Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

76. MEKTUP

0 90
76. MEKTUP
•           Kılıç Han’a yazılmıştır
•           Terakkinin verâ’ ve takvâya bağlı olduğu; mubahların faz­lasını terk ve bununla ilgili meseleler
                Allah Sübhânehû, gözü kaymaktan korunmuş; Cenab-ı Hak dı­şında bir şeyle ilgilenmekten korunmuş olan Beşeriyetin Efendisi (s.a.v.) hürmetine, sizi lekeleyen, kirleten ve itibarınızı zedeleyen za­rarlı şeylerden korusun.
                Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Bir de peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının” (Haşr: 6)
                O halde kurtuluş iki şeye bağlıdır: Emirlere sarılmak, yasaklar­dan kaçınmak! Bu iki husustan daha önemli olanı verâ’ ve takvâ diye tabir edilen ikinci kısımdır.
                Resûlullah’ın (s.a.v.) yanında bir adamın ibadetinden ve ibadetteki üstün gayretinden; başka bir kişinin de takvâsından (haramlardan uzak durmasından) söz edildi. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hiçbir şeyi ria’ya denk tutma.”1 Ria’ ile kastedilen verâ’dır. Bir başka hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Dîninizin esası verâ’dır.” 2
                İnsanın meleklere üstünlük sağlaması ancak bu kısmı (verâ ve takvayı) gerçekleştirmesiyle mümkündür. Allah Teâlâ’ya yakınlık ba­samaklarında ilerlemek yine bu ikinci kısma dahildir. Çünkü melekler birinci kısımda yani Allah’ın emirlerine sarılma noktasında insanlarla ortaktırlar. Ancak onlarda yükselme yoktur. Bu yüzden verâ ve takva kısmına riayet etmek İslam’ın en fazla önem verdiği hususlardan ve dînin vazgeçilmez kabul ettiği esaslardandır.
                Temeli haramlardan kaçınmak olan bu kısımda titiz davranabilmek, ancak mubahların fazlasından uzak durup zaruri olanlarıyla yetinilmesi durumunda en kâmil şekliyle mümkün olabilir. Mubahları işleme konu­sunda nefsin dizginleri gevşek tutulursa nefis şüpheli olan şeylere saldı­rır. Şüpheli olan ise haram olana yakındır. Ve “kim korunun (yasak bölgenin) etrafında dolanırsa içine (yasak alana) girmesi an meselesidir.” 1
                O halde anlaşılıyor ki, gerçek anlamda bir takva ve verâ derece­sine ulaşabilmek için mutlaka mubahların zaruret miktarı ile yetin­mek gerekir. Mubahları gerektiği kadar kullanmakta da kulluk vazi­felerini yerine getirmek için kuvvet elde etmek niyeti şart koşulmuş­tur. Yoksa bu kadarı bile vebaldir. Çünkü bunun azı, çok hükmünde­dir (azını yapmak, çoğunu yapmak gibidir).
                Zarurî olmayan mubahlardan tamamıyla kaçınmak her zaman, özellikle de günümüzde zor olduğu için ve buna ulaşmak çok izzetli bir durum olduğundan dolayı haramlardan kaçınmalı. Mubahların fazlalık­larını işleme alanını mümkün olduğunca dar tutmalı. İşlenilen gereksiz mubahlardan dolayı pişman olup sürekli tevbe etmeli. Zorunlu olmayan mubahları işlemenin haramların alanına giriş kapısını açtığına inanarak bütün vakitlerde Allah Teâlâ’ya iltica edip yalvarmak gereklidir.
                Umulur ki bu pişmanlıklar, istiğfarlar, yöneliş ve yalvarmalar, mubahlardan kaçınmanın yerine geçer, onun yerini doldurur, zarar­larını ortadan kaldırır ve o zararlara karşı insanı korur.
                Büyüklerden biri şöyle demiştir: “Allah katında, âsî kulların boyun bükmesi, itaatkarların böbürlenmesinden daha sevimlidir.”
                Haramlardan kaçınmak iki kısımdır: Birincisi, Allah Sübhânehû ve Teâlâ’nın haklarıyla ilgilidir. İkincisi ise Kulların haklarıyla ilgili­dir. İkinci kısmı gözetmek birinci kısmı gözetmekten daha önemlidir. Çünkü Hak Sübhânehû mutlak zengindir ve merhamet edenlerin en merhametlisidir. Kullar ise fakir, muhtaç, cimri ve gerçekten bayağı­dır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
                “Üzerinde kardeşinin namus ve benzeri haklarından bir hakkı olan bu gün, dînar ve dirhemin bulunmadığı yere gelmeden önce helallik alsın. Eğer yararlı bir ameli varsa zulmü oranında kendisinden alınır, zulme uğrayana verilir. Eğer hiçbir iyiliği yoksa zulmettiği kişinin kötülüklerinden alınır kendisine yüklenir” 3.
                Resûlullah (s.a.v.) yine şöyle buyurmuştur: “Biliyor musunuz müflis kimdir?” Orada bulunanlar cevap verdiler: “Biz müflis diye ne parası (kârı) ne de eşyası (sermeyesi) olmayan kişiye deriz.” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ümmetimden iflas eden o kişidir ki kıyamet günii namazıyla, orucuyla ve zekatıyla gelir. Ancak dünyada iken falana sövmüş, fila­na iftira atmış, onun parasını yemiş, bunun kanını akıtmış, falanı dövmüştür. O kişinin sevapları hak sahiplerine dağıtılır. Üzerindeki haklar bitmeden sevapları tükenirse onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Sonra da cehen­neme atılır.” 4Resûlullah’ın (s.a.v.) söylediği elbette ki doğrudur
                Övgüye layık gayretinizi ifade ve çalışmalarınıza teşekkür sade­dinde deriz ki: Bu zamanda Lahor beldesinde bulunmanız ve oradaki çalışmalarınız sayesinde Şeriat hükümlerinin bir çoğu uygulanmak­tadır. Burada din güçlenmekte ve ümmet ilerlemektedir.
                Bu fakire göre diğer Hint beldelerine nisbetle bu beldenin yeri, diğer insanlara göre Kutbu’l-İrşad’ın (İrşad Kutbu olan en büyük ve­lînin) yeri gibidir. Bu beldenin hayrı ve bereketi tüm Hint beldelerine sirâyet etmiştir. Orada bir gelişme olduğunda o gelişmenin aynısı her yerde gerçekleşmektedir. Allah Sübhânehû yardımcınız olsun.
                Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Ümmetimden bir topluluk hak üzere olmaya devam edecektir. Onları terk edenler onlara zarar ve­remeyecek, Allah ‘ın emri gelinceye kadar onlar bu hallerini sürdürecektir. ” 5
                Marifetlerin Kaynağı, şeyhimiz ve efendimiz olan o büyük zat ile aranızdaki muhabbet bağı sağlam ve güçlü olunca bu kağıtları karalayıp birkaç satır yazarak bu muhabbet bağını tazelemeye çalıştım. Bundan fazlasını yazmak lafı uzatmak olur.
                Dualarımız, ihtiva eden bu mektubu getiren kişi sâlih bir insandır ve temiz bir soydandır. Zât-ı âlînize bir işi düşmüştür. Kendisinden, değerli teveccühünüzü esirgememenizi ve ihtiyacını gidermenizi umuyoruz.
                Allah Sübhânehû, Nebîsi Resülullah (s.a.v.) hürmetine sizi ve bizi hakîkî devletle ve ebedî saadetle rızıklandırsın.
1   Tirmizî, nr. 2519.
2   Eş-Şihâb, el-Müsned, nr. 40; Deylemî, el-Firdevs, nr. 6491.
3 Buharı, Zulm, 10, nr. 2449; Tirmizî, nr. 2419; Ebû Dâvud, nr. 3450; Ahmed, el- Müsned, nr. 10580; Taberânî, el-Evsat, nr. 1683; Tayâlisî, nr. 2421; Ebû Ya’lâ, Müsned, nr. 6508; îbnu Hibban, nr. 7361.
4 Müslim, Birr, 15, nr. 2581; Tirmizî, nr. 2418; Ahmed, el-Müsned, nr. 8016; Beyhakî, el-Kübra, nr. 11283; İbnu Hibbân, nr. 4411; Taberânî, el-Evsat, nr. 2778.
5 Yakın lafızlarla rivayeti için bk. Buhârî, i’tisam, 10, nr. 7311; Müslim, Cihad, 26, nr. 1920; Tirmizî, nr, 2229; Ahmed, el Müsned, nr. 14777; Dârimî nr. 2436.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.