Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 36. Sohbet

0 61

SOHBET- 36 A.İMRAN 85-92
–Din hususunda hatır için konuşmak olmaz
–Vahşi (Radıyallahuanh) nasıl müslüman oldu?

Efendi Hazretleri 36. Sohbet
 “Her kim İslam’dan başka bir din talebederse (bilsin ki) kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek veo, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”

 
Millet nereye gidiyor? Kimi yahudiye, kimi hristiyana imreniyor, onlar gibi olmak istiyor ve oluyor da. Bazı müslüman aileler genç kızlarını yahudilerin, hristiyanların yanına hizmet etmeğe gönderiyorlar. İnsan açlıktan ölürde yine bunu yapmaz.
 
Kızlarımız, kadınlarımız bize emanettir. Ne yahudiye, ne hristiyana hiç kimseye teslim edilmez, edilirse Allah’ın dininden başka bir din aranmış olur. Kızlarımızı, kadınlarımız, bir yere teslim etmemiz gerekiyorsa, islam dininin şartlarına muvafık bir şekilde teslim etmeliyiz.
 
Bu günkü orta okullar, liseler, üniversiteler, islam dininin hükümlerine taban taban zıt müesseselerdir. Burlara kızlarımız teslim edilmez, onlara uyulmaz!
 
Nitekim Sure-i Maide’de Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Yahudilerle hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. İçiniden kim onları dost ve yardımcı edinirse, muhakkak o, onlardandır. Allah(-u Teala), düşmana dostluk etmekle, nefislerine zulmedenleri hak yoluna eriştirmez.”(ayet51)
 
“Kalplerinde nifak hastalığı olanları: ‘Bize bir felaket isabet etmesinden korkarız’ diyerek onların (kafirlerin) arasında (dostluk yapmak hususunda) yarıştıklarını görürsün.” (Ayet:52′den)
 
Münafıklar bu gibi sözleri söylemekle kalplerindeki nifakı ortaya çıkarmış oluyorlar. Allah’ın dininin galip geleceğinden ve resulünün muvaffak olacağından şüphe ediyorlar.
 
Yahudi ve hristiyanları kendilerine dost tutunmak ile tedbir aldıklarını zannediyorlar. Halbuki Mevla Teala galibiyeti gerek müslüman, gerekse kafir her iki fırka arasında deverttirmiştir. Nitekim Sure-i Al-i İmran’ın 140. ayet-i kerimesinde şöyle buyurulmaktadır:
 
“Eğer size (Uhud’da) bir yara değdiyse, muhakkak (Bedir’de) o (kafir) kavme de onun(size dokunan yaranın) benzeri bir yara değmiştir. İşte o (zafer ve galibiyet) günler(i öyle günlerdir ki), biz onları insanlar arasında döndürür (durur)uz (bir gün bir kavim kazanır, diğer bir günde başka bir kavim kazanır, zamanın hadiseleri kavimlerin akh lehine, kah aleyhine zuhur eder.)”
 
Galibiyet bazı zaman müslümanları, bazı zaman da kafirlerin olur, tabi bu görünüşte böyledir. Niçin korkuluyor? Galibiyet onların tarafına geçecek diye. Geçse ne olur? Mağlup olanlara eziyet edilir! Peki eziyete uğramaktan niçin çekiniliyor? Ölümden sebep.., insanoğlu zaten ölecek.,
 
Bir gün Naserddin Hoca kazara eşeğinden düşer, bu hali görenler: “Eyvah! Hoca eşekten düştü”derler. Bunu duyan hoca istifini hiç bozmayarak: “Zaten inecektim” cevabını verir.
 
İşte Nasreddin Hoca’nın cevabı misali: “Ey insan zaten öleceksin! Müslümanların safında yüce din uğrunda savaşarak, hak üzere ölmen daha doğru değil mi?
 
Nitekim Mevla Teala, Sure-i Nisa’da şöyle buyuruyor:
“Kim Allah yolunda savaşır da öldürülürse yahud düşmanına üstün gelirse, ona pek büyük bir mükafat vereceğiz.” (Ayte:74′den)
 
Kafirlerle dostluk etmemeğe gayret etmeliyiz, adetleri, huyları, bize geçer korkusundan, onların ateşini dahi görmemeğe çalışmalıyız. Avrupa’ya mastır, doktora yapmağa gidiyorlar. Bunlar o kimseleri nereye çeker? Dinsizliğe..,
 
Allah yolunda savaşan mü’minlerin ölmesi de, hayatta kalmasa da kardır. Bu hususta Sure-i Tevbe’de şöyle bir ayet-i celile vardır:
“Münafıklara şöyle de: ‘Siz, bize ancak iki güzelliğin (güzellik ve şehitliğin) birinden başkasını mı (gözetleyip) bekliyorsunuz? Biz size, Allah’ın kendi tarafından veya bizim elimizle, size azap indirmesini bekliyoruz. Haydi bekleyin durun, biz de sizinle beraber bekleyicileriz.” (Ayet:52)
 
Kafirlerden korkup onlara taviz vermeyelim. Bu ancak şeriatın müsade ettiği yerde, müsade ettiği şekilde yapılabilir. Bu canlar Allah’ındır. Alınırken de, verilirken de O’nundur,onu iyi teslimedelim. Sure-i Tevbe’nin bir ayet-i celilesin de Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Ey İman edenler!Müşrikler ancak bir pisliktirler”
 
Kafirler pisliğin ta kendisidirler, kuşları havada uçarken tutsalar, yüksek dağları devirseler, yine de necestirler. Öyle ise;
“Artık bu seneden (hicretin 9. senesinden) sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar”
 
Zira müşrikler cenabetten gusletmezler, hadesten abdest almazlar, sair necasetten de çekinmezler. Halbuki mescid, Allah’a ibadet için hazırlanmış mübarek bir mekandır. Bu mübarek mekana girmek için kamil bir taharet lazımdır. Bundan dolayıdır ki müşrikler mescide girmek şerefinden mahrum edilmişlerdir.
 
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hicertin 9. yılı, Ebu Bekir Sıddık (radıyallhu anh) ı hacılar üzerine emir tayin ederek Mekke-i Mükerreme’ye göndermişti. Hazreti Ebu Bekir (radıyallahu anh) gittikten sonra Tevbe suresi nazil oldu. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Teveb Suresinin başından yukarıdaki ayet-i kerimenin sonuna kadar olan kısmının arafattaki halka okunması için Hazreti Ali (radıyallahu anh)ı, Hazreti Ebu Bekir (radıyallahu anh) ın arkasından gönderdi. Hazreti Ali (radıyallahu anh) Arefe günü surenin başından buraya kadar olan ayet-i kerimelerin hepsini müşriklere okudu, dellallar vasıtasıyla herkese bütün halka duyurdu. Müşriklerin ahitleirni reddederek, Allah’ın ve Resulünün müşriklerden beri olduğunu, bu seneden sonra müşriklerin bir daha hac yapmayacaklarını halka bildirdi.
 
Mekke halkı geçimlerini ticaretle, bilhassa hac zamanı etraftan gelen kabile ve aşiretlerin çok miktarda getirmiş oldukları metaı ve yiyeceklerle temin ederlerdi. Bu kabilelerin bir çoğu müşrik idi, artık bunların bir daha gelemeyeckeleri için bir darlık ve açlık baş göstereceğinden Mekkelilerin:
“Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah sizi fazlından zenginleştirecektir İnşallah! Gerçekten Allah Alim’dir, Hakim’dir.” (Ayet: 28) ayet-i kerimesiyle korkuları zail oldu.
 
Memleketimize, saraylarımızı, köşklerimizi, müzelerimizi, tarih yerlerimizi görmeye turistler geliyor, tekkelerimizi, mukaddes yerlerimizi de geziyorlar. “Bize döviz bırakıyorlar, kar elde ediyoruz, onlar döviz getirmeseler biz ne yaparız?” diyen müslümanlara da yukarıda geçen ayet-i kerime ile cevap verilmiş olunuyor. Ayet-i kerimenin devamında Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
“O kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret günününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram ettiği şeyi tanımayan ve Hak dini (İslamı) din edinmeyen kimselerle; Onlar hor ve hakir (küçülmüş) oldukları halde kendi elleriyle (boyun eğerek) cizye verinceye kadar harb edin” (ayet:29)
 
Yahudi ve hristiyanlar , ne Allah-u Tela’ya, ne de O’nun resulüne inanmıyorlar, bizim dinimizide bu hale düşürmeye çalışıyorlar, laikli ile, demokrasi ile…
 
Kafirler bu dünyada a can güvenliklrini ancak ve ancak müslümanlara cizye vermek kaydıyle elde edebilirler, fakat ahirette Mevla Teala onların gırtlaklarını sıkacaktır.
 
Bir düşünelim yukarıda geçen ayet-i kerimeden kafirlerin zararları mı, karları mı anlaşılıyor? Karları anlaşılıyor değil mi? Nasıl? Korkup da iman etmeleri için.
 
Allah-u Teala kulundan geçmiyor, ne zamana kadar geçmiyor? Son nefesini verene kadar. Peki kişi son nefesinde de kafirlikte ısrar ederse, ona daha ne edilir?
Mevla Teala, yahudi ve hristiyanları kafir eden itikatlarını beyan etmek üzere şöyle buyuruyor:
 
“Yahudiler: ‘Üzeyr (alyhisselam) Allah’ın oğludur’ dediler. Hristiyanlar da: ‘Mesih (alyhisselam) Allah’ın oğludur dediler.
Bu onların ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir ki, daha önce küfredenlerin sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin, Haktan batıla nasıl çevriliyorlar?” (Tövbe sr:30)
 
Papazlar batıl din icad ediyor, hristiyanları ve yahudileri aldatıyorlar. Ey Cemaat-ı Müslimin! Duymadık demeyin bizim, bizim mekteplerde çocuklaırmızı oraya götürüyor. Aramızdakilerden, şimdiki mektepleri bitirmiş olanlara soruyorum, annelerinden, babalarıdan, yahut bir hocadan: (La ilahe illallah) demeyi öğrenmemiş olsaydılar, okudukları mekteplerde bunu demeyi onlara öğretirler miydi? Hayır!
 
Din hususunda hatır için konuşmak olmaz. Mevla Teala ahirette soracak “Benim Kur’an’ımı okudunuz mu? Öyleleri olacak ki, onlardan hiç bir ses çıkmayacak. Mevla Teala: “Ben sizi Dünyaya Kur’an okumanız için göndermedim mi?” buyuracak. Ses yok. “Ben size ne ile amel edin dedim?”buyuracak. Yine ses yok.., Neticeyi siz düşünün.
 
İmanlı bir nakış kursu hocası derset nakış öğretmiş olduğu genç kızlara “İman şartlarının birincisi (amentü billah) “Ben Allah’a inandım” olduğunu söylediğinde, o genç kızlardan birisi: “Biz gözümüz ile görmediğimize nasıl inanırız?” demiş.
Bu hadise bizim civarımızda bulunan bir kursta geçmiş, yani camimizin yanında, hristiyan mıdır nedir? Fakat hristiyanda değil, çünkü hristiyanlığın aslı tahrif edilmiştir, ama onlar bir Allah varlığına inanırlar, “Allah yoktur” demezler.
 
Kurtuluş semtinde Trabzonlu müslüman bir ailenin bütün fertleri islamı bıraktılar, yahova şahidi oldular. Bizim ihvanlardan birisi o semte gitti yerleşti, kuvvetli bir islami tebliğde bulunup, oradaki manevi hava değişti de durum düzeldi. Yahova şahitlerinin sesleri çıkmaz oldu, yani kabahat bizim. Şu ibarenin gereğince:
“Vadi boş olunca, tilki orada vali olur.”
 
Kusur ve kabahat şu midemizi, gözümüzü kulağımızı ve diğer azalarımızı hak yere kullanmadığımızdan dolayı bizimdir. Nefis illa haama baktıracak, kulağa haramı dinlettirecek, lisana haram söyletecek. Bazı kimseler: “Haram, helal ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım.” derler. Bu bir nevi küfürdür. Bu sözde haramdan korkmamak, şeriate tazim etmemek var.
 
Yani kafirlere sakın meyletmeyelim. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Ümmetim, önceden geçenleri karış karış, arşın arşın taklid etmedikçe kıyamet kopmaz.”
 
O zaman ashab-ı kiram tarafından, Efendimiz (sallallhu aleyhi ve sellem) e denildi ki: “Ya Resululla! Acemler ve Bizanslılar gibilere mi uyacak?”
 
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Onalrdan başak insanlardan kim var? (yani onlara uyacaklar)” Onların modasından bir tel alsanız gittiniz gürültüye demektir.
 
Dersimizin ayet-i kerimesi, İslam dininden başka bir dinin makbul olmadığını açılayarak, İslam şanının büyültüp kıymetin yücelttikten sonra , bu dini terk edenlerin asla hidayet bulamayacaklaırnı şöyle beyan buyuruyor:
” İman ettikten, o Resulün hak olduğuna kesinlikle şahitlik ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, kafir olan bir kavmi Allah(-u Teala) nasıl hidayete erdirir (doğruyu bulmaya muvaffak eder?) Ve Allah (-u Teala) zalimler topluluğuna hidayet etmez.”
 
Küfre gitmek için sebepler çok, Ya Rabbi! Muhafaza eyle. Bir çarşaflı hanım: “Kafir olmama da malolsa kızım duvak takacak” demiş. Bazı müslümanlar islama pamuk ipliğiyle bağlılar. İslamşyetin zerresinden anlamıyorlar. Hanımlar pantolon, kısa etek, ince çorap giyiniyorlar, saçlarını gösteriyorlar, başları açık geziyorlar, halbuki erkeklere bile baş açık gezmek günahtır, takke takmaları gerekir. Nitekim bir hadis-i şerifte Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Her kim bir kavme benzerse onlardandır.”
 
Peygamber Efendimiz zamanında çok fakirlik vardı. Sahabe-i kiram arasında avret mahllerini kapatacak kadarlık bir bez parçası alamayacak kimseler bulunuyordu.
 
Yapılan bir muharebenin sonunda, Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) ganimet mallarını taksim ederken böyle fakir olan sahabelerden birine, savaşta ölmüş bir kafirin elbisesini verdi. Buna sevinen sahabi alelacele onu giyip geldi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onu gördüğünde, buna hoşnut olmadı ve:
“Muhakkak bu bir kafirin libasıdır onu giyme” buyurdu.
Sahabi: “Ya Resulullah bu elbiseyi ne yapayım?” dedi. Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) de yakmasını söyledi. Bunun üzerine Sahabi: “Bunu bana siz verdiniz” dediğinde Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem): “Ben verdim ama, bu şekil üzere giyinmen için değil, onu isalmi ölçülerine çevirmeliydin” buyurdu.
 
Çarşaf islam kıyafetidir., geniş, bol, uzun elbiseleriniz islam kıyafetidir. Ayakkabılarınıza da dikkat edin, o da islami ölçüler içinde olsun, hiç bir kafir alametini almayın, giyimlerden sebep zamanımızdaki müslümanlar ne acayip duruma geldiler. Kafirlerden ayırt edilmiyorlar.
 
İsalmi alametlerden biri de sarıktır, bu hususta Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
 
“Sarık İman ile küfür arasında alamettir.”
VAHŞİ (RADIYALLAHUANH) NASIL MÜSLÜMAN OLDU?
Müslümanlar duymadık demeyiniz, dersimizin ayet-i celilesinde, Mevla Teala zalimler topluluğuna hidayet etmeyeceğini buyuruyor. Yine deavm ile şöyle buyurmakta:
 
(Ders ayeti)
“İşte onlar (dinden çıkanlar varya), onların cezası: Allah’ın, meleklerin, ve bütün insanların laneti, muhakkak onların üzerinedir. Onlar bunun (bu lanetin ve cehennemin) içinde ebedi kalıcıdırlar. Onlardan azap (ları) hafifletilmeyecek ve kendilerine (yüzlerine) bakılmayacaktır.”
 
Kafirlerin lanet içerisinde ebedi kalmalarının iki manası vardır:
 
1-Kıyamet gününde melekler, müminler ve cehennemde kendileriyle beraber olanlar, onlara devamlı lanet edeceklerdir ki, onlar hiç bir zaman lanetten kurtulamayacaklardır.
 
2-Lanetin ebediliği, onun eseri olan azabın ebediliği demektir.
 
Bu kadar büyük tehditlerden sonra Mevla Teala şöyle buyuryor:
 
(Ders ayeti)
“Ancak bundan sonra, tövbe edip (nefislerini) ıslah edenler müstesna, çünkü şüphesiz Allah(-u Teala) Gafur (kusurları son derece örten), Rahim (çok esirgeyen) dir.”
 
Tövbe:Kulun hatasından , masıyetinden vazgeçip, Allah-u Teala’ya yönelmesidir.
 
Kulun masıyet işlediğinde, o haliyle sanki Mevla Teala’ya sanki arkasını döndü gidiyor, günahına karşı nedamet, pişmanlık duyduğunda da Mevla Teala’ya yönelmiş oluyor.
 
İçki içmek, zina yapmak, yalan söylemek, gıybet etmek gibi her bir günahtan tövbe etmek bu ayet-i kerimeye dahil değildir. Günahları irtikap edenler, günahlarından nedamet duyup tövbe ettiklerinde Mevla Teala onların tövbelerini kabul buyurur.
 
Mevla Teala Hazretleri, iman edip, o Resulün hak olduğuna kesinlikle şahitlik ettikten sonra, kafir olanları, o kadar kötü işler yapmalarından sonra, tövbe ettikleri takdirde, yine de affedeceğini buyuruyor, ne dersiniz? Ne diyebilirsiniz ki?
 
Şeytan ademoğlunu ümitsizliğe sürüklemek ister. Günahkarlara: “Sen bu kadar fenalığı işledikten sonra, affolmazsın” vesvesesini verir. Şeytanın vesveselerine bakmamak lazım.
 
Hazreti Vahşi (radıyallahu anh)ın pişman olup tövbe edişini ve tövbesinin nasıl kabul edildiğini hatırlayalım. Vahşi(radıyallahu anh) Uhud muharebesinde peygamberimizn sevgili amcası Hazreti Hamza(radıyallahu anh)ı şehit etmişti.
 
Mekke-i Mükerreme’nin fethedildiği gün öldürülmesi emredilen on iki kişiden birisi o idi. Mekke-i Mükerreme’den arkadaşlarıyla beraber uzaklaştı ve Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) e mektup gönderdi.
 
Mektubunda Mekke-i Mükerremede iken:
 
“Ve onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etmezler ve Allah’ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zina da yapmazlar. Her kim bunları yaparsa günahlarının cezasına kavuşur.”(Furkan suresi:68) mealindeki ayet-i kerimeyi duyduklarını fakat, kendilerinin Allah ile beraber başka ilahlara taptıklarını, Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürdüklerini ,zina yaptıklarını yazdı.
 
Bunun üzerine Sure-i Furkanın 70. ayet-i kerimesi nazil oldu şöyle ki:
 
“Ancak tövbe eden ve iman eden ve salih amel ile amelde bulunan müstesna, Allah onların günahlarını sevaplara tebdil eder ve Allah çok bağışlayıcı, esirgeyici bulunmaktadır.”
 
Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayet-i kerimeyi yazdırıp Vahşi(radıyallahu anh) a gönderdi. Onlar yazılan mektubu okudular, ayte-i kerimenin anlamını şiddetli buldular, Hazreti Vahşi (radıyallahu anh) “Ayet-i kerimedeki, Amel-i salihi işleme şartı ağır, biz salih amel işlemeden belki de ölürüz” diyerek tekrar mektup yazdı.
 
Bunun üzerine Sure-i Nisa’nın 116. ayet-i celilesi nazil oldu. Şöyle ki:
“Muhakkak ki Allah, kendine ortak koşanlarıbağışlamaz, bu günahtan başkasını dilediği kimseden mağfiret buyurur. Kim Allah’a eş (ortak) koşarsa, doğrusu çok uzak bir sapıklığa sapmıştır.”
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayet-i celielyi yazdırıp onlara gönderdi, Onlar da tekrar bir mektup yazdılar ve “Biz Allah-u Teala’nın affetmeyi dilediği kimselerden olmamaktan korkarız” dediler.
 
Bunun üzerine Sure-i Zümer’in 53. ayeti kerimesi nazil oldu. Şöyle ki:
“De ki: Ey nefisleri üzerine israfta bulunmuş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden yes’e düşmeyiniz. Şüphe yok ki Allah, günahları cümleten yarlğılar. Muhakkak ki O, evet O, çok yargılayıcıdır, çok esirgeyicidir.”
 
Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) derhal bu ayet-i celileyi yazdırdı ve onlara gönderdi. Hepsi islamı kabul gayesiyle, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)inhuzuruna geldiler ve şehadet gertirerek islam dinine girdiler.
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),Hazreti Vahşi’ye, Hamza (Radıyallahuanh) ı nasıl öldürdüğünü sordu. Hazreti Vahşi’de Cenab-ı Resule vakıayı olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) Hazreti Vahşi’ye: “Eğer yapabiliyorsan bana görünme, arka saflarda otur.” buyurdu. Vahşi(radoyallahu anh), şöyle derdi: “O’nu nerede gördüysem beni görmesin diye kendimi saklardım.”
 
Vahşi (radıyallahuanh), Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i görmekle Veysel Karani(radıyallahu anh) den üstün olmuştur. İnsanlarla, ümitlerini kesmeyecek tarzda konuşmalıdır. Lakin taviz vericide olmamalıdır. Tövbeyi sonraya bırakmamalarını söylemeli, tövbe eden ölünürse, büyük azaplara düçar kalınacağı onlara anlatılmalıdır.
 
İnsanları üç sınıfa ayırabiliriz:
 
1- İman edip amli salih işleyenlerdir. Bu sınıf dersimizin ayet-i celilesinin muhataplarıdır.
2-Sel giib günahlar içinde akıp giderken, duraklayan fakat henüz tövbe edip, kendilerini düzeltmeyenlerdir. Bu sınıf bu ayet-i celilenin ihata ettiği manalar içine girer.
3-Sel gibi günahlar içerisinde akıp giderken hiç duraklamayan, pişmanlık duymayanlardır ki, onalr bu ayet-i celileden istifa edici değillerdir.
 
Dersimizin ayet-i celilesine devam edelim:
 
“Şüphesiz imanlarından sonra, inkar edip sonra da küfür ve (inkarcılar) da ziyade olanların (gün be gün ilerleyenlerin) tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar sapıkların ta kendisidirler.”
 
Avamil’de şöyle bir ibare vardır:
“Ruh bedende bulunduğu müddetçe, tövbe kabul edilir.”
 
Ahiret aleminden pencere açılıncaya, can boğaza gelinceye kadar tövbeler kabul olunur. Can boğaza geldikten sonra, işlenilen günahlardan nedamet duymanın, amel etmek için dünya hayatına geri döbmek istemenin hiç bir faydası olmayacaktır. Bu hususta Mevla Teala İbrahim suresinin 44. ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlara azabın kendilerine gelceği günü haber verip onları korkut ki, o gün zulmedenler şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Bize yakın bir zamana kadar izin ver, senin çağrına uyalım, peygamberlerin izinden gidelim.” Hani ya, bundan önce: ‘Bize hiç bir zeval yoktur’ diyeyamin etmemiş miydiniz?”
 
Hocalar vaaz ettiğinde onlara: “İşimize karışmayın” dememişmiydiniz? Derdiniz, şimdi ise dünya alemine dönmek istiyorsunuz, Bu mümkün değildir.
 
Dersimizin ayetlerine devam edelim:
“Şüphesiz inkar edip, kafir olarak ölenler (var ya), onların hiç birinden yer (dünya) dolusu altın fidye olarak verecek olsa da, kabul edilmeyecektir. İşte bunların hakkı acıklı bir azaptır ve kendileri için yardımcılardan (bir fert) de yoktur.”
 
Elem verici azaba düçar olan kafirler o azaptan kurtulmak için dünyalar dolusu altın verseler, yine de bu, kendilerinden kabul edilmeyecek, ahirette ahirette azaptan kurtulamayacaklar, iğnenin tepesi kadar iman sahibi olamayacaklardır. Şimdi ise ne bolluk var, istediğimiz kadar (La ilahe illallah) diye biliyoruz.
 
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) vermedikçe, birr’e (en büyük iyiliğe Allah-u Teala’nın sevabına ve cennetine) asla erişemezsiniz. Ve her ne şeyi verirseniz, şüphe yok ki, Allah(-u Teala) onu hakkıyla bilicidir”
 
Ebu Talha (radıyallahu anh) Medine-i Münevvere’de hurmalık ve mal cihetiyle ensarın en zengini idi. Mallarından en sevdiği Beyruha (denilen bostanı) idi. Beyruha mescidin karşısında idi, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Beyruha girer ve onun içindeki güzel sudan içerdi.
 
Dersimizin bu ayet-i celilesi nazil olduktan sonra, Ebu Talha (radıyallahu anh) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) e “Ya Resulullah! Şüphesiz Mevla Teala “Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olamazsınız” buyuruyor.
 
Bana malımın en sevgilisi olan ise Beyruha’dır. Beyruha Allah için sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve onun Allah katında ahiret azığı olmasını ümit ediyorum. Ya Resulullah! Bu bostanımı Allah’ın sana gönderdiği yere koyunuz (münasip yerde kullanınız) dedi.
 
Bu söz üzerine Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem): “Ne hoş! Bu Beyruha kazançlı bir maldır. Ben bu bostanı yakınlarına tahsis etmeni uygun görürüm” buyurdu.
 
Ebu Talha (radıyallahu anh) da: “Ya Resulullah! Bende senin arzun gibi yaparım” dedi ve ve Beyruha’yı yakınları ve amcaoğulları arsında taksim etti.
 
Rivayet edildiğine göre, Zeyd Bin Harise ( radıyallahu anh) sevdiği bir atı getirerek: “Ya Resulullah! Bu Alllah yolunda sadakadır” dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de, Zeyd (radıyallahu anh) ın kendi oğlu Üsame (radıyallahu anh) ı o ata bindirdi.
 
Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem), Zeyd (radıyallahu anh) ın sadakanın kendi oğluna verilmesinden sanki müteessir olduğunu hissedince: “Bil ki, şüphesiz Allah(-u Teala) o atı (sadaka olarak) kabul etti.” buyurdu.
 
Ebu Talha, Zeyd Bin Harise gibi daha bir çok sahabi (radıyallahu anhum) bu ayet-i celilenin sırrına nail olabilmek için bir takım infaklarda bulunmuşlardır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.