Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 33. Sohbet

0 108

SOHBET- 33 BAKARA 8-12
–Tembellik nifak alametidir!
–Kuran’ın isim ve sıfatları

Efendi Hazretleri 33. Sohbet
TEMBELLİK NİFAK NİŞANIDIR
Ders ayetleri: Bakara 8-12.
“İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, biz Allah’a ve ahiret gününe inandık derler. Halbuki onlar asla inanıcı değilidrler.”
Bu ayet-i celile münafıkların vasıflarnı beyan etmektedir. Nisa suresinde de böyle bir ayet vardır:
 
“Muhakkak münafıklar (lisanlarıyla imanı açığa vurmak ve kalplaerinde küfrü gizlemek suretiyle zanlarınca) Allah’a hile yaparlar. Allah’da hilelerinin karşılığını vericidir.
Onlar namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı pek az zikreder (hatıra getirir)ler, anarlar.”(Ayet:142)
 
İnsanoğlu, Allah’a birşey edemez, ama kendisi kendisini perişan edebilir. Allah-u Teala ayet-i kerimesinde: “Onlar namaza tembel tembel kalkarlar.” buyuruyor.
 
Bakın tembellik nifak nişanıdır. Amellerin en şereflisi, en faziletlisi ve en hayırlısı olan namazda, münafıkların sıfatı budur. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, zira namaz kılmaya gönülleri yoktur.
 
Onlar namazına farziyetine inanmazlar. Allah’tan korkuları yoktur. Namazın manasınıda anlamazlar. İbn-i Abbas(radıyallahu anhuma) buyuryor ki: “Müslümanın namaza tembel olarak kalkması hoş görülmemiştir. Namaza güler yüzle, büyük bir istekleve sevinçle kalkmak gerekir, çünkü namaz Allah’a münacatta bulunmaktır.”
 
Cenab-ı Hak, münafıklara, küfrünü aşikar edenlerden daha fazla buğz etmektedir. Bu sebeplede cehennemin en alt tabakasında bulunacaklar. Böyle olmaktan Allah’a sığınırız.
 
“Doğrusu münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar, onlara yardımcı bulamazsın.” (Nisa sr:145)
 
Allah-u Teala, dünyada tövbe edenlerin tövbesini kabul buyuruyor. İnsan tövbesinde ihlas üzere ve amelinde dürüst olup, bütün işlerinde Rabbisine yönelenler hakkında Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Ancak tövbe edenler, hallerini ıslahta bulunanlar, Allah’a sarılanlar ve dinlerini Allah için halisane kılanlar müstesnadır. Onlar müminlerle beraberdirler, müminlere ise Allah(-u Teala) pek büyük mükafat verecektir.” (Nisa sr:146)
 
Buradan anlaşılıyor ki, insan bozulduktan sonra düzelebilir. Ama düzeldikten sonra da bozulabilir. İtaatte devamda bizi ancak muvaffak kılar. Nitekim yüce Allah bir ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
“(Ey Resulüm!) Sabret, senin sabrında ancak Allah’ın yardımıyladır. (Kafirlerin yüz çevirmesinden) mahzun olma ve yaptıkları hileden de telaş edip sıkıntıya düşme.” (Nahl sr:127)
 
Muhakkak Allah, takva sahipleriyleve ihsanda bulunan kimselerle beraberdir.” (Nahl sr:128)
 
Mevla Teala, ben varım, ben var iken korkmayın buyuruyor. Kul: ” Benim Allah’ım var, beni O muhafaza eder” demelidir. O’nu beğenmeli, O’nun işlerini yerli yerinde bulmalıdr. O’nun işlerini beğenmeyende hiç iman olur mu?
 
Herkes Mevle Teala ile beraberdir, fakat beraberlikler arasında fark vardır. Zikirle beraberlik olursa, o çok iyidir. Ancak Mevla Teala herkesle beraberdir. Bu beraberlikten mütakki kullarla, iyilik yapanlar istifade edebilirler.
 
Allah-u Teala Hazretleri, zahirimize, batınımıza yani dışımıza ve içimize vakıftır. Kul namaza dururken lisanıyla Allah-u Ekber der fakat kalbinde ne mahkemeler kurar, kendi kendine ne fetvalar verir. Ya Rabbi kendimizi sana havale ettik, Sen bizi muhafaza eyle!
 
Münafık: İki yüzlü kimseye denir. İki türlü münafık vardır. Birisi imanda münafıktır, kalbinde iman olmadığı halde dışarıdan imanlı gibi görünür, müminlerin yanında “ben müslümanım” der. Kendi gibi kafirlerin yanında ise, müslüman olmadığını söyler. İmanda münafıklar kafirlerdir. Bunların cezası ,sonsuz olarak cehennemin en alt tabakasında kalmaktır.
 
Birde imanlı oldukları halde amelde münafıklık yapanlar vardır. Bunlar yalnızken ibadet etmezler. Mesela namz kılmazlar, başkalarının yanında bulundukları zaman abdest alıp namaz kılarlar.
 
Bu gibi münafıklık yapan müminlerin cezası Allah-u Teala’nın dilemesine kalmıştır, onlar hakkında ne dilerse onu yapar.
Mevla Teala münafikun suresinde buyuruyor ki.
“Ey Habibim! Münafıklar sana geldikleri zamanda:’Biz şahitlik ederiz ki, cidden Sen Allah’ın Resulüsün’ derler. Hakikaten Allah da senin kendi resulün olduğunu bilir. Bununla beraber Allah şehadet eder ki, münafıklar hakikaten yalancıdır.”(Ayet:1)
Ayet-i kerimesinde münafıklar te’kidle: “Biz şahitlik ederiz ki, Sen Allah’ın Resulüsün” diyorlar. Onların bu şekilde yeminle şehadet etmeleri Hazret-i Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem) in Allah’ın resulü olduğunu bildirmek değildir.
Çünkü Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin Allah’ın resulü olduğunu hem kendisi hemde müminler iyi bilir. Onların maksadı bu şehadetle kalplerindeki küfrü gizlemeye çalışmalarıdır.
 
Mevla Teala buyuruyor ki.
“Allah (Azze ve celle) şehadet eder ki, muhakkak münafıklarelbette yalancıdır.”
 
Yani onların söyledikleri, söz bakımından doğrudur fakat onlar şu yönden yalancıdırlar: Münafıklar, Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem)in, Allah’ın Resulü olduğuna inanmadıkları için yalancıdırlar.
Kalplerinden inanmadıkları halde inandıklarını söyledikleri için yalancıdırlar. Şahitlik ederiz diye yalanlarını yeminle te’kide çalıştıklarından dolayı yalancıdırlar.
 
Mevla Teala Hazretleri münafıkların kalpleri inkar edici olduğu halde sadece dilleriyle “iman ettik” demelerinin iman olmadığını bildirdikten sonra şimdiki ayet-i kerimede de onların kötü hallerinden biri olan hilelerini açıklıyor. Şöyle ki:
(Ders ayeti)
“(Bunlar sadece lisanen iman ettik demeleriyle) Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, halbuki (böyle yapmalarıyla) ancak kendilerini aldatırlar da (bunun) farkına varmazlar.”
 
Onların hileleri:Kalpleriyle Allah’a, Resulüne ve müminlere muhalefet ettikleri halde, zahirde mümin olduklarını ifade ederek küfürlerini gizlemeleridir.
Kendilerince hem Allah’a, hem Resulüne, hemde müminlere hile ediyorlar. Onlar bu hileleriyle kendi nefislerinden başka kimseye zarar vermezler. Allah onların bütün hallerini bildiği gibi, hilelerinide bilir. Peki onlar niçin böyle yapıyorlar?
(ders ayeti)
Esteizübillah:
“Onların kalplerinde bir hastalık vardır. (Allah-u Teala) onları hastalık bakımından artırdı ve yalan söylemeleri sebebiyle, onlar için gayet acı verici bir azap vardır.”
 
Ayet-i celilede geçen “Maraz” şek, nifak, inkar, dünya sevgisidir. Birde kendi nefsini sevmektir. Yazık olsun bizlere! Kendi nefsimizi niye severiz? Rabbimizi sevelim. Neden? Çünkü bütün iyilikler Allah’tandır.
 
Hiç kimse gökten bir damla yağmur indiremez. Yağan yağmurlar içinde, bu bizim hünerimizdir diyemez. Teknik olarak yağmur yağdırmak için çok uğraşıyolar milyarlar sarf ediyorlar da Mevla Tealaya yalvarmayı ayıp sayıyorlar. Dua etmeye gelince yobazlık diyorlar.
O zavallıların yobazlık, gericilik dedikleribenim olsun, tabii benim olan sizinde olur. İmam-ı Rabbani Hazretleri yüzbeşinci mektubunda şöyle der: “Bazı hastalara bazı gıdaların, hastalığının devam ettiği müddetçe asla menfaat vermeyeceği söylenir, isterse ona sunulan yiyecek yemeklerin en güzeli olsun, hatta hastalığını artırır. Bunun için evvela hastalığın giderilmesini düşünmek lazımdır, bundan sonra hastanın haline ve mizacına uygun gıdalarla hasta kuvvetlendirilmeğe çalışılır.
Bu mana insanın durumuna uyar. Allah-u Teala’nın buyurduğu “Kalplerinde maraz vardır” ayet-i kerimesiyle işaret edildiği gibi kalplerinde maraz olan kimselere ibadet ve taat asla fayda vermez, hatta zarar verir. Şu hadis-i şerifler de bu manaya işaret eder:
 
“Nice Kur’an okuyanlar vardır, Kur’an kendisine lanet eder.”
“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine ancak açlık ve susuzluk kalır.”
 
Kalp hastalarının mütehassısları olan tasavvuf büyükleri de, ilk önce hastalığın giderilmesi için yapılcak şeyleri emir buyururlar. Hastalık, kalbin Hak Tealadan başkası ile olan alakasıdır. Hatta insanın kendi nefsine olan alakasıdır. Zira insan, neyi ister ve severse, kendi nefsi için ister ve sever. Malı, mevkiyi, rütbeyi hep kendi nefsi için ister.
 
Öyleyse gerçekte insanın mabudu (tapındığı) kendi nefsidir. İnsan bu bağlantılardan kurtulmadığı müddetçe, onun için felaha erme ümidi yoktur. İnsanın içinde ne kadar şirk varsa, ibadet o kadar zoruna gider. Şirk ne kadar silinirse, ibadette o kadar kolaylaşır. Peki şirk ne ile silinecek?
KURAN’IN İSİM VE SIFATLARI
Niyazi Mısri (Kuddise sirruhu) Hazretleri buyuruyor ki:
“Savm,selat-u zekat günah kirini mahveder
Darb-ı zikir olmasa, gönül pası silinmez.”
 
Kalpte bir pas vardır. O pas rabıta ateşi ile kızdırılan zikir çekici ile vura vura silinir. insanları zulmetten nura çıkaran Kur’an’dır. Çünkü Kur’an; Nurdur. Raseulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de nurdur. Mevla Teal Ali imran suresinde ne buyuruyor:
“Hepiniz Allah(-u Teala’n)ın ipine sımsıkı sarılıız ve birbirinizden ayrılmayınız. (Allah-u Tealan)ın üzerinizde olan nimetini de hatırlayınız ki, siz birbirinizin düşmanları iken sonra Allah(-u Teala) kalplerinizi birleştirdi de, onun nimeti sebebiyle kardeşler oluverdiniz.
Ve sizler ateşten bir çukur kenarında iken, sizi ondan çekip kurtardı. İşte Allah(-u Teala) ayetlerini sizlere açıklar, ta ki hidayete eresiniz.”(ayet.103)
 
Ayet-i kerime de Kur’an-ı Kerime hablullah buyuruluyor. “Habl” lugatta kalın ip, urgan, halat demektir. Burada Kur’an-ı Kerime hablullah denilmesinin sebebi keendisine sıkıca sarılan kimseyi matlubuna ulaştırmasındandır.
 
Mesela: Derin ve geniş bir kuyuya düşmüş olan bir kimsenin o kuyudan çıkabilmesi, ancak kendisine sarkıtılan sağlam bir ipe çok sıkı bir şekilde sarılmasıyla mümkün olur.
İşte bu dünyaya gelen bir insanda sanki bir kuyuya düşmüş gibidir. Bu insana uzanan ip Kur’an-ı Kerimdir. Kuyuya düşen bir kimsenin nasıl ki o kuyuya sarkıtılan ipe sımsıkı tutunması gerekiyorsa , dünya kuyusundaki insanın da felaha ermesi için Kur’an-ı Kerime öylece sarılması gerekmektedir.
Burada Kur’an-ı Kerim’e “Hablullah” denildiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in bir çok isimleri daha vardır.Ona verilen bu isimler Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde geçmektedir. Bunlardan bazısı isim, bazısı sıfat olarak kullanılmaktadır.
 
Okunduğundan dolayı, KUR’AN denilir.
Yazıldığından dolayı KİTAP denilir.
Ölmüş olan kalpleri dirilttiğinden dolayı RUH denilir.
Hak ile batılı ayırdettiği için FURKAN denilir.
Allah’ı hatırlattığından dolayı ZİKİR denilir.
İnsanlar doğru yolu gösterdiği için HUDA denilir.
İnsanlara getirdiği ilahi aydınlıktan dolayı NUR denilir.
 
Bir Hadis-i Şerifte Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:
“Muhakkak Allah(-u Teala), bu Kur’an sebebiyle bir takım kavimleri yüksek eder, bir takım kavimleri ise alçak eder.”
 
Mevla Teala ayet-i kerimede: “Kur’an-ı Kerim’e hepiniz yapışınız.”buyuruyor. Neden? Bir sepet elma olsa, içinde bir tek çürük meyve bulunsa, diğerlerininde ifsadına sebep olur değil mi?İşte bir kötü insan da bütün insanların ifsadına sebep olabileceğinden, herkesin Kur’an-ı Kerim ipine yapışması gerekmektedir.
 
Kur’an-ı Kerim Allah’ın sağlam bir hablidir, o apaçık bir nurdur, menfaat verici bir şifadır ve kendisine sarılan kimse için bir kurtarıcıdır. İnsanı her türlü tehlikeden korur.
 
Ayet-i celile de: Ey müminler! Allah’ın dinine sarılın, Allah’ın kitabı olan Kur’an’a yapışın, yahudi ve nasaranın yaptıkları giib tefrikaya düşmeyin, çeşitli bahanelerle fırkalara bölünmeyin manası vardır.
 
Müslümanların arasında buğz ve düşmanlığın kalkması, ülfet ve ünsiyetin vazolunması büyük bir nimettir. Bu bakımdan bu nimetin hatırlanması emrolunmuştur.
 
Cahiliyyet devrinde insanlar arasında buğz ve adavet vardı. Medine halkından olan Evs ve Hazreç kabileleri bir ana ve bir baba evladından oldukları halde çoğaldıkça ikiye ayrıldılar ve zaman geçtikçe bir birlerine olan düşmanlıkları da arttı.
 
Aralarında kanlı muharebeler oldu, iki tarafın da rahat ve huzuru kalmadı, hatta “Dünyada yaşamaktansa ölmek daha hayırlıdır.” diyecek hale geldiler. Böyle bir zamanda Cenab-ı Hak islamı göndermekle aralarındaki fitne ateşini söndürdü.
 
Kur’an-ı Kerim indirilmeden önce her taraf akrep yuvası, yılan yuvası olan dünya gülistanlık oldu, bülbül yuvası oldu. Dünyanın bütün altınları, gümüşleri, mücevherleri, paraları, sarayları, köşkleri bir araya getirilip verilse, feda edilse, infak edilse, kalpler yinede birleştirilemezdi. Demek ki kalplerin birleştirilmesi ancak Kuran-ı Kerimle mümkündür. O öyle bir ilaçtır ki , yutulur yutulmaz bütün hastalıkları giderir.
 
Ayet-i Celilede dört önemli husus vardır:
1- Kur’an-ı Kerim’in insanlar için ip olması,
2- Biribirinden çok uzak olan kalpleri birleştirmesi,
3- Düşmanları kardeş yapması,
4- İsalmiyetten önce insanlar ateşten bir çukurun kenarında iken, İslam nimeti ile şereflendirerek, onları ateşten kurtarmasıdır.
 
Elhamdülillah Kur’an-ı Kerim ümmetin evvelini düzeltti, ahirini de düzeltecek inşallah . O zamanlar tercüman Resulullah idi, bu zamanda tercüman onu izleyen sizlersiniz. Aman talebelerimiz çok dikkat etsinler, amellerine hiçbir bid’at katmasınlar. O vakit Allah-u Teala sohbetlerinde onların sözlerini tesirli kılar.
Koyunların, ineklerin memelerinden sağılan sütü Allah-u Teala Hazretleri temiz ve katıksız kalmıştır. Bizlerde şeriatı, tarikatı, hakikatı, sanki yerinden yeni sağılmış gibi halisane yaşayalım.
Üniversitelerdeki çalışmalar, medreselerde yapılsa, oralardaki gayret buralarda gösterilse, dünya abad olurdu. Amerikaya uymak bize yaramaz, bizim yaramızıda saramaz, zor duruma düşsek onlar bize asla yardımda etmez.
Bizim şu dünyadaki en önemli gayemiz, sandıkları altın doldurmak değil, islamı yaşamak ve yaşatmaktır. Bir zuhuratta: “Bu günlerde nafilelere daha çok dikkat edilsin.” buyuruldu. İslamı insanların kalplerinin sevmesi için 313 Ayet-el Kürsi okunsun. Yatmadan evvel de, emr-i bil maruf karşısında insanlrın kalpleri yumuşasın için 27 ihlas okunsun.
Talebeleri gayet güzel, dikkatli yetiştirelim, onlarında her biri ailelerini, arkadaşlarını, çevrelerini, uyarmaya çalışsın. “Biz kainatı yaratan Allah’ın kitabını okuyoruz, sizler boşuna vakit geçiriyorsunuz” desinler, onlarıda öğrenmeye davet etsinler.
 
Bir Hadis-i Şerifte buyurluyor ki:
“Kim emr-i bil maruf, nehyi anil münker yaparsa O, Allah’ın yer yüzündeki halifesidir, kitabın halifesidir.” Kur’an-ı Kerim kendisi konuşmaz, O’nun okunması ve anlatması lazımdır. Bunu yapanlar, Kur’an-ı Kerimin halifesidir. Bu rütbeye mazhar olacak çok insan yetiştirelim.
 
Böyle yüce, şerefli, büyük bir rütbe nerde bulunur? Bütün dünya bu rütbedeki insanlarla dolsa hiç kimsenin ahiretteki yerinde bir darlık olmaz, herkes rütbesine göre ikramını görür ve yerini alır.
 
Ders ayetimize gelelim:
“Ve onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman, biz ancak ıslah edici (düzeltici)leriz derler.”
 
İfsat:Yeryüzünde fitne uyandırma, insanların hallerini ve geçim yollarını doğruluktan çıkarıp, dini ve dünyevi menfaatlerini bozmaktır.
Islah:ise ifsadın zıddıdır. Bir şeyin istikamet üzere bulunup menfaatli kılınmasıdır.
 
Münafıkların yeryüzündeki fesadı, kafirlere meyletmeleri, müslümanların sırlarını kafirlere ifşa ederek, onları kışkırtmak suretiyle , aralarında fitne çıkarmalarıdır.
Açıkça günah işleyerek, dine ihanet etmek, onu aşağı tutmak da yer yüzünü ifsattır. Şeriattan yüz çeviren herkes kendi nefsine uyup, başkasına zarar vermeyi kastedeceğinden, fitne fesat kapıları açılır ve alemin nizamı bozulur.
(Ders ayeti)
“(Ey müminler!) Haberiniz olsun ki, onlar ifsat edicileirin ta kendileridir, lakin bunu anlamazlar”
 
Münafıklar küfürlerini gizleyip, imanlarını izhar etmek suretiyle hem yalan söylüyorlar, hem de iki yüzlülük yapıyorlar ki bu, fesatların en şiddetlisidir.
 
Yeryüzünde öyleleri vardır ki, kendi sapıklıklarının ve ahmaklıklarının farkında değildirler, yaptıklarını medeni, insani bir hareket sayarlar. Bunun sebebi ise kalplerindeki hastalıktan dolayı, fesadı salah olarak anlamalarıdır.
 
Hulas; insan kendini ve bu kainatın düzenli bir şekilde devamını sağlayacak bir nizamı tayin etmekte acizdir. Bu sebeple insnın dünya ve ahiret saadetine kavuşabilmesi için, kendini ve kainatı yaratan Allah-u Tealanın nizamı olan Din-i Mübin-i İslam’ın emir ve yasaklarına riayet etmesi lazımdır
 
Zira insanların yaptığı, gelecekte karşılaşacakları işlere karşı tedbir almak içindir. Allah-u Tealadan başka istikbali bilen olamdığına göre, kainatı yaratan Mevla’nın kitabına ve peygamberine uymaktan başka çare yoktur.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.