Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 49. Sohbet

0 169

SOHBET- 49 TAHRİM 6-8
–Miras taksimini şeriata göre yapalım diyince…
–Haramları ve helalleri çok iyi bilmek lazım

Efendi Hazretleri 49. Sohbet
MİRASI, ŞERİATA GÖRE PAYLAŞALIM DESELER!
(Ders Ayeti)
”Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu, insanlar ile taşlardır. O ateşin üzerinde öyle melekler vardır ki, çok sert, çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne emrettiyse ona isyan etmezler ve emredildikleri şeyi yaparlar.”
 
Bir şeyin böyle ayet-i kerime ile isbat edildikten sonra bilinmesi başkadır. Öyle insanlar vardır ki, imanı var fakat bir gün olsun anlını secdeye koymuş değildir. Bu dünyadan imanlı gidilirse, ahirette sonunda varılacak yer cennettir. Eğer imansız gidilirse ebediyen cehennemde kalınacaktır.
 
‘İman ettim’ demek kolaydır. Fakat kişi gerçekten iman etti mi? Bir ailede mesela baba ölüyor, biri kız iki erkek iki kardeşe miras kalıyor. Miras işi için müftüye gidiyorlar, müftü efendi onlara Allahu Teala’nın şu ayeti celilesini okuyor:
”Allah evladınızın mirastaki durumu hakkında size şöyle emrediyor:’çocuklardan erkeğe iki dişi payı kadar vardır.”(Nisa 11)
 
Şimdi Allahu Teala’nın emrini duyduktan sonra, kız olan mirasçı şeriatın taksimini kabul etmeyip, ben de kardeşim kadar isterim demiş olsa, iman ettiğini isbat edemiyor demektir.
 
Miras taksimi hususunda Allahu Teala Hazretleri şöyle buyuruyor:
”Eğer dişi olan avret (iki veya) ikiden ziyade ise, onlara terekenin üçte ikisi aittir. Ve eğer (vefat edenin çocuğu yalnız) bir tek kız ise, ona da terekenin yarısı verilir. Ve (ölen kimsenin) babası ile anasından her biri için de, ölünün çocuğu varsa, terekesinden altıda biri vardır. Ve eğer çocuğu yok ve ölüye yalnız anne ve babası varis oluyorsa, anasına üçte biri vardır (geri kalan babaya ait olur)
Ve eğer ölünün kardeşleri de varsa, anasına altıda biri verilir. Bu hisselerin böyle verilmesi vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınız, bilmezsiniz ki menfaatçe size daha yakındır. Bütün bunlar Allah(u Teala) tarafından birer farizadır. Şüphe yok ki Mevla Teala âlimdir, hâkimdir.”(Nisa 11)
 
Bundan sonraki ayet-i kerimede de zevcler ile zevcelerin ve kelale denilen, yakınlık yoluyla varis olacak kimselerin miras taksimatı anlatılır. Şöyle ki:
 
”Zevcelerinizin çocuğu yoksa geriye bıraktıkları malın yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa size, bıraktıkları maldan dörtte bir hisse vardır. Fakat bu hisseler, yapacakları vasiyeti ve borcu ödedikten sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa zevcelerinize bıraktığınız maldan onlara sekizde bir var; ancak bu hüküm yapacağınız vasiyeti ve borcu ödedikten sonra.
 
Eğer bir erkek veya bir kadının çocuğu ve babası bulunmadığı halde (kelale olarak) mirasına konuluyorsa ve onun ana bir erkek kardeş veya ana bir kız kardeşi bulunuyorsa (bu kardeşlerin) her birine altıda bir ve bu birden daha çoksalar, kız ve erkek üçte bir hissede eşit olarak ortaktırlar (gerek vasiyette gerek borç ikrarında varislere) zarar vermek olmamalıdır. Bütün bu hükümler Allah (u Teala) dan bir vasiyet ve emirdir. Allah Âlimdir, Halimdir.(Nisa 12)
 
Cenab-ı Hak Müslümanlara Kuran-ı Kerimde namazı farz kıldı. Fakat namazın nasıl kılınacağını Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğretti. Zekâtı farz kıldı o da peygamberden öğrenildi.
 
Mirasa gelince, öyle olmadı. Mevla Teala mirasın taksimini Kuranı Kerimde bizlere bizzat anlattı. Mal canın yongasıdır, ondan sebep çok kaymalar olur. Cenab-ı Hak mirasta hududu koydu ve arkasından da şöyle buyurdu:
 
”Bütün hükümler Allah’ın şeriatı ve çizdiği sınırlarıdır. Kim Allah’a ve peygamberine itaat ederse, Allah(u Teala) onu ağaçları altından ırmaklar akan cennetlere koyar ki, orada ebedi olarak kalıcıdırlar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir. Kim de Allah’a ve peygamberine isyan eder, şeriat hükümlerini çiğner geçerse, onu da ebedi olarak ateşe koyar, onun içinde alçak edici azap vardır.”(Nisa 13-14)
 
İşte şeriatın taksim ettiği mirası kabul etmeyen her insan haddi aşmış demektir. İhtiyaçlı dahi olunsa hududu aşmamalı. Dünyanın açlığı ne kadar sürer ki? Miras taksiminde haddi aşan, sonra ahirette aç kalır. İşte ders ayetimizde Mevla Teala bize bunları ikaz ediyor:”Ey iman etmiş kullar! Nefislerinizi koruyunuz.”
 
İman ettiniz diye kurtulmuş değilsiniz, niçin? Miras meselesini hatırlayın. Allah’ın taksimine riayet etmiyorsanız, Allah’ın tayin ettiği hududu siz bozdunuz demektir. Bu bozulma itikat bakımında da olursa iman gider.
 
Emre inanılır, kabul edilir fakat amel bakımından riayet edilmezse kâfir olunmaz ama kişi daha muhafaza altına girmemiş demektir. Peki, muhafaza altına girmemekte ne var? ”Gayya” var. Meryem suresinde buyruluyor:
 
”Sonra, bu peygamberlerle Salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler şehvetlerine uydular; bunlar da cehennemdeki Gayya vadisini boylayacaklardır.”
 
Alauddin-i Attar (Kuddise sirrahu) büyük bir zenginin oğlu idi. Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin de bir kızı varmış, hanımına:
”Kızımız ne zaman buluğa ererse bana haber” demiş.
Nakşiben Hazretleri bir gün kızının buluğa erdiğini haber almış, derhal medreseye gitmiş, bakmış ki Alauddin-i Attar mürşidini görünce, ayağa kalkmış, onun elini öpmüş. Nakşibendî (Kuddise sirrahu) Hazretleri:”Oğlum! Ben elimi öptürmeye gelmedim, bir kızım var onu sana teklif etmeye geldim.”Demiş.
Alauddin-i Attar Hazretleri:”Bu benim için büyük bir nimettir, ama görüyorsunuz altımda eski çürük bir hasır ve yanımda çamurdan yapılmış bir çömleğimden başka bir şeyim yok.” Demiş.
Nakşibendî (Kuddise sirrahu) Hazretleri buyurmuşlar ki:”Oğlum! Senin ve onun, Allahu Teala’nın indinde mukadder bir rızkınız vardır ki, onun ne şekil geleceğini siz bilemezsiniz.” Demiş ve kızını ona nikâhlamış.
 
Alauddin-i Attar (Kuddise sirrahu) Hazretleri çok zengin birisinin oğluydu. Babasının mirasından tek kuruş dahi kabul etmeyerek Buhara medreselerinden birine ilim tahsili için gitmişti. Sonunda Nakşibendî (Kuddise sirrahu) hazretlerinin hem damadı hem de halifesi oldu.
 
İman eden kimselerin emirlere tam teslim olması lazımdır. Sadece ‘La ilahe illallah” demekle kişi kurtulmuş olur mu? Olmaz. Niçin? Namaz var, namazını kıldı kurtuldu mu? Kurtulmadı; zekât var, miras var kısaca karşımızda çok işler var. Aman kendimiz beğenmeyelim.
 
Allahu Teala Hazretleri: ”Ey Müminler doğru cennettesiniz.” Buyursaydı, doğru cennetteydik. Fakat:”Ey Müminler! Nefislerinizi koruyunuz.” Buyurdu. İftira etmekten, gıybetten, söz taşımaktan, sui zanda bulunmaktan sakınmak var, faizden sakınmak var. Gördünüz mü bizi ne işler bekliyor.
”Aman hoca efendi çok karıştırma!” demeyiniz. Zira ”nefislerinizi koruyunuz.” Emri var. Bu emir nasıl yerine gelir? Mirasta Allah’ın hududuna teslim olmakla, ana babaya hürmetle, küçüklere merhametle, kezalik Müslümanların haklarına riayetle. İslamın bütün emirlerini, farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını hakkıyla yerine getirmekle.
 
Bir kumru, bizim caminin penceresinin önüne bir yuva yaptı. İçerden oraya bakıyorum. Kumru çıkıp gidiyor, yiyecek bir şeyler bulup tekrar geri geliyor, yavrusunun yanına yaklaşıyor, getirdiklerini onun ağzına koyuyor.
 
Ben çocuk büyütüyorum deyipte iftihar etmeyin, kumru kuşu da yavrusunu büyütüyor. Eğer evladını yetiştirmekle meşgulken Allahu Teala’ya itaat ediyorsan o zaman kumru kuşundan farklısın.
 
Ey Müslümanlar! İslamın farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini, edeplerini yapınız. Allahu Teala’ya çok şükredelim, şükredersek çok büyük oluruz. Bu işleri bilmezse, insanın sivrisineğin kanadı kadar değeri yoktur. Kuran’ı Kerimin bir kelimesinin dahi manasını bilmek ne büyük şeydir. Bakın (Gu) kelimesi vikaye adiniz, koruyunuz anlamındadır. Bunu anlayabildiğimiz için çok şükredelim.
 
”(Ey Habibim!) O vakti hatırla ki, Rabbin meleklere; ”Ben yeryüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halife (bir insan) yaratacağım.’ demişti. Meleklerde: biz seni hamdin ile tesbih, noksanlıklardan tenzih etmekte olduğumuz halde, orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? Demişlerdi. Allah (u Teala): Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim buyurdu.”(Bakara 30)
 
”Allah (u Teala), Âdem (Aleyhisselam) a bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip:‘Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sadıklardansanız, bunların isimlerini bana haber verin.’buyurdu. Melekler:’Biz (sana itiraz olunmaktan) seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka, hiçbir ilmimiz yok. Muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilensin, üstün hikmet sahibisin.’ dediler. Allah (u Teala), Âdem’e:‘Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere haber ver.’ buyurdu.
Âdem (Aleyhisselam) da o isimleri meleklere haber verince, Allah (u Teala):”Ben size demedim mi ki göklerin ve yerin gayblarını ben bilirim, açıkladığınız da, gizlediğinizi de elbette ben bilirim.”buyurdu.” (Bakara 31-33)
 
İşte o Âdem babamıza bu kadar şeyleri bildiren rabbimiz, bize de Kuran’ı Kerimin manasını bildirdi. Şu cemaat ahit olsun, sen en büyük şahit olarak şahit ol ya Rabbi! Sana şükürler olsun. Hiç değilse dilimize şükredelim.
HARAMLARI, HELALLERİ ÇOK İYİ BİLELİM
Şu insanoğlu:”Rabbim bana işitmek için kulak verdi, konuşmak için ağız verdi, en büyük kitabı okumayı nasibetti, hakiki dostlarını tanıttı, öyleyse ben büyük bir adam olayım.” demiyor da,
Canım sıkılıyor, darlanıyorum, açayım televizyonu da seyredeyim, getirin dergileri, mecmuaları, gazeteleri okuyayım.” diyor. Battı gitti böyle adam. Bende de, sizde de çok şükürsüzlük var. Her şeyimiz var, şükür yok. Vay bize!
 
Bir kadın ölmüş, cenazeye yıkamaya gelen hanım cenazenin suyunu hazırlarken o da ölmüş. Ölümü unutmayalım. Bir gün hepimiz Mevla Teala’nın huzuruna varacağız.
 
Bekâr iki kızımız şehit oldu. Biri Üsküdar’da ders okutuyordu, diğeri de hafızlığa çalışıyordu. ya Rabbi bu ne iştir dedik. Bizimki itiraz değildi tabiî. İslama faydalı olacakları için böyle söylemiştik. Denildi ki:”Ya onlar yaşasaydı da ‘bize okumaya karşı soğukluk geldi, çarşafı giymek istemiyoruz.’ deseydiler, bu mu daha iyiydi?” Ali İmran suresinde buyruluyor ki:
 
”Eğer size (Uhud’da) bir yara değdiyse, muhakkak (Bedir’de) o (kâfir) kavme de onun (dokunan yaranın) benzeri bir yara değmiştir. İşte o (zafer ve galibiyet) günler (i öyle günlerdir ki), biz onları insanlar arasında döndürür (durur) uz (bir gün bir kavim kazanır, diğer bir günde başka bir kavim kazanır, zamanın hadiseleri kavimlerin kâh lehine, kâh aleyhine zuhur eder). (Bu) Allah (u Teala savaş meydanında ihlâslı ve azimkâr) müminleri diğerlerinden ayırt etmek ve sizden şehitler edinmek içindir. Allah (u Teala) zalimleri sevmez.”(Ali İmran 140)
 
Yabancı yere mi gittiler? Mevla Teala’ya kavuştular. Böyle bir şey olursa üzülmeyelim, olmazsa da iftihar etmeyelim.
 
”Mevla neylerse güzel eyler.”
 
Vallahi güzel eder, billahi güzel eder, tallahi güzel eder, neylerse güzel eder.
 
Şu çarşafı çıkaranlar var ya, onları duyunca kalbime bir hançer sokuyorlar gibi oluyorum. Devam edenler de yarama ilaç oluyorlar. Ben onlardan razı olduğumdan ziyade, Allah onlardan razı olsun.
 
Tekrar ayetimize gelelim, ne buyrulmuştu? ”Ey iman edenler! Nefislerinizi koruyunuz.” İman ettik diyorsunuz ama çarşaf meseleniz var, sakal meseleniz var, son nefes meseleniz var. Hani nerede Dolmabahçe sarayında hayat sürenler? Hepsi göçtü gitti bu dünyadan. Onlar yine uyanık insanlardı, ahireti kazanacak işler yaptılar. Efendi babam derdi ki,:” Sultan Abdulhamid vali bir zat idi.”
 
‘Ehlinizi de koruyunuz” Peki ehlinizi neyle koruyunuz? Kendinizi neyle koruyorsanız, bir insan elli sene müddetle tesbih çekse, gece namazı kılsa, her sene hacca gitse, fakat:”Faiz helaldir” dese ondan iman gider.
 
”Yerden göğe küp dikseler,
Birbirine rapt etseler,
Altından birini çekseler,
Seyreyle sen gümbürtüyü.”
 
Bir hanım:”Bu konular beni imandan kaydırmak için mi çıkmıştır nedir? Ben mirasımı kanunlara göre alırım, Kuran’a göre almam.” dedi. Bu kadın neler diyor? Zavallı böyle nereye gidiyor? Elinde fener olmadığından, karanlıkta nereye bastığını görmeyen biri gibi.
 
Nefislerinizi ve ehlinizi neden koruyunuz buyruluyor? Ateşte. Öyle bir ateş ki, onun tutuşturucusu insanlarla, kibrit taşlarıdır. Eskiden evlerde ocaklar olurdu, orada iri odunlar birbirine dayandırılır ateş yakılırdı. İşte cehennemin tutuşturucusu da insanlardır. Demek ki iman ettikten sonra da cehenneme çalı olmak vardır, ama ebedi değil tabii.
 
Ebedi cehennemde kalıp çıkmamaktansa, yanıp çıkmak daha iyidir. Bir kimse:”Ben Kuran’ın emrini biliyorum, inanıyorum, bile bile haram işliyorum yanıp yanıp çıkarım.” dese imanı gitmez;
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisi şerifinde buyuruyor ki:
 
”İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi, aldığı şey helalinden midir, haramından mıdır? aldırmayacak.”
 
Amman dikkat edelim! Dediğimiz gibi iman edenler de cehenneme çalı olabiliyor. Birde cehennemde ğılzatlı ve şiddetli melekler vardır. Allahın kendilerine emrettiği şeylerde O’nun emrini harfiyen yerine getirirler. Yüz sopa vurulması gerektiğinde tam yüz sopa vururlar, doksan dokuz buçukta bırakmazlar.
 
Bir kişi için:”Cehennemin dibine indirilecek.” dendiğinde, melekler bunun aynısını yaparlar. Yarısına indirmezler, tam dibine indirirler. İman az şey değildir, ebedi yanmaktan kurtarır insanı.
 
”Bu ilimler bizimle yaşayacak, ben onun bir ağacıyım, benim gibi ağaçlar yetiştireyim, ahirete öyle gideyim” deyiniz.
 
İnsanın ilmi arttıkça tevazusuda artmalıdır. Cennetin kapısını zenginler açacak, hocalar açmayacak. Cennetin anahtarı hocaya teslim edilecek, O:”Bana zenginler para vermeseydi, ben okuyamazdım” diyecek, anahtarı almayıp zenginlere bırakacak.
 
Mümin suresinde Cenab-ı Hak bakınız ne buyuruyor:
”Ateşte olanlar cehennem bekçilerine diyecekler ki:’Rabbinize dua edin, bizden bir gün azabı hafifletsin.’
”Cehennem bekçileri ateşteki kâfirlere şöyle der:’Size peygamberiniz mucizelerle gelmedi miydi?’ Onlar derler ki:’Evet’ ‘ Melekler:’O halde kendiniz Allah’a yalvarın.’ Kafirlerin yalvarıp yakarması ise boşunadır.”(Mümin 49-50)
 
”Muhakkak ki biz, peygamberlerinize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahit duracağı gün (kıyamette) yardım edeceğiz.”
”O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermeyecektir. Onlara lanet vardır. Yurdun kötüsü de onlaradır.”(Mümin 51-52)
 
Şimdi dersimizin 2. Ayet-i celilesine gelelim:
(Ders Ayeti)
”Ey kâfirler! Bu gün özür dilemeyin, siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”
 
Bir kişi, namazın farziyetini kabul etmeyince kâfir olur. Amelde terk etmişse kâfir olmaz. İnsan, namazın Allahu Teala’nın emri olduğuna inanmayınca, o zaman kâfir oluyor. Miras işi de, diğer emirler de böyledir.
 
Şeriatın emirlerinden her biri için itikatta ve amelde terk edenlerin aralarındaki fark şudur: İnanıp da ameli terk edenler, cehenneme girsede yanıp çıkacaklardır.
 
Ruhul Beyan tefsirinde okuduk, bir zat diyor ki: Bir insanın cehennem de ne kadar kalacağını çok aradım, bir nüshada buldum ki:‘Bir andan yedi bin seneye kadardır”
Şeriatın emirlerini itikaden terk edenler ise ebedi olarak cehennemde kalacaklardır.
 
Haramları, helalleri çok iyi bilelim dostum. Eğer harama helal, helale de haram diyerek Kelime-i şahadet getirilse de insan kâfir olur (Bu itikadından vazgeçmesi gerekir)
 
Bir insanı üç şey küfre sokar: İnkâristihza (alay etme) ve istihfaf (hafife alma)
 
Mesela bir insan ”Mevla Teala’nın bir emrine veya yasağına inanıyorum ama yapamıyorum” derse kâfir olmaz. Bir andan yedi bin seneye kadar cezası müddetince cehennem azabına müstahak olur. Bu manayı iyi anlayın.
İmanın ve şeriatla amelin, günahlara tövbe etmenin ve özür dilemenin mahalli dünyadır. Ahirette iman ve amel kabul olunmayacaktır.
 
Kâfirler kıyamet gününde cehennem ateşini görüp, özür dilemeye kalkıştıklarında onlara hitaben:”Ey küfredenler! Beyhude yere özür dilemeyin, çünkü dünyadayken yapmış olduğunuz amellerinizden dolayı cezalandırılacaksınız. Bu nedenle özrünüz makbul değildir. Bu gün özür günü değil, ceza ve mükâfat günüdür.” denilecek.
 
Cenab-ı Hak kâfirlerin özür dilemelerinin kabul olunmayacağını beyan ettikten sonra, tövbesinin asıl mahalli olan, dünyada tövbe etmelerini müminlere tavsiye etmek üzere buyuruyor:
 
(Ders Ayeti)
”Ey iman edenler! Allah’a öyle bir tövbe edin ki, tam bir pişmanlıkla, halis bir tövbe olsun. Umulur ki, Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. O günde Allah, peygamberlerini ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacaktır. Nurları önlerinde ve sağlarında koşup parlayacak da şöyle diyeceklerdir. ‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, muhakkak ki sen her şeye kadirsin.”
 
Mevla Teala kullarını ne güzel ikaz ediyor. ”Ey iman eden kullarım! Benden yüz çevirdiniz, gidiyorsunuz. Bana dönün! Öyle bir tövbe ile ki, günah işleyeceğiniz vakitte size nasihat edici olsun.”
 
Nasuh tövbesi: İnsana nasihat edici tövbe demektir. Muaz bin Cebel (Radıyallahu Anh) bir gün Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize sorar: ”Ya Resulullah! Tövbe-i Nasuh nedir?”Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cevap verir:
”Kulun işlemiş olduğu günaha iyice nedamet etmesi, sonra da, memeden çıkan sütün memeye dönmediği gibi bir daha o günaha dönmemektir.”
 
Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) dan rivayet ediliyor: Bir gün bir bedevinin dilini hızlı hareket ettirerek:
(Mealen) ”Ey Allahım! Sana istiğfar eder, sana tövbe ederim.” dediğini işitti ve ona dedi ki: ”Sadece dilde kalan tövbe, yalancıların tövbesidir.” O zaman bedevi sordu: ”Peki tövbe nasıldır?” Bunun üzerine Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) buyurdu ki:”Tövbe altı şeyi cemetmiş olmalıdır.
 
1-Geçmiş günahlara pişman olmak.
2- Farzları iade etmek. Namaz kazası, oruç kazası, zekât kazası vs. gibi.
3- Zulüm ile alınmış malları sahiplerine vermek.
4-Hasımlarla helalleşmek.
5-İşlenilen günaha bir daha dönmemeyi azmetmek
6- Nefsini isyanla nasıl besleyip büyüttüyse, onu Allah’a taat yolunda öyle eritmektir.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.