Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 5. Sohbet

0 76

Sohbetimizin ayetlerine başlayalım:
”Ey iman edenler! Sabırla ve namazla (Allah Teala’dan) yardım isteyin. Muhakkak (Allah Teala Hazretleri’nin yardımı) sabredenlerle beraberdir.”

Ayetimiz de Mevla Teala iki şeyle (sabretmekle ve namazla) benden yardım dileyin buyuruyor.
Şimdi dünya halkı sabrı bıraktı, namazı da bıraktı. Peki, maksudlarına nasıl kavuşacaklar?
Allah’u Teala Hazretleri’nin yardımından mahrum kalan Musa (Aleyhisselam) ın kavmini hatırlayalım. Musa (aleyhisselam)’a muhalefet etmeleri sebebiyle Tih sahrasında 40 sene mahkum bir halde kalmışlardı. Mevla Teala Hazretleri onlar hakkında:
”Buyurdu ki ‘ Şüphesiz orası (Beyt-i Mukaddes arazisi) onların (o isyankâr israiloğullarının) üzerine 40 yıl haram kılınmıştır. Orada (bulundukları Tih sahrasında) hayret içerisinde dolaşacaklar. Artık o fasıklar kavmine acıma”(Maide 26)

Beni İsrail, güneşin altında sabahtan yola çıkıyorlar bir de akşam bakıyorlar ki aynı yerdeler. Tam 40 sene! Bundan anlaşılıyor ki insan evinin yolunu bulamaz. Hatta bir odadan diğer odaya geçemez. Her an Mevla’nın yardımına muhtacız. Zira Allah zülcelal’den başka kimse hiçbir şeye kadir olamaz.

Bir ayeti kerime de bunu teyid etmektedir:
”Eğer Allah(-u Teala) size yardım ederse artık size galip olacak kimse yoktur.Ve eğer sizi (yalnız bırakırda) zelil ederse, artık ondan sonra size yardım edecek kimdir?”( Ali İmran 160 dan)

Herhangi bir müşkülle (sorunla) karşılaştığımız vakitte mutlaka o müşkülün halli için yardım istememiz lazımdır. Ne ile? Ayet-i kerimenin mucibince, sabretmekle, namaz kılmakla. O iş oluncaya kadar niye gecikti dememeli, ümidsiz olmamalı, sabretmeli, namaz kılmaya devam etmelidir. O iş Allah’ın yardımıyla olur.
Şimdi bizim eksiklerimizi tamamlamak ve milleti islama davet etmek gibi büyük bir davamız var. Buna ancak Allah’ın yardımıyla erebiliriz.
Bu nedenler her gün istiane (yardım talebi) namazı kılmalıyız, Mevla’ya yalvarmalıyız. İtikadımız, amellerimiz, ahlakımız islamın emrettiği gibi olsun.

Her işte Mevla Teala Hazretlerine muhtaç olduğumuzu çok iyi bilmeliyiz. Her işe başlarken besmele çekmeliyiz. Mesela; yemek yemeye besmele çekerek başladığımızda,”ağza alınışında, çiğnenişinde, yutuluşunda, yemek borusundan geçişinde, mideye faydalı olup, zararlı olmayışında Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismi ile başlıyorum” demek istemiş oluruz.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismi ile başlarsak o zaman yardım olur. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
”Şerefli ve kıymetli her hangi bir işe Allah’ın ismiyle başlanmaz ise o iş hayırsızdır”.

İslamın emrettiği, müsaade ettiği her iş şereflidir. Neüzübillah kumar oynayan şerefli değildir, rezalet sahibidir. Keza gıybet etmek, söz taşımak, yalan söylemek, fesatlık koparmak için gezmek… Bunlar şerefi olmayan işlerdir. Şerefli iş; Kuran-ı Kerim öğrenmek, öğretmek, emri ile amel etmek, ihlâsı kazanmak ve kazandırmak, iyi niyet etmek ve ettirmektir. Böyle böyle ta ki zikri kalbe yerleştirinceye kadar çalışmalıdır.

Mevla Teala’dan yardım istemekte Yüce Allah’ı unutmamak vardır. Unutmamak mes’elesi varya çok büyük meseledir. Şu ayeti kerime de Mevla Teala kendisini unutanlar için:
”Allah’ı unuttular. Allah (celle celeluh) da onları unuttu” (Tevbe 67 den)
Bir şey ki Mevla’nın bizi unutmasına (unutma muamelesi yapmasına) vesile oluyor, ondan daha kötü birşey yoktur. Mevla Teala’nın bizi unutması, rahmetinden ve fazl-ı kereminden taksim ederken bizi mahrum etmesi, bize vermemesi demektir. İşte Allah’ı unutmamanın ilacı ise bu ayet-i kerime de buyurulduğu üzere:
”Beni zikredin, ben de sizi zikredeyim” (Bakara 152) ayeti celilesidir.

Her ibadette, her işte huzur-u kalp lazımdır. Kimden yardım istediğini, kimi zikrettiğini, kime şükrettiğini, kim için kıyamda durduğunu, kime eğildiğini, kime secde ettiğini bilmek lazımdır. Mevla Teala Hazretleri:
”Beni hatırlamak için namaz kıl” (Taha 14 den) buyuruyor. Her ibadette emir böyledir. Şu ayeti kerime de de:
”Ey iman etmiş olanlar! Allah’ı çokça zikretmekle zikredin.Ve O’na sabah akşam tesbihte bulunun”(Azhab 41)

Şimdi zikrullah’ın her an lazım olduğunu şöyle anlayalım. Güneş doğduğu vakitte her yeri aydınlatır. Ancak kapısı, penceresi kapalı olan evlerin içerisine girmez. Buna sebep güneş midir yoksa evin sahibi mi? Işınlar kapıya kadar gelmeseydi güneş suçlu derdik. Fakat güneşin ışınları evin önüne gelmiştir. Kapılar, pencereler açıksa güneş, oralardan eve girecektir. Güneşin mevsimlere göre doğma ve batma arasında ki aydınlatma saatleri bellidir. Ama Allah’u Teala Hazretlerinin feyzinin doğma ve batması yoktur.
O, daimi tulü halinde (parlamakta) dır. Sakarya nehrinin bir an kesildiğini bilen var mı? Fırat, Nil nehrinin bir an kesildiğini bilen var mı? İşte onların suyunu devamlı akıtan Mevla Teala ve Tekaddes Hazretleri bize de feyzini devamlı akıtmaktadır. Devam eden bu feyizden kulun istifade edebilmesi için kalbini açık tutması lazımdır. Göğsümüzün sol tarafında bulunan kalbimiz Rasulullah’ın buyurduğu üzere:
”Mü’minin kalbi Allah’ın evidir. Müminin kalbi Rahman’ın arşıdır. Müminin kalbi Allah’ın hazineleridir.”

Kalp feyze ne ile açılır? Zikretmek ile hatırlamakla. Zikretmekle Mevla Teala’nın feyzi giriyor, zikredilemediği vakit Mevla’nın feyzinden mahrum kalınıyor. Adalet-i ilahiye böyledir. Allah’u Teala dileseydi o feyzi her durumda devamlı indirebilirdi. Ama kalbe feyzin gelmesini Allah-u Teala kula verdiği irade-i cüziyyeye bağladı. İşte bu nedenle de:
”Allah’ı çok zikretmekle zikredin(ki kalbiniz feyze açık olsun)” buyuruldu.

İnsan ne kadar çok zikrederse o kadar çok feyiz gelir. Bakınız! Dikkat ediniz! Rabbimiz önce O’nu çok zikretmemizi istiyor. O çok zikretmekle emrolunduğumuz Allah var ya! O çok büyüktür. Rahmet yağdırıyor, sevgi yağdırıyor, nur yağdırıyor.
Ayeti kerime de buyuruluyor:
”O Halık-ı Kerim’dir ki sizi zulmetlerden (karanlıktan) nura çıkarmak için melekleriyle beraber size rahmetini gönderir. Ve (Allah) müminler için pek merhametli bulunmaktadır.”(Ahzab 43)

Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirrahu) buyurdu ki:”Böyle bir ayet hiçbir ümmet hakkında nazil olmadı”
Cenab-ı Hak Peygamberi hakkında ne buyurduysa biz aciz ümmetine de aynı şeyi lutfetmiştir. Peygamberimiz hakkında:
”Muhakkak Allah(-u Teala) ve melekleri peygamber üzerine salâtta bulunurlar. Ey iman etmiş kimseler! O’nun üzerine salâtta ve tam bir teslimiyetle selamda bulunun.”(Azhab 56) buyurmuştur.

O vermekte devamlıdır. Biz almakta gevşeğiz. Eğer kalbimizi açık bulundursak, oraya devamlı bir nur yağacak, şeytan ve nefis tesirsiz kalacak. İmam Masum Hazretlerinin mektubatında okudum: Şeytan bir adama diyor ki: ”Kalbinin her yerini zikrullah ile doldurdun. Bir boş yer yok ki sokulayım”

Şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateşin nur karşısında dayanma gücü yoktur. Nitekim bir mü’min sırattan geçerken ateş ona seslenecektir: ”Çabuk geç, senin nurun benim ateşimi söndürüyor”

Zikreden kalp nur ile doludur. Şeytan ise böyle kalplere giremez. Öyleyse bizimde daima zikir üzere olup böyle bir kalbe sahip olmaya çalışmamız gerekir.
Mevla Teala Hazretleri şöyle buyuruyor:
”Haberdar olunuz ki! Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur”(Rad 28)
Mutmain oluyor demek, yerleşiyor, rahat ediyor, huzura kavuşuyor, vesveselere evhamlara, ümitsizliklere yer kalmıyor. Böyle bir kalp sağlam bir kalptir.

Zikir bütün hayırların kapısıdır. Zikretmek en büyük matlub ve maksattır. Zira hakkında:
”Ve zikrullah her şeyden büyüktür”(Ankebut 45) buyurulmuştur. İnsan Allah-u Teala’nın kendisine nur vermesini istiyorsa, kalbini zikrullah ile devamlı açık tutacak.

Mısra:
”Padişah konmaz saraya, hane mamur olmadıkça”
Bir insan dahi, kirli, tozlu, dağınık olan bir eve girmek istemez. Bir hadisi kudside de şöyle buyuruluyor:
”Beni yerim göğüm almaz. Ancak mümin kulumun kalbi alır”
Yerler ve gökler ne kadar geniş ise de mekaniyet üzeredir. Allah Teala ise la mekanidir. La mekani olan, mekâna sığmaz. Allah Teala kalibi la mekaniyet (mekânsızlık) üzere yarattı. Onun için ”Mümin kulumun kalbine sığarım” buyurdu.

SABIR 3 ÇEŞİTTİR

Sohbet ayetimize gelelim:
”Muhakkak Allah sabredenler ile beraberdir”

Allah Teala bir kul ile beraber olursa, o kula birşey olur mu?Hep başımıza gelen dertler Mevla Teala Hazretlerini unutmaktandır.bu da günahların başıdır.
Biraz da sabırdan bahsedelim:
Sabır acıya, zorluğa katlanmak, nefse ve bedene ağır gelen hallere telaş göstermeksizin mukavemet etmektir.
Allah’u Teala Hazretlerinin isimlerinden birisi de ”Sabur” ismi şerifidir.
Sabır güzel bir meziyettir. Her kimde sabır varsa onda ilahi kuvvetten bir tecelli kokusu vardır.

Sabır üç çeşittir:
1-İbadetlere devam etmede sabır
2-Günahlardan kaçınmada sabır
3-Bela ve musibetlere karşı sabır

Cenab-ı Hak ayeti kerimemizde özellikle sabrın kıymetine işaretle:
”Muhakkak Allah sabredenler ile beraberdir” buyuruyor.
Sabrın büyüklüğünden ve faziletinden dolayıdır ki Allah’u Teala Hazretleri sabredenlerin mükâfatını ölçüsüz kılarak şöyle buyurmuştur:
”Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız (ölçüsüz) olarak verilecektir.” (Zümer 10 dan)

Secde suresinin 24. ayet-i kerimesinde de Cenab-ı Hak Celle ve Ala Hazretleri, Tevrat ehlinin dini vazifelerinde ve düşmanlardan gelen eziyetler karşısında göstermiş oldukları sabırlarından dolayı onlardan, hidayet rehberleri olan imamlar vücuda getirdiğini beyan ediyor:
”Ve (O İsrailoğulları) sabrettikleri zaman onlardan rehberler kılmıştık ki bizim emrimizle doğru yola sevk ederlerdi. Ve ayetlerimize yakinen (şüphesiz) inanmışlardı.(Secde 24)

Sabır her işin başıdır. Sabredemeyen hiçbir kimse kendisinden bekleneni veremez. Mevla Teala Kuran-ı Kerim’in birçok yerinde bize sabır öğütlemektedir. Bunlardan bir tanesi de Lokman suresinde geçen şu ayeti kerimedir:
”Oğulcağızım! Namazı dosdoğru kıl ve iyilikle emret kötülükten nehyet. Ve sana (bu sebeple) isabet eden belaya sabret. Zira böyle yapmak muhakkak büyük insanların yaptığı işlerdendir.”(Lokman 17)

ŞEHİDLERİN MAKAMI

Şimdi sohbet ayetimize devam edelim:
”Ve Allah(-u Teala) Hazretlerinin yolunda öldürülenler hakkında ölüler demeyin. Bilakis (onlar) diridirler, fakat siz (onların hayatını) hissedemez, (anlayamaz) sınız.”

Bu ayeti kerime, Bedir muharebesindeki şehitler hakkında nazil olmuştur. Bu harpte ölen kimselerin arkasından:”Dünya nimetlerinden ve lezzetlerinden istifade edemez oldular” dediler. Cenab-ı Hak bu ayeti kerimeyi inzal buyurarak aslında onların diri olduğunu beyan etti.
Fakat bu diriliğin nasıl olduğu hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Selef-i Salihinin çokları bu hayatın ruh ve cesetle olduğu görüşüne gitmişler, ancak biz bunun şeklini bilemeyiz demişlerdir. Bazılarına göre ise, bu ayetin manası:”Onlar amellerinin sevabının kesilmemesi hususunda diriler gibidir, demektedir.
Çünkü onlar Mevla Teala Hazretlerinin dinine yardım yolunda öldürüldüler. Din dünya üzerine galip olduğu ve Allah-u Teala yolunda muharebe eden bir kişi bulunduğu müddetçe bunun sevabı onlara yazılmaktadır. Zira bu sünneti ilk olarak onlar başlatmışlardır.

Cabir İbn-i Abdullah (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet ediliyor:

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün bana baktı ve:”Ey Cabir! Seni mahzun görüyorum”. buyurdular. Ben:”Ey Allah’ın Resulü babam şehid oldu. Arkasından borç ve kalabalık bir aile bıraktı” dedim.
Bunun üzerine Allah’ın Resulü ”Ya Cabir! Sana haber vereyim ki Allah hiç kimseyle perde arkasından olmaksızın konuşmamışken, babanla yüz yüze konuştu ve ona: İste benden vereyim buyurdu. Baban ”Ya Rabbi! Beni tekrar yaratta ikinci bir defa şehit olayım” dedi
Allah-u Teala Hazretleri:”Bu mümkün değil. Onlar bir daha dünyaya dönmezler emri benden sebkat etti (geçti).” buyurdu. Cevaba karşı baban:”Öyleyse ya Rabbi bunu arkamda kalanlara haber ver” Allah azze ve celle Hazretleri de ”bunu yaparım” buyurarak şu ayetleri inzal etti:

”Allah yolunda öldürülenleri ölüler zannetme. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında rızıklandırılırlar”(Ali imran 169)

”Ve onlar Allah’dan bir nimet ile bir fazl ile müminlerin mükâfatını Allah’ın elbette zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler”(Ali İmran 171)

Bu ayeti celilere şehitlerin ne kadar yüksek mertebelere ve sevinçli bir hayata nail olduklarını bizlere göstermektedir.

Nefahatül Üns kitabında İbni Farıd Hamevi Hazretlerinin oğlu Seyyid Kemalettin Muhammed’den şöyle bir olay nakledilir:
”Bir gün Mısır medreselerinden birine gittim. Medresenin kapısında yaşlı bir bakkal vardı. Gördüm ki abdest alıyor. Ama şeriat emirlerine göre düzenli bir şekilde değil. Önce kollarını yıkadı, sonra ayaklarını yıkadı, sonra başını meshetti sonrada yüzünü yıkadı. İçimden geçirdim ki: Bunca zamandır medrese kapısında bunca fakihler içinde daha bir abdest almasını öğrenememiş.
Bunun üzerine o yaşlı adam hemen bana bakıp şöyle dedi:”Ey Ömer sana olacak fetih hicazda Mekke’de olacaktır. Oraya git. Sana gelecek gönül açıklığı zamanı gelmiştir.”
O zaman anladım ki o adam, Allah’ın veli kullarındandır. O şekilde tertipsiz abdest alması da halini gizlemek içindir.
Hemen yanına gidip şöyle dedim: Ey seyyidi! Ben nerede, Mekke nerede! Nasıl gideyim, yolu da bilmiyorum. Hemen eli ile işaret edip şöyle dedi: İşte Mekke önünde. Bakıp Mekke’yi gördüm. Sonra Mekke’ye yöneldim. Mekke benim gözümden kaybolmadı. Fetih kapıları da bana açıldı. Tam 15 sene Mekke’de kaldım.5 vakit namaz için Harem-i Şerifte hazır oldum.
Bir gün o yaşlı bakkalın sesi kulağıma geldi -Ey Ömer Kahire’ye gel, ölümüme hazır ol!-Hemen acele oraya gittim. Baktım ölüm döşeğinde. Kendisine selam verdim. Selamımı aldı. Bana birkaç dinar verdi.-Bununla teçhizimi, tekfinimi, yaparsın dedi. Daha sonra tabutumu taşıyanlara bir dinar ver falan yede tabutumu bırak, orada bekle. Dağdan bir kimse inecek namazımı onunla kılarsın. Ondan sonra yüce hakkın emrini bekle.”
Vefat ettiği zaman vasiyetlerini yerine getirdim. Tabutunu dediği yere bıraktım. Gördüm ki dağdan bir kimse aşağı doğru iniyor. Geldi ve şöyle dedi:-Ey Ömer! ileri gel de namaz kılalım. Namazdan sonra büyük yaradılışlı bir kuş aşağı indi. Tabutu yutup diğer kuşlara karıştı. Hepsi tesbih ederek uçup gittiler. Bu hale çok şaşırdım.
O kimse dedi ki:-Ya Ömer işitmedin mi ”şehidlerin ruhları cennette istedikleri yerde uçarlar. Bunlar kılıç şehidleridir. Muhabbet şehidlerine gelince bunların cesetleri ve ruhları bir yeşil kuşun içindedir. Bu da onlardandır Ya Ömer”

İşte Allah yolunda, Allah’da fani olmak suretiyle ölenlerin mükâfatı budur. Allah yoluna canımızı feda etmeye bakalım. Din için mücadele etmekten çekinir, gerektiğinde canımızı vermekten korkarsak kâfirler bize galip olur.
Bir çoban, aslanların ve kurtların olduğu bir vadide sürünün başında uyursa, onun yerine aslanlar, kurtlar çobanlık eder. İşte biz bu uyuyan çoban gibi olduk. Allah (Celle Celaluhu) bizi uyandırsın.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
”Ey iman edenler size öyle bir kazanç göstereyim mi ki, sizi acıklı bir azabtan kurtarıversin.”(saf suresi:10)

Düşmanların bizim dinimize saldırmasından daha büyük bir azab-ı elim mi var? Çocuğun gözünün önünde namaz kılmaz. Bundan daha büyük azab-ı elim olur mu?

“Allah’a(celle Celaluhu) ve resulüne iman edip mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihat ederseniz. Bu sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz.”(saf suresi:11)

Cihat, İslamın en üstün noktası olduğundan dolayı bu mertebeye ulaşanlar, dünyadaki cihat etme şan ve şereflerinin yanında cennete de en yüksek dereceleri elde edeceklerdir. Onlar her iki dünyada da yüce kişilerdir.

Eğer böyle yaparsanız ne olur biliyor musunuz?
“Allah(celle Celaluhu) günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere adn cennetlerindeki güzel ve hoş saraylara koyar. İşte bu en büyük kurtuluştur.”(Saf suresi:12)

“Başka (bir müjde daha ) var ki onu seveceksiniz. Allah’dan bir zafer ve yakın bir fetihtir. Ve müminlere müjdele”(Saf suresi:13)

Ya Rabbi! Okumasını, dinlemesini nasip ettiğin gibi tatbikini de nasip eyle. Bu nimetlere mazhar olmak en büyük saadettir.

Mevla Teala Hazretleri ders ayetlerimizde evvela sabır ve namazla kendisinden yardım istenilmesini tavsiye edip arkasından da fisebilillah muharebede şehid olan kimselerin bedenleri itibariyle ölüler iseler de, hakiki hayat itibariyle diri olduklarını buyurdu. Şimdi de sabredilmesi lazım gelen bazı bela ve musibetlerle, kullarını imtihan edeceğini beyan etmek üzere şöyle buyurdu:

“Vallahi elbette biz, sizi biraz (düşman) korku(su), biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden (yana) eksiltmekle imtihan edeceğiz. Ve (Ey Habibim!) sabredenleri çok müjdele.”

Yani Mevla buyuruyor ki: “Size imtihan eden kimsenin muamelesi gibi muamele edeceğim. Böylece sizin nasıl bir kul olduğunuz ortaya çıkacak.”
MUSA VE HIZIR ALEYHİSSELAMIN KISSASI
İmtihan hakkında Kur’an-ı Azimüşşan’da çok ayetler vardır. Onlardan birkaçını verelim:

“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle, sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz”(Muhammed suresi:31)

Nasıl bir kimse olduğunuz meydana çıksın. Ben imtihan etmeden de sizi biliyorum ama imtihan ettikten sonra herkes tarafından da doğrudan doğruya görülüp bilinmesini istiyorum.

“Ey iman edenler! Allah(u- Teala) sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avlama ile (onu yasak ederek) imtihan eder ki gizlice (kimsenin görmediği yerde), gerçekten kendisinden kimin korktuğunu bilsin (yani onları meydana çıkarsın) artık bundan sonra, kim sınırı aşarsa onun için elim bir azab vardır.”(Maide:94)

Giyimlerimiz imtihandır, evlerimizin şekilleri imtihandır, düğünlerimiz imtihandır, cenazelerimiz imtihandır. Bütün islamiyetin her şeyi tepeden kılana kadar hepsi imtihandır. Eğer Allah’dan korkarsanız anlaşılıyor ki siz Allah’a iman ediyorsunuz. Eğer iman ediyorsanız Allah’ı bilmişsiniz demektir. Allah’ı bilende anlaşılır ki okumuş ve okutulmuştur yoksa o kişi meşe ağacı gibidir.

“Biz insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini imtihan edelim diye yeryüzündeki her şeyi kendisine mahsus bir zinet yaptık.”(Kehf suresi:7)

“O öyle yüce bir Allah’dır ki hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Mevla ziyade izzet sahibi ve çok bağışlayandır.”(Mülk suresi:2)

Yanından bir araba geçerken imtihandasın, hem almak için hırsa kapılıyor musun? Bir mağazanın yanından geçerken de imtihandasın? Vitrindeki küfür kıyafetlerine heves ediyor musun? Bir bahçeli evin yanından geçerken de imtihandasın. Hemen öyle her evinin olmasını istiyor musun? Ruhumuz bedenimizden ayrıldığı vakit cesedimizi nereye yatıracaklar? Bunu unutmayalım.

Bir korkulu durum mu oldu? İmtihandasın.
Paran mı gitti? İmtihandasın.
Bir dostumuz, bir akrabamız, bir yakınımız, bir komşumuz mu öldü? İmtihandayız.
Mallarımızı sel mi kapladı? İmtihandayız.
Bir kıtlık veya bir afetle meyvelerimiz mı vermedi? İmtihandayız.

Hemen o zaman Musa Aleyhisselam ile Hızır Aleyhisselamın kıssasını hatırlayalım:

Rivayete göre Firavun ve kabilesinin helakından sonra Cenab-ı Hak Musa (aleyhisselam)’a ben-i İsrail’in üzerlerine inen Allah’ın (celle Celaluhu) nimetlerinden anlatmasını emretti.

Musa(aleyhisselam)’da beliğ yani açık bir vaaz etti. O zaman ben-i israilden birisi sordu: “Ya Musa yeryüzünde en iyi bilen kimdir?” Hazreti Musa (aleyhisselam)’da “Benim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak Musa (aleyhisselam)’a vahyetti ki: “Ya Musa! Mecmaal Bahreyn (iki denizin toplandığı) denilen yerde bir kulum vardır ki senden daha âlimdir”

Mevla Teala Hızır (aleyhisselam)’ ın daha âlim olduğunu bildirince Musa (aleyhisselam) onu nasıl bulacağını sorar. Cenab-ı Hak’ta zenbiline tuzlu bir balık koymasını onu nerede kaybederse Hızır (aleyhisselam)’ı orada bulacağını beyan eder.

Musa (aleyhisselam) buyurulduğu üzere tuzlu bir balık aldı zenbiline koydu. Biraz da yiyecek koydu. Talebesi Yuşa (aleyhisselam)ile yola çıktı. Ve O’na dedi ki:“Balığı nerede kaybedersek bana haber ver”
Ne zaman ki Mecmaal Bahreyn denilen yere ulaştılar istirahat için orada biraz oturdular. Musa (aleyhisselam) bir taşı yastık ederek yattı. Orada ab-ı hayat vardı.Ondan balığa isabet edince balık canlandı zembilin içinden çıkıp denize atladı.
Bu hadiseyi Musa (Aleyhisselam) ın talebesi gördü fakat Musa (Aleyhisselam) a söylemeyi unuttu. Hazreti Musa kalkınca yola devam ettiler. Ertesi gün kuşluk vaktine kadar yürüdüler. Musa (Aleyhisselam) talebesine dedi ki:”Kuşluk yiyeceğimizi getir. Biz bu yolculuğumuz da muhakkak ki yorgunluğa uğradık.”
O zaman talebesi:”Gördün mü? O mecmaal bahreyn denilen yerde kayaya çıktığımız vakit balığa garip bir hadise oldu. Ben bunu sana söylemeyi unuttum. Balık orada canlandı, denize atladı. Acayip bir şekilde geçti gitti.”
Musa (Aleyhisselam) bunu duyunca ”İşte bizim aradığımız yer orasıdır” dedi. Hemen izleri üzerine uyarak geri döndüler.

Orada Hızır (Aleyhisselam) ı buldular. Musa (Aleyhisselam) selam verdi ve :”Sana öğretilen ilimden bana öğretmen için geldim.” dedi.
Bunun üzerine Hızır (Aleyhisselam): ”Sen benimle beraber sabra kadir olamazsın. Benden zuhurunu göreceğin şeylerin zahirine bakarak itiraz edersin. Hikmetinden haberdar olmadığın bir hadiseye nasıl sabredebilirsin” dedi.
Hazreti Musa da:”İnşallah beni sabredicilerden bulacaksın, sana karşı hiçbir itirazda bulunmayacağım, hiçbir emirde asi olmayacağım.” diye cevap verdi.
Hızır (Aleyhisselam) da buyurdu ki:”Eğer bana tabi olacaksan ben sana haber verinceye kadar bana birşey sorma”

Beraberce yürümeye başladılar. Deniz kenarında bir gemi gidiyordu. Geminin sahibi bunları ücretsiz olarak gemiye aldı. Biraz gittikten sonra Hızır (Aleyhisselam) gemiyi deldi. Musa (Aleyhisselam) buna dayanamadı: ”Ücretsiz olarak bizi gemilerine alan bir kavim, boğulsunlar için mi gemiyi deldin? Doğrusu sen kötü bir iş yaptın” dedi.
Hızır (Aleyhisselam) bu itiraza karşı: ”Ben sana demedim mi ki sen, benimle beraber sabra takat getiremezsin.”
Musa (Aleyhisselam) hemen vermiş olduğu sözü hatırladı:”Unuttuğum şeyle beni muaheze etme, gafletimden dolayı beni mazur gör de işimde bana güçlük çıkarma (yani şu ilim tahsilinden geri kalmayayım).” diyerek özür diledi.
Sonra yine yürüdüler. Bir takım çocuklara rastladılar. Hızır (Aleyhisselam) bu çocuklardan birisini öldürdü. Bu hadiseyi gören Hazreti Musa, Hızır (Aleyhisselam) a hitaben:”Kimseyi öldürmediği halde sen tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Muhakkak ki pek kötü bir iş yapmış oldun.”dedi.
Hızır (Aleyhisselam) gene:”Ben sana demedim mi ki sen, benimle beraber sabredemezsin.” diye ihtarda bulundu.
Bu ihtar üzerine Musa (Aleyhisselam):”Bundan sonra eğer birşeyden daha sorarsam benimle arkadaşlık etme. Zira benim tarafımdan özre ulaşmış oldun” dedi.
Sonra tekrar yürüdüler. Bir belde ahalisine varınca onlardan yemek istediler. O memleket halkı ise onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmaya meyilli bir duvara rastladılar. Hızır (Aleyhisselam) onu hemen doğrultuverdi. Hızır (Aleyhisselam) ın bu yaptığı da Hazreti Musa’nın garibine gitti de ”Onlar bize yemek vermediler, misafir etmediler, isteseydin onlardan bu iş için ücret alabilirdin. Niye bunu bedava yaptın.” diye üçüncü kez itirazda bulundu.
Hızır (Aleyhisselam):”İşte bu, benim ile senin aramızın ayrılışıdır. Şimdi sana, sabretmeye kadir olamadığı şeylerin manasını haber vereyim”

Gemi denizde çalışan bir takım fakirlere ait idi. Ben onu kusurlu yapmak istedim. Zira onların ötesinde her sağlam gemiyi sahiplerinin elinden alan zorba bir melik vardı. Ben onu delmekle kusurlu yaptım, böyle zalim hükümdarın onu ellerinden almasına mani oldum.
Oğlana gelince: Babası ile annesi iki mümin idiler. Biz o çocuğun, anne ve babasını azgınlığa sürüklemesinden ve küfre düşürmesinden korktuk. Eğer o çocuk buluğa erseydi, kâfir olacak ve ebediyyen yanacaktı. O hale gelmeden onu öldürdük. İstedik ki Rableri, onlara o öldürülen çocuktan daha temizini ve hayırlısını ve merhametçe daha yakınını versin.
Duvara gelince: O, şehirdeki iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da salih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar büyüsünler, büluğa ulaşsınlar definelerini kendi elleriyle çıkarsınlar.
Eğer o duvar yıkılsaydı onun altındaki hazineyi bu beldenin insanları yağma edeceklerdi. Onun için o duvarı düzelttim. Bu işleri ben kendi reyimle yapmadım. Rabbim bana emretti bende yaptım. İşte bu beyan olunanlar sabrına takat getiremediğin işlerin tevili (açıklaması) dır.

Bu kıssada çok büyük ibretler vardır. Müslümanın başına ne bela gelirse o, müslümanın büyük zararlardan kurtulmasına vesile oluyor. Geminin tahtasını koparmak sebebiyle gemiyi ayıplaması, koca geminin kurtulmasına vesile olduğu gibi. Yani Allah Teala Hazretleri kullarına zarar vermez fakat zarar suretinde bir muamele eder o kadar.

Geminin tahtasının koparılması görünüşte yüzde yüz zarar fakat hakikatte ise kardır. Çocuğun öldürülmesi görünüşte zarar, hakikatte kardır. Size kötülük eden bir kimseye kızdığınız da biraz akıllı olun. Musa (Aleyhisselam) bizi misafir etmeyenlerin duvarını niçin tamir ediyorsun diye kızmıştı. Neticeyi kıssada gördünüz.
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif anı seyreyler
Görelim Mevla neyler
Neylerse güzel eyler
Hiç bir cüz’i şer yoktur ki külli bir hayrı koltuğuna almasın.İşte evi yandı buna benzer, çocuğu öldü buna benzer, sana ne olsa buna benzer.Ama sende iman varsa eğer.İman yoksa bu işler cazadır.İman varsa mükafattır.

(Ders Ayeti)
”(Habibim! O sabredicilere müjdele) ki onlar, kendilerine bir musibet (bela) geldiğinde:’Muhakkak biz (dünyada) Allah’ın (teslim olmuş kullarıy)ız. Ve biz (ahirette de) ancak ona dönücüleriz’ derler.”

Her mümin dünyada bazı belalara giriftar olabilir. Ancak bunda nice hikmetler bulunduğunu, verilen nimetin alınanda kat kat fazla olduğunu düşünmek lazımdır ve demelidir ki:”Verende O’dur, alan O’dur, Ben de nihayet O’nun huzuruna varacağım”

Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) annemizden şöyle bir rivayet vardır:Diyor ki:”Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğunu işittim:
”Şüphesiz biz Allah içiniz ve biz ancak O’na döneceğiz. Allah’ım! Bu musibetim de mükâfatlandır. Ve O’nun yerine bana daha hayırlısını nasib et.” derse mutlaka Allah Teala, musibetinden dolayı onu mükâfatlandırır. Ve yerine daha hayırlısını nasib eder.
Ümmü Seleme validemiz devamla:”Kocam vefat edince Rasulullah’ın bana emrettiği gibi dedim. Allah-u Teala Hazretleri de kocamın yerine bana daha hayırlı olan Rasulullah’ı nasib etti de beni ona aile etti.” buyurdu.

Cenab-ı Hak dersimizin son ayeti kerimesinde musibetlere sabredenlerin mükâfatını beyan ediyor:
”İşte onlar (teslimiyet gösterip, istirca edenler yok mu?) Rableri tarafından salât (mağfiret, tazim ve medh-ü sena) lar ve büyük bir rahmet (lütuf ve ihsan hep) onların üzerinedir. Ve işte onlar hidayete (her doğru gerçeğe) erenlerin ta kendileridir.

Muazzam bir ders. Cenab-ı Hak cümlemize tesirlerini nasib etsin… Âmin.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.