailağa’ya girer girmez çok tabii olarak kendisini başka bir dünyada buluyor.En ön safa kadar ilerleyip oturuyor.Efendi Hazretleri ise o sırada sohbet ediyor.Efendi Hazretleri bir kitabı, rafa koyması için bu iş adamına vermek istiyor.Adam elini uzatınca Efendi Hazretleri kitabı geri çekiyor.Bu iki üç kere tekrarlanınca yanındakiler adama ”Sağ elini uzat” diyorlar.Sağ elini uzatınca Efendi Hazretleri kitabı veriyor.Efendi Hazretleri bu hareketinin sebebini de kürsüden açıklıyor.Rasulullah Efendimizin sünnetinde; işlerin sağ el ile yapılması, almanın vermenin, yemek yemenin sağ el ile yapılması gerektiğini sol elin taharet eli olduğunu ve bunlara dair hadisi şerifleri anlatıyor.
Bu zat, sohbet bitiminde Mevla’nın kalbine verdiği hidayet nuru ile aydınlanıyor.Kendi anlatımı ile:”Böyle bir edep ve sünnet aşkı daha ne olabilir ki…O gün sohbet çıkışı İsmailağa’nın altında bulunan terziye indim, cübbe ve şalvar aldım.Eve gittiğimde hanım ve çocuklarda beni böyle görünce sen madem böyle giyindin bizde çarşaf giyeriz dediler ve Elhamdülillah giydiler, o günden bu güne böyleyiz işte” diyor.İsmini burada vermeyi uyugn görmediğimiz bu zat şimdi büyük bir hocamızdır ve sohbetleri ile insanları bu yola çağırıyor.

YALAN

Efendi Hazretlerimiz’e sormuşlar:”Efendi Hazretleri siz hiç yalan söylediniz mi?.” Efendi Hazretlerimizin verdiği cevap ”Bana hiç saatin kaç olduğunu soran olmadı!”
Yani şu dikkate bakarmısınız!!!… Aman Ya Rabbi! Ne kadar ince düşünüyor.Saat sorulduğunda verilen cevabın yanlış olmasını bile yalan sayıyor Efendi Hazretlerimiz.Hani birisi saati sorsa ”saat kaç?” diye.Eğer saat ekrep ve yelkovenlı ise saate bakarsın ve pek dikkat etmeden 9 un üzerindeyse 8 dersin.Bu bile yanlış oluyor ve Efendi Hazretlerimiz bunu yalandan kabul ediyorlar….

ABDESTSİZ OLMAMAK

Abdestli bulunmak ve yatmak hakkında bir çok hadisi
şerif vardır.Efendi Hazretlerimiz’de abdestli bulunmaya
çok önem veriyorlar.Odalarında ve uzun yola
çıktıklarında yanlarında bir tuğla bulunduruyorlar.(Belki
ilerde elimizde bu konuda mevcud olan resmini
yayınlarız)
Neden? Abdestleri bozulduğu vakit abdest
mahalline varıncaya kadar
ayaklarının yere abdestsiz basmasından
korkuyorlar.O tuğla ile teyemmüm
alarak
o anlık bu ihtiyaçlarını gidermiş
oluyorlar.
Efendi Hazretlerimiz
hastalandığı zaman uyuyor ve
uyanıyor.Uyuyor ve
uyanıyor.Ancak uyandığı zaman (bizim gibi kıvrılıp daha bir iştahla uyumaya çalışmıyor) abdest almak için sıcak yatağından kalkıyor.Yani uyuyarak bozulan abdestini alıyor ve abdestli uyumuş oluyor.Bu hal yani uyanmak kaç kere olursa olsun, bıkmadan ve usanmadan kalkıyor abdest alıyorlar….

EDEB EN ÜST SEVİYEDE

Efendi Hazretlerimiz üzerinde cami, kabe, medine gibi rasimler olan seccadede namaz kılmıyorlar.Gözlerin seccadedeki şekiller ile meşgul olmasını engellemek için seccadenin sade olmasını hatta mümkünse renksiz ve şekilsiz olanını tercih ediyorlar.
Cemaat ile namaz kılarken namazı uzatmıyorlar.
Pazar sohbetlerinde dikkatinizi çekmiştir veya görmüş olanlarınız vardır.İmam Efendi Rasulullah Efendimiz’in hadisini, Mektubatı vs.. okurken Efendi Hazretlerimiz hasta hali ile bile doğrulmaya çalışıyor, arkasına yaslanmıyor.
Üzüm yerken ağızlarına üç tane almaya gayret ediyorlar.
Yatak sarığını (kalıp takkeye sarılmamış-kısa sarık) çıkartırken sardığı gibi çıkarıyorlar.
Çorapsız namaz kılmamaya özen gösteriyorlar.
Yürürken uzun adım atmıyorlar.
Boş vakitlerinde ki; namaza bir dakika bile kalsa tesbihini çıkartıyor ve zikrediyorlar.
Kadınlara sohbet verirken asla ve asla gözlerini açmıyorlar.
Besmelesiz lokma yemiyorlar.

HATME HACE VE ZİKİR

Efendi Hazretleri hatme hace’ye o kadar önem veriyorlar ki hatme taşlarını (zikir sayısını tutma işine yarayan küçük taşlar) yanından ayırmıyorlar.Hastanede tedavi amacı ile gecelediği bir günün sabahı Efendi Hazretleri hatme taşlarını yastığın altından çıkarıyorlar.Hocalar çok şaşırıyor.Merhum Hasbi hoca’da var.Çaresiz hatme yapılacak.100 adet taşa karşılık 4-5 kişi var.Eller dolu.Efendi Hazretlerinin rahatsızlığının verdiği ağırlık da var.Hocaların anlattığına göre hatme öğlene kadar sürmüş.Ama Efendi Hazretleri ne olursa olsun bırakmıyor….

Kuvvetli bir hafız olan Efendi Hazretlerimiz yine her gün Muhammed Hoca’ya bir cüz Kuran’ı Kerim okuyorlar.

NE KERAMETİNİ GÖRDÜN?

Cemaatimizin görünüşü yolda yürümesi dahi vaaz oluyor.Çünkü cübbe ve takkesi ile islamı hatırlatıyor.(sünneti ve tarikatı, sakallıları korkulu ve kötü göstermeye çalışmalarda).İçimizi kafirlere benzemekten koruduğumuz gibi dışımızıda onlara benzemekten koruyoruz.
Eski zamanların eşkıyalarından biri İsmailağa’ya geliyor.Arkasında adamları olan, kötü işleri olsada doğru sözlü, mert bir insan…Mevla kalbine bir ışık atıyor ve Efendi Hazretleri’nin ihvanları arasına katılıyor.Bağrı açık gezen bu zat yaşam tarzında, içinde ve görünüşünde 180 derecelik bir dönüşüm yaşıyor.Görenler hayret içerisinde taaccub ediyorlar.
Tanıdığı birisi soruyor ”Tamam gittin mürit oldun, birde Mahmud Efendi diyorsun.Peki hiç kerametini gördün mü? Ne karemeti var?” Eskilerin eşkıyası derviş, tebessüm ettiren ve çok mana içeren şu cevabı yapıştırıyor ”Donumu değiştirdi yetmez mi?!”
(Yani dizimi örten bir don giydim) Bu cümle üç kelimeden ibaret olsada çok şey anlatıyor.İslami kıyafeti giymek çok zor bir şeydir.O zamanlar ise gazetelerin ve televizyonların karikatürler ile hicvettikleri, karaladıkları , hakaret ettikleri bir dönem.Bu zamanda böyle şeyler olmasa da yinede islami kıyafet içinde gezmek yürek ister.Her kişinin harcı değildir.Er kişinin harcıdır.

ÖĞRETMENE OLAN SAYGI

Efendi Hazretlerimiz her yıl Of’a birini ziyarete gidiyor.Ve bu ziyaretlerini hiç aksatmıyor.Bir yıl rahatsızlığı veya yoğunluğu sebebiyle gidemiyor.O her yıl ziyaretine gittiği kişi birisi aracılığı ile ”Mahmud bize darıldıda mı gelmiyor?” diye mesaj gönderiyor.Efendi Hazretleri hemen bir talebesini o kişinin gönlünü alması ve sevgilerini iletmesi için gönderiyor.
Efendi Hazretlerine bu kişinin kim olduğu soruluyor.Efendi Hazretleri:”Of’ta iken hocamız bir gün dersimize giremedi.Onun yerine başka birisi bize ders verdi.O dersimize giren hocanın bir yakınıdır.”

İşte ilme verilen önem…Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum darbı meselini şeyhimizde görüyoruz.Öyle ki sadece bir gün derslerine giren hocanın yakınlarına hürmet gösteriyor, onların ihtiyaçlarını sorup karşılıyor…

NE YAPACAKSIN ONU?

Efendi Hazretleri bir yerden gelirlerken yolda bir adamı görüyorlar.Şöfürüne adamı arabaya almasını istiyorlar.Efendi Hazretleri adama soruyor:”Nereye gidiyorsun?” Efendi Hazretlerimizi tanımayan adam cevapla:”Fatih’te Mahmud Efendi var, onu görmeye gidiyorum” diyor.Efendi Hazretleri: ”Kısa boylu, söylediğni kimse anlamaz, ne yapacaksın onu?” deyince adam galiba başka bir şeyh ve onu kötülüyor zannıyla ”Durdurun arabayı ben ineceğim” diyor.Efendi Hazretleri’miz ve şöförü gülüyorlar..Şöför ”Mahmud Efendi Hazretlerimiz” diyerek tanıştırıyor.Adam ellerine sarılıyor biraz hayret ve biraz şaşkınlık içerisinde…Camiye gitmeden yolda tatlı bir hatıra ile tanımış oluyor Efendi Hazretlerimizi.

VÜCUDU FEDA OLDU

İsmailağa camiine hergün vakit namazlarına gidip gelen Efendi Hazretlerimizin 10 yılı aşkın şöförlüğünü yapmış, sonradan gözlerini kaybeden Osman amca var.Efendi Hazretleri onun için ”O, kalbi ile görüyor” buyurmuş.İşte Osman amca; Efendi Hazretleri ile bir sohbet dönüşünde kaza yaptıklarını, arabanın uçurum gibi bir boşluğa yuvarlandığını, Efendi Hazretlerinin kemiklerinin de kırıldığını anlatıyor.
Efendi Hazretlerimiz hiç boş durmamış, her vakit bir camide sohbet etmişler.

KUL HAKKI

Efendi Hazretleri araba ile mola verdikleri bir yerde arabada olan ayrandan içmek istiyorlar.Ancak bardak yok.Hemen yanlarında olan bir arabadan plastik bardak alıyorlar.Mola bitiyor ve hareket ediyorlar.Yolda ilerlerken Efendi Hazretleri bardakları verip vermediklerini soruyor.Vermedikleri cevabını alınca ”hemen geri dönün” emri veriyor.”Efendi Hazretleri bardaklar plastik bir şey olmaz, onlarında işine yaramaz” dedilerse de Efendi Hazretleri hemen dönülmesini istiyor.Şöför 50 km gittikten sonra geri döndüklerini söylüyor.
Yani gittikleri yerden 50 km uzaklaşmışlar ama önemli değil.Önemli olan kul hakkı almamak.

NASIL ÇÖKMESİN!

Anadolu’ya vaaz etmeye giden kardeşlerimiz Efendi Hazretlerimizn adetidir; gittiği beldede bir Allah dostu varsa ziyaret eder, bizde bu adete uyalım diyerek sorup soruşturuyorlar ”Burada bir şeyh efendi var mı?” diye.Gösteriyorlar ”Şurada talebe okutan mubarek bir zat vardır”
Mubarek zatın yanına gidiyorlar.Mubarek zat kardeşlerimizi görünce ayağa kalkıyor.Çok güzel ve samimi bir şekilde muhabbet ediyorlar.Oralarda tanınan bir zatmış.Talebeleri ve kendine bağlı müridleri varmış.
Muhabbet ederlerken yaşını soruyorlar.Yaşının 80 civarı olsuğunu söylüyor.O arada bir kardeşimiz ”Siz 80 yaşınızda maşallah dümdük ayaktasınız, Efendi Hazretlerimiz ise yetmişine gelmeden çökmüş” demiş.Biraz patavatsızlık etmiş ama söyletene bak!
Zatı muhterem biraz celallenerek ”Nasıl çökmesin, nasıl çökmesin! Biz neyizki, kainatın direkleri onlar, bütün yük onların üzerinde” buyurmuş…
Yani anlıyoruz ki rahatsızlığının sebebi her ne kadar maddi gözükse de (Bazen doktorlar bir teşhis koyamadılar) asıl sebebi manendir.Onlar bu kainatın direkleridir.Tek dertleri ümmettir.

NOT: EHLÜLLAH GÖRÜNÜŞ İTİBARI İLE BİZİM GÖZÜMÜZDE HASTA OLARAK GÖRÜNEBİLİRLER YANLIZ ONLAR KESİNLİKLE HASTA VE ÇÖKMÜŞ DEGİLLERDİR. EFENDİ HAZRETLERİMİZ DİMDİK AYAKTA VE VAZİFESİNİN BAŞINDADIR.!


Allah’ım! Bizi şeyhimize layık mürid eyle, O’nun kıymetini bilenlerden eyle, Sevgimizi kat kat artır, sana kavuşmak için O’nu vesile yaptık kabul eyle, Onu bizden bizi ondan ayırma, onu üzmekten, darıltmaktan muhafaza eyle… Amin!…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.