Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 37. Sohbet

0 148

SOHBET- 37 ENFAL 24-27
–Abdul Halık-ı Gucduvani (Kuddisesirrahu)
–Aslanlar kemirse o kadar zarar veremez!

Efendi Hazretleri 37. Sohbet
ABDULHALIK GUCDUVANİ
(Ders ayeti)
“Ey müminler! Peygamber size hayat verecek olan, şeriat emirlerine sizi davet ettiği zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin ve biliniz ki, muhakkak Allah(-u Teala) kişi ile, kalbi arasına girer ve şüphe yok ki, O’na haşrolunacaksınızdır.”
 
Allah-u Teala nida buyuruyor. Mahmud’dan duymuş olmayınız, Mevla Teala’dan duyuyor gibi olunuz.
“Her söyleyeni dinle, ol söyleteni anla”
 
Bu kelamlar Allah-u Teala’nındır. Onları size Mahmud’un ağzından duyuruyor, dilerse ağaçtanda duyurur. Nitekim Musa(aleyhisselam) ağaçtan duyurmuştu.
Ağaçtan duyuruyor, dostlarının ruhlarını doyuruyor.
 
“Vakta ki, ona vardı, o mübarek kıt’ada ki vadinin sağ tarafından, ağaçtan nida olundu ki: “Ya Musa! Şüphe yok ki, alemlerin Rabbi olan Allah benim” (Sure-i Kasas:30)
 
Bakın Mevla Teala istediğinde ağaçtan duyuruyor. Allah kelamını bir insandan duyurursa, buna vasıta olan o insan iftihar etmesin, zira onu konuşturan, Allah-u Teala’dır.
 
Dudaklarımızı, dişlerimiz, ağzımızı, herşeyimizi Allah-u Teala halketmiştir, herşeyimiz O’nundur. Bizde O Allah-u Teala için kendimizi feda edelim, sade lafla değil; sözle, özle, herşeyle. İnsan hakikaten ahmaktır. B hususta Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Şüphe yok ki O, çok zalim, çok cahil oldu.”
 
Dikkat edin! Zalimlik ve ccahillik kelimelerinde ziyadelik var. Kardeşlerim! Şu yüzünüzü, kafanızı, ellerinizi, kollarınızı, ayaklarınızı, bedeninizi, cildinizin rengini, gözlerimizin biçimini, siz mi yarattınız? Bütün hepsi O’nun değil mi? Tabii ki O’nun.
 
Peki şu halde siz, neden O’nun işlerine karışıyorsunuz? Neden O’nun buyruklarını yerine getirmiyorsunuz? Herşeyimiz O’nun olduğu gibi, birde bizleri yeniden satın aldı:
“Şüphe yok ki, Allah(-u Teala) müminlerden, cennet karşılığında nefislerini ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe sr:11′den)
 
İşte Mevla Teala’nın, mallarını ve canlarını kendilerinden satın aldığı kimseler vardır. Onlar kimlerdir? Müminlerdir. Mevla Teala herkes ile alışveriş etmez. Bizlerde herkes ile alışveriş edemeyiz. Mesela içki satılan yerden alışveriş yapılmaz.
 
Önce bizler her zerremizi yaratmış olmasından dolayı O’nunuz. Birde cennet mukabilinde nefsimizi ve malımızıda satın aldı. İşte Mevla Teala herşeyimiz almış oluyor, neyimiz kaldı? Yani biz kendimizi sattık, keşke de o bizi satın almış olsun, bundan başka daha ne isteriz?
 
Şeytan-ı lain, Mevla Teala’ya: “Ya Rabbi! Bir satıcı müşterisine özürlü bir mal satsa, müşterinin o malı kabul etmeyip, geri vermeye hakkı vardır. Sen müminlerin canlarını ve mallarını onlara cenneti vermek mukabilinde satın aldı, lakin malları da, nefisleri de hepsi ayıplı, şeriatın ve adaletin gereğince onları kabul etmeyip bana ver” dedi.
 
Mevla Teala: “Sen benim şeriatımı, adaletimi, faziletimi bilmiyorsun! Müşteri kereminden, fazlından dolayı bilerek özürlü malı alırsa onu iade etmesi caiz değildir. Bende nefislerini ve mallarını özürlü oldukları halde satın aldım.” buyurdu.
 
“Onlar ki, küçük günahlar müstesna, günahın büyüklerinden ve fuhşiyattan (çirkin işlerden) kaçınırlar, muhakkak Rabbin geniş mağfiretlidir (onları bağışlar).
O, sizi (babanız Adem(aleyhisselam)ı ) topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında ceninler iken, sizin hallerinizi çok iyi bilendir. Bunun için nefislerinizi temize çıkarmayın, çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm sr:32)
 
Mevla Teala, o güzel cennetini nefislerimiz v mallarımız kusurku olduğu halde bize verdi. Bizlere ne oluyor ki, bunun kıymetini bilmeyip kendimizi Mevla Teala’ya teslim etmiyor, O’nunla olan şeyde, O’nun razı olmadığı şekilde tasarrufa kalkıyoruz.
 
Siz bir tarla satın alsanız, bir kaç gün sonra eski sahibi gelip, buğday ekmek istese ne dersiniz? İzin verirmisiniz? Tabii ki hayır değil mi? Kimi erkekler sakallarını kesiyorlar, kimi kadınlar kolları, bacakları, saçları açık sokaklarda geziyorlar. Mevla Teala onların nefislerini haber satın almıştı, hiç böyle yapılr mı?
 
Allah-u Teala’dan emir geldi mi, ses seda çıkmamalı, hemen kabul edilmelidir. Hatta yerine getirebileceğim başka emirler var mı?” demelidir.
 
Kimileri “bana ağırlık basıyor yatsı namazını kılamıyorum” kimileri sabah namazı için: “Ben öyle erken kalkamıyorum” der. Kimileride “Teheccüd zamanında ben hiç uyanamam” gibi sözler sarfedeler. Bu insanlar nefislerine demelidir ki: “Ey nefis! hıyanetlik edip, Allah’ın emrine karşı gelme! Sen satılmışsın, sen senin değilsin.
Beş vakit namaz farzlarını, işrak, kuşluk, evvabin, kabirnur, teheccüd namazlarını hepsini muntazaman kılın, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip nehiylerinden kaçının.
 
Erkekler beş vakit namazı camide cemaat ile beraber kılmaya çalışmalıdır. Zira cemaatle kılınan namazın sevabı erkeklerin evinde ve çarşıda kıldıklarından yirmibeş derece fazladır.
 
Kadının ise; evinin en mahrem yerinde kıldığı namazı evinin umumi yerinde kıldığı namazdan daha üstündür. İnsan Mevla Teala’nın hiç bir emrini yerine getirmekten üşenmemeli, hizmet eri olmalıdır “Ya Rabbi yeter ki, sen buyur” demelidir.
 
Hulasa;cahiliz, cahiliz, cahiliz. İnşallah yakında alim, amil, muhlis oluruz.
 
Dinde erkeklere: “Sakallarınızı uzatınız, cübbe, şalvar giyiniz” denildi. Ne denmeli. “Peki baş üstüne”
 
Hanımlara “Çarşafla örtününüz! Elbiseleriniz Ermeni entarisi gibi olamasın” denildi. Ne denmeli? “Peki”
Büyük zatlardan birisi: “Ben ölüp toprağa gömüleceğime üzülmüyorum. Hayatta olanlar Allah-u Teala’ya ibadet ederken ben topraklar altında yatacağım için üzülüyorum” buyurmuştur.
 
Mevla Teala, bir şeyi sana farz mı kıldı? Hemen derhal al! Vacip mi kıldı? Al, kabul et! Sünnet mi, müstehap mı, edep mi kıldı? Al, yerine getir. Nitekim Sure-i Haşr’da Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Peygambersize ne veridyse onu alın, size ne yasakladıysa, ondan da sakının” (Ayet:7′den)
 
Mevla Teala size, göz, kulak, ağız, burun, irade-i cüziyye, akıl, fikir, el, ayak verdi. Bunları siz mi istediniz de verdi? Hayır! Bilakis kendi ihsanından hibe etti. Peki size verilen bu nimetlerde beğenmediğiniz bir şey yaptı mı? Hayır! Hepsini yerli yerinde ve güzel buluyorsunuz değil mi?
 
Öyle ise Mevla Teala verdiği nimetleri beğeniyor, kabul ediyorsunuz da, size emir buyurmuş olduğu ibadetleri neden yerine getirmiyorsunuz? Onlar kusurlu mu ki? Asla! Yani Mevla Teala’nın işlerine itiraz edileccek gibimidir? Katiyyen…
 
Ya Rabbi! Bunu bize böyle söylettiriyorsun, tatbikinide nasib et. Amin..,
 
“Ey müminler! Peygamber size hayat verecekolan şeriat emirlerine sizi davet ettiği zaman, Allah ve Resulüne icabet ediniz.” Bu ayet-i celilede iki amir mi var? Hayır, amir sadece Allah-u Teala’dır.
 
Kur’an okumasanız da, ne okursunuz acaba? Veya okursunuz da, Kur’anın emirlerini neden tutmazsınız. Annelerinizden doğarken size bir hayat verildi amma, bu hayat-ı tayyibe değildir. Tayyibe hayatı, iman edip, amel-i salih işlemekle kazanacaksınız.
 
“Erkekten veya kadından her kim mümin olduğu halde bir salih amelde bulunursa, elbette onu temiz bir hayat ile yaşatırız ve onları yapar oldukları amellerin daha güzeliyle muhakkak ki mükafatlandıracağız.”(Nahl sr:97)
 
İşte bize böyle hayat lazımdır, diğeri kedide de, köpekte vesair hayvanlarda da var. İman ve amel-i salihle olan hayat güzeldir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in davetine icabet etmeyen kimselerin hayatı hayvan hayatı gibidir, onlar haram, helal nedir bilmezler. Kendi kafasına göre iş yapmak insana yakışmaz.
 
İhvanımızdan biri bizi yemeğe davet etmişti. Biz onun evine gitmeden bir gün evvel et almak için Pendiğe et almaya gitmiş, bir koyunu kesmeye hazırlanan bir adam görmüş. İhvanımız ona:“Amca besmele getirmediniz, eğer besmele çekerseniz koyunun hepsini alırım” demiş.
Adam ise: ” Şimdi besmele zamanı değil, biz ekmek parası kazanacağız.” demiş. Ama bıçağı hayvanın boğazına dayadım zannı ile kendi parmaklarını kesmiş.
 
Marifetullah ne kadar kuvvetli ise, iman o kadar kuvvetli, iman ne kadar kuvvetli ise, amel-i salih o kadar çok olur. Kuvvetli marifet, iman ve amel-i salihe sahip olmak için de, tarikatlı olmak,erbab-ı zikirden olmak gerekir. Mevla Teala şöyle buyuryor:
“Onlar o zatlardır ki, Allah’ın zikriyle kalpleri mutmain olduğu halde iman etmişlerdir. Haberiniz olsun ki; kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur”(Rad sr:28)
Ayet-i celilenin ifade ettiği manaya göre kalbin itminan yolu, Allah-u Tealanın zikridir, nazar ve istidal değildir.
 
“Akıl erbabının ayakları, çanak çömlek gibi (zayıf) dır.
Onun dayanma gücü ne kadardır ki, teessüf ederim.”
 
Zikredenle, zikrolunan Mevla Teala arasında bir münasebet hasıl olur. Zikrettikçe münasebet artar, münasebet arttıkça muhabbet artar. Zikreden kimsede muhabbet ağır basınca, kalp itmi’nana kavuşur.
 
“Allah’ı zikretmeye devam ediniz, zira muhakkak
O zikir, kalplerin cilası, ruhların gıdasıdır.”
 
Bazıları “Eee Hoca Efendi! Bizde zikrediyoruz derler Evet zikrediyorsunuzdur amma, bakın Allah-u Teala sizden nasıl zikretmenizi istiyor:
 
“(Akıl sahipleri) o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (daima) Allah’ı zikreder (anar) lar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür eder (inceden inceye düşünür) ler.” (Ali imran sr:191)
 
Tarikat dersi alanların hepsinden derslerini tam yaptığına inanamıyorum, zira zuhuratlarda derslerin tam yapılmadığına işaretler var.
 
—ABDULHALIK GUCDUVANİ (kuddise sirruhu)—
Abdu’l Halıkı Gucduvani (Kuddise sirruhu) Hazretleri Tarikat-ı Aliyyemizin onuncu pir’idir. Bu zatın babası “Abdülcemil” adında meşhur bir imamdı. Hızır (aleyhisselam) ile sohbet ederdi.
Bir defasında Hızır (aleyhisselam) kendisine bir oğlunun olacağını, ismini “Abdu’l Halik” koymasını söyledi. İmam Abdü’lcemil Malatya tarafında otururken, Maveraünnehr’e hicret etti. Buhara yakınlarında Gucdevan köyüne yerleşti ve orada o civarın hükümdarlarından birinin kızı olan zevcesinden AbdulHalık (kuddise sirruhu) dünyaya geldi.
 
Abdülhalık Çocukluğunu doğduğu köyde geçirdi, sonra Buhara’da ilim tahsil etmeğe başladı. Bir gün tefsir okurken:
“Rabbini içinden, yalvararak ve ondan korkarak, yüksek olamayan bir sesle sabah akşam zikret. Gafillerden olma” (Araf sr:205)
 
Ayet-i celilesine geldiklerinde hocasına: “Bu gizliliğin hakikati ve gizli zikrin yolu nedir” zikredici yüksek sesle ve uzuvlarını oynatarak zikrini yapsa herkes duyar ve görür.
Kalbinden yapsa:
“Şeytan, Ademoğlunun kan damarlarında cereyan eder” hadis-i şerifinin hükmünce, yapılan zikirden şeytan haberdar olur. Ne yapmak lazım?” diye sual etti.
Hocası: “Bu ledün ilmi meselesidir. Allah-u Teala dilerse seni dostlarından birine eriştirir. O da sana gizli zikri öğretir.” dedi. Abdülhalık (kuddise sirruhu) Hazrteleri de kendisine ilahi sırları talim edecek bir Allah dostunu beklemeye başladı.
 
Bir gün Hızır (aleyhisselam) kendisine göründü “Vukuf-u adedi” denilen usulü öğretti. Şöyle ki: Ona bir havuz gösterip: “Şimdi şu havuza dal ve kalbinden, hiç nefes almaksızın “La ilahe illallah” kelimesini söyle dedi.
 
Abdulhalık Gucduvani (kuddise sirruhu) hazretleri tarikatımızın büyük pir’lerindendir. O Arif-i rivegeri’yi (kuddise sirruhu) O da Mahmud İncir’i Fegnevi’yi (kuddise sirruhu) , O da Ali Ramiteni’yi (kuddise sirruhu), o da Emir Gülal’i (kuddise sirruhu), O da Muhammed Şah-ı Nakşibendi Buhari’yi (kuddise sirruhu) yetiştirmiştir.
 
Şah-ı Nakşibendi Buhari (kuddise sirruhu) tarikat edeplerini zahiri (suret) itibariyle Seyyid Emir Gülal’den, batın itibariyle, kendisinden beş şeyh evvel olan Abdul Halık-i Gucduvani (kuddise sirruhu)’den almıştır.
 
Şah-ı Nakşibendi (kuddise sirruhu)tarikate ilk girdiğinde halk tarafından devamlı ziyaret edilmekte olan üç büyük zatın bulunduğu bir kabristana gitti.
Her birinin mezarında orasını aydınlatan bir kandil gördü. Kandillerin içinde fitil ve yağ vardı. Lakin o fitillerin biraz oynatılması gerekirdi ki, yağın içinden çıkıp yeni bir ışık versin .
Sonuncu mezarda kıbleye karşı oturdu, teveccüh halinde iken, kendinden geçme meydana geldi, tam o sırada kıble duvarının açıldığını gördü.
Büyük bir taht, oraya çıktı, fakat önüne yeşil bir perde gerilmişti. O tahtın çevresinde bir cemaat gördü. Onlrın arasında Muhammed Baba Simasi ‘yi görünce anladı ki bunlar Tarikat-ı Aliyye’nin vefat eden pirleridir.
 
O cemaatten biri “Taht üzerinde oturan Abdü’l Halık-i Gucduvani, bu cemaat ise, onun halifeleridir.”dedi ve her birini işaret ederek ayrı ayrı gösterdi… Hace Ahmed Sıddık, Evliya Gülal, Hace Arif Rivegeri, Hace Mahmud Fagnevi, Hace Ali Ramiteni…
 
O cemaat şöyle dedi: “Kulağını ver iyi dinle, büyük Hace Hazretleri konuşacak. Onun sözleri hak yolundaki sülukte senin için önemlidir.” Bu sözden sonra, Şah-ı Nakşibendi Hazretleri, o cemaate: “Hazret-i Hace’ye selam vermek ve mübarek cemali ile müşerref olamk istediğini” söyledi.
 
Bunun üzerine önünden perdeyi kaldırdılar, O’nu nurani bir pir olarak gördü, kendisine selam verdi, Oda selamını aldı ve sonra dedi ki: O kabirlerde sana gösterilen kandiller şuna delalet eder; senin bu yolda istidadın vardır, ancak istidad fiilini harekete geçirmek gerekir, ta ki aydınlana, sırlar zuhura gele..,” Daha sonra üzerinde dura dura şöyle dedi: “Bütün hallerde ayağını emir ve yasak seccadesi üzerine koyasın. Ciddi işlere girip, Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizn sünneti üzere hareket edesin..,
 
Kolaylık taşıyan ruhsat yollarından ve bid’at işlerinden uzak durasın. Hemen her zaman Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin hadis-i şerifleri önderi olsun. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin, Sahabe-i Kiramın haberlerini araştırasın,inceliyesin..,
 
Bizle rişte böyle büyük zatların tarikatine mensubuz. Elhamdülillah! Bunun kıymetini bilelim, derslerimize güzel çalışalım.
 
Geçenlerde Buhara’ya gittiğimizde, bu büyüklerin kabirlerini ziyaret ettik. Orada Arif-i Rivegeri (kuddise sirruhu) buyurmuştu: “Tarikatımıza mensup olan hanımlar, erkeklerdedn daha çok çalışıyorlar. Onların ecri iki kat olsun.” Büyüklerimiz bizi unutmuyorlar, Buhara meşayhı, he rgece teheccüd vaktinde ihvanı dolaşır onlara bakarlar”
 
Efendi Babam (kuddise sirruhu) buyurmuştu: “Buhara meşayıhı her gece gelir bana feyiz verirlerdi. Bir zamanal hastalanmıştım, çok az yemek yiyordum, hastalığım geçip iyileştiğimde iştahım açıldı, o gün yemeği biraz fazle kaçırdım.
Gece her zamanki gibi teheccüde kalktığımda, Buhara meşayıhı yine geldiler, oturdular: “Bu puşu şişirdi” dediler (fazla yemek yedi demek istediler), feyiz vermeden kalkıp gittiler. Onlar bizi gözlüyorlar.
 
Bir seferinde, Bandırmada ihvanlar ile hatm-i hace okuyorduk, bir de baktım Efendi baba (kuddise sirruhu) geldi. “Ben burada değilimdir, fakat sizler geldiniz diye bulunuyorum” dedi ve Hatm-i Hace’nin sonunda ortadan kayboldu.
ASLANLAR KEMİRSE O ZARARI VEREMEZ
Evet, Mevla Teala ne buyurmuştu:
“Bilin ki, Allah gerçekten kişi ile kalbi arasına girer ve sizi muhakkak toplanıp O’na varcaksınız”(Enfal sr:24)
 
“Kişi ile kalbi arasına girer” ne demek? Allah-u ve Resulünün davetine icabet etmeyen kimselerin kalbine şeytan hükmeder. Artık o insana iman ettiremezsiniz, zikrettiremezsiniz.
 
Sevmek kalbin işidir. O da nasıl hasıl oluyor? Resulullah’ın davetine icabet etmekle. Mevla Tealaşöyle buyuruyor?“Eğer ona itaat ederseniz, ben size aşık, sizde bana maşuk olursunuz”
 
“(Resulüm) şöyle de: “Eğer siz Allah(-u Tealay)ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin” (Ali imran sr:31′den)
 
Kalbiniz mühürlenirse dahe ne yapabiliriz? Tarikata girenler kendilerine verilen zikir virdlerini, derslerini, her gün yapmalıdırlar. Ders bir gün terkedildi mi tarikat ehli 80 gün geriye atılır. Ceza olarak zikirden soğur, taş dolu çuvalı taşımaya razı olur, zikretmeye gönlü gitmez.
 
Tariakat derslerinde gevşeklik yapanlar: “Ya Rabbi!Şimdiye kadar cahillik ettim, söz veriyorum bundan sonra ölünceye kadar inşallah gevşeklik yapmayacağım.” desinler. Hazreti Allah yardım eder.
 
İşrak, kuşluk, evvabin, kabirnur, teheccüd namazlarını kılmaya dikkat edin, yatsı namazını kıldıktan sonra, boş laflar etmeyin, maleyanide bulunmayın. Boş vakit buldunuz mu hemen Allah’ı zikredin, hiç bir meşguliyet sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın.
 
“Ey iman edenler! Sizi ne mallarınız, ne çocuklarınız Allah’ı anmaktan alıkoymasın”(Münafikun:9)
 
İhvanımızdan birine tarikat dersinde çok geçginlik geliyor, bir türlü zikrini tamamlıyamyormuş, bir keresinde tesbih çekmye oturduğunda bir yanına halasını diğer yanına annesini oturtmuş, geçginlik geldiğinde onlar dürtmüşler o da zikre devam etmiş. Dersini illa yapsın istiyor.
 
Bir zat: “Ya Rabbi bana dostlarından birini göster” diye Allah’a yalvardı. Mevla Teala da bir dostunun yerini ona ilham buyurdu. O da bildirilen yere gitti, o şahsı buldu. Baktı ki yanında aslan var, zaman zaman ona saldırıyor. Sordu “Senin bu halin nedir?” O da “Mevla Teala’ya yalvardım, Ya Rabbi! Seni unutup gaflete daldığımda ban birini musallat et ” diye, O’da bu aslanı musallat etti. O’nu unuttuğumda bana saldırıyor.
 
Velhasıl yeter ki Mevla Teala unutulmasında aslan saldırsın zararı yok. Allah-u Teala’dan gafil olmak insan öyle bir zararlıdır ki, arslanlar kemirse o kadar zararı vermez.
 
Nefis deve kuşuna benzer, ona “Kuşsun uç” denilse “Deve hiç uçar mı” der. “Deve isen yük yüklen”denilse “Kuş hiç yük yüklenebilir mi” der. Nefis böyledir, hiç iş görmek istemez.
 
Mevla Teala bize öyle bir nefis verdi, fakat şeriatı yaşayarak onu terbiye edin buyurdu. İbadetlerimizi noksan etmemeliyiz. Bakın Mevla Teala ne buyurdu:
“Ve siz toplanıp ona varacaksınız”
 
Dönüşünüz banadır, o zaman size azabederim yahut size acı konuşurum, cehennemin azabından daha ağır gelir size.
 
Dersimizin ayetlerine devam edelim:
 
“Birde öyle bir musibetten korkun ki, o, yalnız içinizden zulmedenlere isabet etmez (bu bela başklarınada geçer, umumi olur) Bilin ki! Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”
 
Bir hadis-i şerifte: “Bir kimse bir kavmin içinde bulunur ve onların arasında günah işler, bu kavimde onun günahını bozmağa kadir oldukları halde onu mentemezlerse, Mevla Teala, ölümlerinden önce o kavme azabını muhakkak isabet ettirir.” buyuruluyor.
 
Bir adam içki içsegünah işlemiş olur, diğer insanlarda güçleri dahilinde ona engel olmadıkları için sorumlu olurlar.
 
Otobüs, tren, vesair taşıtlarda bulunulduğu zaman radyoyu açmışlar, çalgı, şarkı dinletiyorlarken, susturulması söylense vazife yapılmış olur. Eğer söz dinlemeyip kapatılmaz ise:
“Ey Allah’ım! Muhakkak şu münkerdir.” denilmesi gerekir.
 
Dersimize devam edelim:
 
“O zaman hatırlayın ki, siz (Ey muhacirler) bir vakit (siz Mekke-i Mükerreme de) zayıf ve hakir görülen bir azınlıktınız. Kafirlerin sizi çarpıp yakalanmasından korkuyordunuz, öyle iken (Allah sizi Medine-i Münevverede) barındırdı, ev bark sahibi yaptı ve yardımıyla kuvvetlendirdi. Size en parlak ve temiz şeylerden (ganimetlerden) rızık verdi, gerek ki şükredesiniz.”
 
Mevla Teala Hazretleri, müminleri fitneden tazhir ettikten (korkuttuktan) ve müminlere ihsan ettiği nimetlerini beyan ettikten sonra, Allah’a ve Resulüne karşı hainlikten sakınmalarını beyan etmek üzere şöyle buyuruyor:
 
(Ders ayeti)
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyiniz. Böyle yaparsanız, bilerek emanetlerinize hyanetlik etmiş olursunuz.”
 
Ayet-i celilenin sebebi nuzülünü anlatalım: Resulullah (sallallahu aleyi ve sellem), Ben-i Kurayza yahudilerinin kalelerini muhasara etti. Kurayzalılar, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den Şam topraklarında Eriha denilen mahalle göç etmelerini istedi.
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ben-i Kurayza’ya Saad ibn-i Muaz’ın hükmüne razı olmlarından başka hiç bir şeye müsade etmeyeceğini bildirdi. Yahudiler bu teklifi kabul etmediler ve Cenab-ı Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) den, Ebu Lübabe’yi kendilerini göndermesini istediler.
 
Ebu Lübabe onların nasihatçisi idi, çünkü malları ve ehli iyalin yahudilerin içerisinde idi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Lübabe’yi onlara gönderdi, onlar; “Ey Ebu Lübabe!Ne dersiniz? Sad İbn-i Muaz’ın hükmüne razı olalım mı? ” Diye sordular. Ebu Lübabe eliyle boğazını işaret ederek, Saad hakkındaki düşüncesini onlara bildirdi. Bu işaret: “Saad’ın hükmü keskindir sakın buna razı olmayın” demekti. Bu bir hıyanetti, ama olmuştu bir kere..,
 
Ebu Lübabe buyuruyor: “Onlara işaret ettim, vallahi ayaklarım oradan ayrılmadan Allah ve Resulüne hıyanet ettiğimi bildim” diyor. Sonra, Ebu Lübabe hiç etrafına bakınmadan ve Resulullah’a uğramadan doğru mescide gitti ve kendini mescidin direklerinden birine bağladı da: “Vallahi ölünceye kadar, yahut Allah tövbemi kabul ediceye kadar yiyecek, içecek tatmayacağım” dedi.
 
Ebu Lübabe’nin bu durumu Resulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) e ulaşınca, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Bana elmi olsaydı, onun için istiğfar ederdim, fakat o yapacağını yapmış, Allah-u Teala tövbesini kabul edinceye kadar onu çözüp salamam.” buyurdu.
 
Ebu Lübabebu halde yedi gün mescidde kaldı, bayılıncaya kadar bir şey yemedi ve bir şey içmedi, sonra Allah-u Teala tövbesini kabul etti. Kendisine tövbesinin kabul edildiği haber verilince, Ebu Lübabe bu defa: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gelip beni çözünceye kadar, vallahi kendimi çözmem” dedi.
 
Sonra Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz mübarek elleriyle Ebu Lübabenin düğümlerini çözdü. Tövbesi kabul edilen ve ipten kurtulan Ebu Lübabe: “Ey Allah’ın Resulü! Tövbemin tamam olması için, günah isabet eden kavmin arasında bulunan evimden ayrılacağım ve bütün malımdan sıyrılacağım” dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: “Tasadduk etmen için malının üçt ebiri kafidir” buyurdu.
 
Bunun üzerine bu ayet-i celile nazil oldu. Şeriatın aleyhine konuşmak Allah’a hainliktir. İnsanoğlu kendi karı için Allah’a hainlik edebilir. İnsanlar arasındaki alacaklar da, verecekler de hep emanettir. Mesela: Bir kimsenin baltası odun kesmek için emanet alınsa da, sonra onunla taş vurulsa, bu emanete hainlik demektir.
 
(Ders ayeti)
“Biliniz ki! Mallarınız ve evledınız birer fitne (imtihan) dır. Şüphesiz büyük mükafat ise Allah katındandır.”
 
İnsanlara isabet eden musibetlerin çoğu mal ve evlat sebebiyledir. Bakın! Ebu Lübabe’nin hainliğine kim sebep oldu? Evlatları ve malı değil mi?
 
Şeytan bir dakika zaman bulsa, insanları yoldan çıkarmaya çalışıyor. Bizler de bir dakika müsait bir zaman bulduğumuzda bir insanı doğru yola almaya çalışalım

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.