Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 50. Sohbet

0 222

SOHBET- 50 HUD 52-57
–Lanet olsun böyle öğretim üyeliğine
–Şamil Basayev’e övgüler

Efendi Hazretleri 50. Sohbet
LANET OLSUN BÖYLE ÖĞRETİM ÜYELİĞİNE
(Ders Ayeti)
”Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin sonra ona tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi (neslinizi) çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ettiğiniz halde imandan yüz çevirmeyi.”
 
İstiğfar. Mevla Teala’dan günahların örtülmesi talebinde bulunmak demektir.
Afv: Bağışlamak, kusur ve günahlarını affetmek manasına gelmektedir.
 
Bu mübarek ayetler Hud (Aleyhisselam)ın kıssasını havidir. Peygamber’in kavmini istiğfar ile tövbeye davet etmiş olduğunu bildirmektedir. Peygamberler, nebiler böyle buyururlar. Onlar Allahu Teala’nın koymuş olduğu kaidelere göre hareket ederler, onlar şeytana uymazlar. Allahu Teala Hazretleri ne buyuruyor:
“Rabbinizden mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun ki o cennet, takva sahipleri için hazırlanmıştır”(Ali İmran 133)
 
Bir hadisi şerifte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Allah’a yemin ederim ki ben, her gün Allah (u Tealay)a yetmişten fazla tövbe ve istiğfar ederim.”
 
İnsanoğlunun illa Mevla Teala’dan mağfiret dilemesi lazımdır. Her an günahkâr olunabilir. İşlemek istenmese de insana günahı işletiyorlar.
 
Bir yolda yürüyorsun diyelim. Öyle olabiliyor ki, sen çarpmasan da bir araba gelip sana çarpıyor. Bunun misali günahkâr insanların da ibadet yolunda olan insanlara çarpıp onları günahkâr etmeleridir. İnsanların İslama karşı yumuşamaları için yatmadan evvel 27 ihlâs okunması emredilmişti, bu emri yerine getiriyorsunuzdur inşallah.
 
Millet diploma peşinde. Çoğu kimsede namaz yok, ramazanda dahi oruç yok, Allah demek yok, bu hallerden yüzbinde bir kişi müstesna. Biz, yüzbin kişinin bu halden müstesna olmasını istiyoruz, bir kişinin değil, bir çiçekle yaz gelir mi?
 
“Rab” denildi mi bir düşünelim. Bizleri iğnenin tepesi kadar küçüklükten vücudça 60-70 kilo oluncaya kadar büyüten, iman bakımından büyüten, İslam bakımından büyüten, huzur bakımından büyüten hep O’dur. İnsan tek bir yönle terbiye olmaz, insanoğlu çok yönden terbiye ister.
 
Bizlere yağmurları gönderen rabbimizdir, barajları dolduran Rabbimizdir. Rabbimiz su ihtiyacımızı barajsızda giderir. Hatırlarsanız geçen sene barajlar nasıl kurumuştu, çamurlu su ile abdest almak zorunda kalmıştık. Bu duruma düşmemize sebep olan edepsizlikler denen yapıldı?
 
Edirne’ye yakın bir yerde oturan bir şahıs: “Yağmur için Allah’a dua etmeyin” Koca kafa! Nankör insan! Bize suyu veren Allah’dır, onu insanoğluna yutturanda Allah’dır. Ne oluyor ise hep Mevla Teala’dandır. Cereyan temin edilmeye çalışılıyor, cereyan neden oluyor? ya sudan yahutta petrolden, peki suyu, petrolü kim yaratıyor? Dön dolaş varacağın merci Allah’dır. Milletin gırtlakları gümbür gümbür çalışıyor amma kalpleri çalışmıyor.
 
Siz bir kimseye yemek ikramında bulunsanız, fakat o, buna kıymet vermese, teşekkürde bulunmasa, ona kırılırsınız. Hâlbuki ona ikram ettiğiniz yemek sizin değil Allah’ındır.
 
Bir düşünün bakalım sizin yemeğiniz var mı? Mesela; yedirdiğimiz buğday ekmeğinin tohumları tarlada ekilir, biçilir, harman edilir, değirmenlerde un yapılır, fırınlarda ekmek haline getirilir, sonra da bakkallara dağıtılır. Bizde oralardan alır yeriz, diğer yiyeceklerde onun gibidir.
 
Şunu bilin ki, Mevla Teala’nın halkettiği (yarattığı), bizim için hazırlattığı yiyecekleri neredeyse bedava yiyoruz. Onun için bu günkü dersimiz istiğfar ile başladı. Tekrar ediyorum insanoğlu nankör! En azından hiç olmazsa “bütün bunları Rabbimiz yaptı” desinler. Ağızlarından “Rabbim” sözü çıksın.
 
Mevla Teala bir kudsi hadiste ne buyuruyor:
“(Kulum) Beni zikrettiğinde, ben onunla beraberim.”
 
Biz kimlerle beraber oluyoruz da Allahu Teala ile beraber olmuyoruz? Şu insan nelerle beraber olmaz, kimlerle beraber bulunmaz, yanından bir sinek uçsa, nereye konacağına daldırır, gider. Yani insan sinekle olurda Allahu Teala ile olmaz.
 
Bilerek çok cahillikler yapıyoruz, başkalarına cahil diyoruz ama biz onlardan aha cahiliz. İnsan düşünmeli tefekkür etmeli; Mevla Teala Abese suresinde şöyle buyuruyor:
 
“Bir de insan (yediği) yemeğe baksın (onu rızık olarak kendisine nasıl verdik)”
 
Kedi, köpek, deve diğer hayvanlarda yedikleri yemeğe bakıyorlar Kedi yemeğini yerken biraz gözünü yumar, sebebi ise kendisini yememiş, görmemiş gibi göstermek, nankörlük etmek içindir.
İnsan yemek yerken:“Bu yemek benim önüme gelinceye kadar ne ellerden geçti.” diye düşünmelidir. Bir çeşit yiyeceğe emeği geçen o kadar elleri kim yarattı? Kim bilir kimlerin elleriyle bahçelerde domatesler, biberler, patlıcanlar, salatalıklar, marullar, fasulyeler yetiştiriliyor.
 
Kim bilir kimin eliyle sapından koparılmış karpuzları, kavunları, dallarından toplanmış şeftalileri, kirazları, elmaları, armutları, dutları, erikleri, portakalları, mandalinaları yiyoruz.
 
Çilek çok nazik bir meyvedir, az bir darbe ile ezilebilir. Hem de bize gelinceye kadar onu birçok mahlûk yiyebilirdi. Onu kime kısmetse, o yiyinceye kadar kim muhafaza ediyor? Rabbimiz muhafaza ediyor. Hiçbir kedi, hiçbir köpek, hiçbir canlı ona yaklaşıp yiyemiyor. Rabbimizin muhafazasında o çilek, yemesi takdir edilen sahibini buluyor, ondan kısmeti olmayanlar ise sadece ona yan yan bakıyorlar.
 
“İnsan yediği yemeğe baksın” ayeti celilesinden murat bunları tefekkür etmektir.
 
Bu günkü dersimizde istiğfar ile emrolunduğumuzu öğreniyoruz. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Günde en az yetmiş kere istiğfar ederim.” buyurduğunu az önce söylemiştik. O, günahı olmadığı halde istiğfar ederse, bizler bunca günahlarımız varken ne kadar çok istiğfar etmemiz gerekir değil mi? Her gün yediğimiz yemeklere tefekkürle bakıp bir şükür dahi etmiyoruz.
 
Tekirdağ bölgesinde bir böcek türü peydah olmuş. Bu böcekler buğdayların sütünü emiyorlarmış. Sütü emilen buğday saman gibi oluyor, öğütülecek hiçbir yeri kalmıyormuş. Ben size demiyor muyum? Her şey Allahu Teala’dandır.
 
Mevla Teala tekdir, şeriki naziri yoktur. Rabbimiz bizi burada ördüğü gibi bütün insanları da görüyor. Ezanlar okunduğunda duyanların camiye gidip gitmediğini de görüyor. Ezan okunuyor, bir de bakıyorsunuz millet camiye gidecek yerde gürül gürül lokantalara, lahmacun salonlarına ya da evlerine yemek yemeğe gidiyorlar.
 
Yemek yenirken, meşrubat içilirken, islamda yalnız sağ el kullanılır. Fakat halk gayet rahat sol elini de kullanıyor. Kaşığın alt tarafından tutulması gerekirken, kimisi gâvurlar gibi alt tarafından tutar. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz adat-ı cahiliyye’yi yıkmaya geldi. Onlar ise bu hareketleriyle onu değil yıkmak, bilakis dikmiş oluyorlar. Küreği yanlış tutan bereketten mahrum kalır.
 
Sultan Mahmud’un padişahlığı zamanında bir fakir huzuruna çıkıp ondan para istedi. Sultan Mahmud da adamlarına:“Bu şahsı hazineye götürün, eline bir kürek verin, bir daldırışta oradan ne kadar alabilirse alsın.” diye emreder.
Emri üzerine fakir adam hazineye götürülür, eline bir kürek verilir. Lakin adam küreği doğru tutmasını bilmediğinden tersinden tutarak altınlara daldırır. Tabiî ki bu durumda kürekte bir tane altın kalmaz hepsi yere dökülür. Durum Sultan Mahmud’a bildirildiğinde: “Vermeyince Ma’bud, ne yapsın Sultan Mahmud” der.
 
Mevla Teala bir hadisi kudside şöyle buyuruyor:
“Ya Davud! Ben ziyade biliciyim, bileni severim.”
 
Sizler ilim sahibi oldunuz, Mevla Teala sizleri sever, sizlere kıymet verir. Dünyayı verseler birinizi feda edemem, sizler öylesine değerlisiniz. Bu haliniz Mevla Teala’nın size olan fazlındandır. Bunu böyle biliniz.
 
Mevla Teala Sure-i Yunus’ta şöyle buyuruyor:
“De ki: Allah’ın ihsanıyla ve rahmetiyle, ancak bununla ferahlansınlar. Bu onların toplamakta olduklarından (dünya menfaatinden) daha hayırlıdır.”(Ayet 58)
 
Allah’ın fazlı rahmeti olmasaydı, sizler dini ilmi tahsil edemezdiniz. Bir Hatice nine vardı. Rüyasında görmüş ki, Mahmud, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in önünde durmuş büyük bir kitap okuyor. Şimdi Mahmud, böyle bir rüyada görüldü diye böbürlense doğru olur mu? Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i kim gönderdi? Tabi Mevla gönderdi. Mevla’nın göndermesiyle olunca bu ilmi, Mevla’nın fazlı keremiyle almış olduk. Hocalarımızdan, şeyhlerimizden aldığımız ilimler de bu kabildendir.
 
Hepiniz söz verin bana, kendiniz açık saçık şeyler giymediğiniz gibi çocuklarınıza da giydirmeyeceksiniz. Yavrunuz henüz bir aylık bebek dahi olsa, onun da kıyafeti İslami olmalı.
 
Sizlere dünyanın en kıymetlileri olduğunuzu söylemiştim. (sözünüzü tutun) Bana yalan söyletmiş olmayın. Bazı ana babalar “yavrum daha küçük hevesini alsın derler.” Hevesi batsın! Heves alınacak diye domuz eti yenir mi? Bu da ona benzer.
 
“Ey ibadet olunmuş olan Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Sana hakkıyla ibadet edemedik.”
 
Ben aciz! “Mevla Teala’ya hakkıyla ibadet edemedik.” diyorum. Bilmiyorum sizler bu hususta ne diyorsunuz? Gözümüzü açalım, nefsin emirlerinden kaçalım. Dünyaya vaaz-u nasihat rahmetini saçmaya çalışalım. Günah işlememeye çok dikkat edelim. Bazı Müslüman kardeşlerimiz Hilton oteline yemek yemeğe gidiyorlarmış, eşkıya olan dahi gitmez oraya. Bu sözümü duyanlar “Bu hoca da çok saf.” diyeceklerdir.
Lakin bir düşünün! Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu gün hayatta olsaydı, Hilton oteline gider miydi? Gitmezdi. Hilton otelini inşa ettiren adam bir Amerikalıdır. Bu, Türkiye çin bir tuzaktır.
 
Dersimizin ayetinde geçen (midraran) kelimesi:“iri taneli ve birbiri akabinde yağan yağmur.”manasını ifade eder.
 
Bütün herkes günahlarından istiğfar etse o kadar çok yağmur yağar ki, her taraftan sular akar gider. İnsan su akışını sever. Akşam yağmur yağarken çıkan sesleri dinledim, çok güzeldi, çok hoştu. Vücudumuzun dörtte biri su olduğundan, suyu severiz.
 
Bizim memleketimizde ayağı veya kolu veya herhangi bir uzvu olmayana ‘mücrim’ derler. Dersimizin ayeti celilesinde asilikte bulunan kimseler ‘mücrim’ olarak adlandırıldılar. Demek ki insan gözü ile haram işlemiş ola sanki gözü çıkmış, lisanı ile yalan söylemiş olsa sanki dili kopmuş gibi olur.
 
Dersimize devam edelim.
(Ders ayeti)
“Onlar dediler ki. ‘Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz, senin sözünle ilahlarımızı terk etmeyiz ve biz, sana inanmayız.”
 
Nasıl ki, kavmi Hud (Aleyhisselam) ın sözlerine itibar etmedi ve O’nun sözlerini beyine olarak kabul etmedilerse, aynen onun gibi bugünün lise, üniversite okumuş, mastır yapmış, aydın diye adlandırılan Müslümanları da, medresede Kuran-ı Kerim tahsili yapmış hoca efendilerin, hoca hanımların sözlerine itibar etmiyor, onları beğenmiyorlar.
 
Rezil olduk Müslümanlar, rezil! Bir adam ki, benim Allahımı tanımaz, Kuranımı tanımaz, Resulünü tanımaz, ben gideceğim de o adamdan ders alacağım öyle mi?
Böyle öğretim görevlisi olacağım, hoca olacağım haa. Lanet olsun böyle öğretim üyeliğine, hocalığa. Bir ibarede şöyle gelir:
“Şu ilim dinin ta kendisidir, onu kimden aldığınıza bakın.”
 
Dersimizin ayeti celilesinde geçen (Bi-Tariki) ne kelimedir? Cemi müzekker salimdir. Bu Arapça ilmine erkekler pek sahip çıkmıyorlar. “Hoca efendi! Biz ilim öğrenmekle meşgul olursak rızkımızı kim temin edecek, ne yiyeceğiz?” diyorlar.
 
Memleketimizin her tarafından ısrarla bizden hoca isterler. Ne ortaokul, ne de lise diplomaları olmayan nice hocalarımızı oralara gönderdik. İslama hizmet ediyorlar diye gittikleri yerlerde bütün ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Şeriat ilmine sahip çıktıkları için, Avrupa kapılarına gidip mastır yapmadıkları halde onlara her çeşit imkânlar sağlanıyor.
 
Kayserili hocam derdi:“Bazıları okur, okur cahillikten kurtulur, ahmaklıktan kurtulamaz.” senin Kuranın seni Türkiye’de makbul bir insan edemez mi? Seni hiç doyuramaz mı? Ne diye ahmaklık ediyorsun? Milleti şu diploma hastalığından vazgeçirmeye çalışalım.
ŞAMİL BASAYEV’E ÖVGÜLER
Mevla Teala Sure-i Nur’un 55. ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Sizden iman edip de amel-i Salih işleyenlere, Allah(u Teala) şöyle vaad buyurdu: Yemin olsun ki, kendilerinden evvel gelen İsrail oğullarını, nasıl kafirlerin yerine getirdi ise, onları da kafirlerin arazisine getirecek (hakim kılacak) ve onlara, kendileri için dinlerini (islamı) kuvvetlendirip icra imkanı verecek, onları korkularının arkasından muhakkak emniyete kavuşturacak (Allah Müslümanların düşmanlarını helak edecektir) tir.
Böylece bana hiçbir şeyi ortak koşmayarak, hep bana ibadet edecekler, kim de bundan sonra nankörlük ederse, işte onlar asıl fasıklardır.”
 
(v’adallah) “Allah vaat etti.” de, orada dur! Zira Mevla Teala buyuruyor:
“Muhakkak Allah vaadinden caymaz.”
 
Sure-i Nurun bu ayet-i celilesini senelerden beri defalarca okumuşuzdur, lakin bu manasını düşünmemizdir.
 
Efendi Babam buyurdu ki:“Bir ayet-i celilenin manasını çözmek kadar tatlı bir şey yoktur.”
 
Ana babalar tefsir okuyan çocuklarının ne kadar güzel bir şeyle meşgul olduklarını anlamıyorlar. “Ayetlerin manalarını bilecekler de ne olacak” diyorlar. Babalar, analar geri kaldı, daha ileri gitti onlardan doğanlar. Çocuk anlıyor anası babası anlamıyor.
 
“Arifin kıymetini yine ol arif olanlar bilir,
Ehli ilmin rütbesini bilmez ehli intihar.”
 
Mevla Teala vaat etti. Kime? İman edip amel-i Salih işleyenlere. Amel imana bağlıdır,. İman kuvvetliyse, amel de kuvvetlidir. Zayıf ise, amel de zayıftır. Mevla Teala bu ayet-i kerimesinde şöyle buyurmuş oluyor:
 
“Ey kullarım! Sizler iki şeyi (iman ile amel-i salihi) bana temin edin, ben de üç şeyi size temin edeceğim.”
1- Sizleri yeryüzünde halife kılacağım
2- İslamı kuvvetlendirip, icra kuvveti vereceğim
3- (iç ve dış) korkulardan emniyet vereceğim.
 
Bunlar sizinle benim yapacağım işler değil, ancak Mevla Teala’nın yapacağı işlerdir. O verdi fetvayı, biz karışmayız. Biz ancak iki şartı yerine getirmeye çalışırız.
 
Umumi olarak Türk toplumunda iman ve amel-i Salih şartları var, fakat Mevla Teala’nın üç vaadi halen tam olarak yerine gelmemiştir neden? Kuran-ı Kerim’de ayet, ayeti tefsir eder. Sure-i Nur’un 55. ayet-i celilesinde geçen iman ile ameli salihin nasıl olması gerektiğini, sure-i Saff’ın 10, 11. ayeti celileleri beyan etmektedir. Şöyle ki:
”Ey iman edenler! Size öyle bir kazanç göstereyim mi ki sizleri acıklı bir azaptan kurtarıversin. Allah’a, peygamberine iman edersiniz.”
 
Ayet-i celilede Mevla Teala:“Ey iman edenler!” diye hitab ettikten sonra “iman ediniz” diye emir buyuruyor, bundan kasıt şudur: “Ey sureta iman edenler! Hakiki iman ediniz.”
 
Sureta olan iman ağır davaları kaldırmaz. Bu sebepten Mevla Teala’nın Sure-i Nur’daki üç vaadinin tahakkuku, iman ve amel-i salihin hakikate erişmesine bağlıdır. Dolayısıyla ayeti celile, şu manayı ifade eder.
“Allah sizden hakikaten iman edip, hakikaten amel-i Salih işleyenlere vaat etti.”
 
Zamanımızda Müslüman halkımıza devlet sektörleri tarafından Cuma namazı için dahi izin verilmiyor. Dini hürriyetimiz kısıtlı. İslam dini en büyük dindir. Bu dini muhafaza edecek, yaşatacak, büyük âlimler lazımdır.
 
Büyük âlimler nasıl olur? Büyük âlimler kenarlarda, köşelerde olmaz. Âlim olmak için muntazam bir tahsil devresi ister. Bu günkü düzenin adamları imam olmayı dahi, orta ve liseyi okumağa bağlı kıldılar.
Diğer ilimler okunurken şeriat ilmi gereği gibi alınamıyor, ondan yoksun kalınıyor. Olmaz! Olmaz azizim! Bu din ufacık bir engel kabul etmez. 17 sene başka ilimler okuyacaksınız sonra da din hocası olacaksınız, nerede?
 
Boğaz köprüsünü bir marangoz yapabilir miydi? Hayır! Onu, bu işden anlayan mühendisler yapabildiler. Şeriat da bir köprüdür. O kadar muazzam bir köprüdür ki, kâinat oradan geçecek, bunu hiç küçük hocalar becerebilir mi? Büyük âlimler yetiştirebilmek için büyük imkânlar lazımdır.
 
İstanbul’da Usul-ü Fıkıh kitabını okutabilecek birkaç hoca zor bulunur. Bu ve buna benzer kıymetli kitapları yazan aslanlar, ahirete intikal ettiler. Yazmış oldukları eserler de yavaş yavaş unutuluyor. Nitekim Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Allah(u Teala) kullarından ilmi çekip almaz, lakin âlimlerin canını almakla ilmi alır. Bir tek âlim kalmayıncaya kadar âlimleri çekince, insanlar kendilerine bir takım cahil reisler edinirler. Bütün müşkiller o cahil kimselere sorulur, onlar da bilgisiz fetva verirler böyle hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.”
 
Denizlerin suyu çekilse, balıklar ortada kalır, onları yemek için kargalar toplaşırlar.
 
Mevla Teala, iman edip amel-i salih işleyenleri dünyada halife kılacağını vaad etmişti. Bu ne demektir?
 
Mevla Teala dünyada zatı ile aşikâr olsaydı ne yapardı? Zina işleyenleri recmettirir, hırsızlık yapanın kolunu kestirir, adam öldürene kısas uygulardı. İşte bu; hükümlerin icrasını iman edip, salih amel işleyen kullarına bıraktı demektir.
 
İkinci olarak iç ve dış korkulardan emin kılacağını vaad buyurdu. Demek ki; Eğer iman ve amel-i salih herkeste olacak olsa, Amerikadan, Avrupa’dan, Rusya’dan korkmayacağız, iç düşmanlardan, PKK’dan, hırsızdan korkmayacağız, evlerimizde emniyet içerisinde yatabileceğiz ve dinimizi rahatlıkla yaşayabileceğiz. Peki, iman ve amel-i salih bizlerde yok mu? Var ama sureti…
 
Seneler önce İstanbul’a ilk geldiğimizde, Efendi Baba (Kuddise Sirrahu) nun yanında 4-5 kişi ile Hatm-i Hace okurduk. Bunu kendi camimizde yapamazdık. Arapça okutmak için çok zorluklar çektim. Hemen şikâyet ediyorlardı.
 
İzin vermiyorlar, ders vermemi kabul etmiyorlardı. O zamanlar bir çarşaflı kadın görüldüğünü gazeteciler haber alsa, çarşafı alaya alırlar, gazetelerde çarşaflı kadın karikatürleri yaparlardı. Sakal uzatanlara “keçi sakallı” derler, onlarla istihza ederlerdi. Efendi babam, ikide bir emniyete çağırılırdı, yaşlı, hasta, oralara gider saatlerce bekler, ifade verir, çok zahmetler çekerdi.
 
Günümüzde dini inançlarımızı icra imkânı eskiye nazaran daha geniş. Hanımlar çarşaflarını rahatlıkla giyebiliyor, erkekler sakal uzatabiliyor, sarık sarabiliyor, cübbe şalvar giyebiliyor (bir takım resmi müesseselerde çalışan müslüman kardeşlerimize izin verilmemekle beraber) Toplanıp ilmi müzakereler yapabiliyoruz. Bu neye işarettir? Sureta olan, imanımızın hakikate doğru ilerlediğine. Öyleyse imanımızı, amelimizi bir an önce hakikate ulaştırmak için çok çalışmalıyız.
 
İman amel-i salih neden surettir? bir kimse kalben iman etmiş olsa zahiren de şeriatı tatbik edici bulunsa, nefsinde bulunan dört kötü haslet (inkar, tuğyan, iba, münazaa) dan kurtulmadıkça, imanı ve amel-i salihi surette olur.
 
Bir mürşide intisap ederek, tarikat dersleri alan bir kimse, zikir, rabıta, murakabe ile kalp aynasının yüzünde bulunan masiva çalı çırpılarını, tozlarını silmeye çalışır. Eğer onları atabilirse bu onun tarikatte ilerlediğine işarettir.
 
masiva kalpten tamamen çıkartıldığında, bahsettiğimiz dört haslet izale edilmiş (giderilmiş) olur, o kalbe Mevla Teala’nın cemali parlar, buna hakikat denir.
 
Bakınız Çeçenler, iman ve amel-i salih davalarından samimi olduklarından, Mevla Teala onlarda vaadini gerçekleştiriyor. Çeçenlere 200 milyon nüfuslu Rus’a karşı direnme kuvveti ihsan ediyor. Zannediyor musunuz ki bu kuvvet Çeçenlilerden. Hayır! Mevla Teala’dan dır. Size buna dair bir ayet-i kerime okuyayım:
“Sonra Allah (u Teala) Resulü üzerine ve mü’minle üzerine sekinetini (kalplerinin huzur ve sükûn bulmasını) indirdi ve sizin görmediğiniz ordular indirdi de kâfir olanları muazzeb kıldı. İşte bu kâfirlerin cezasıdır.”(Tevbe 26)
 
Mevla Teala’nın bu ayeti kerimede buyurduğu: “Ve sizin görmediğiniz ordular indirdi.” Manevi ordulara karşı ne tanıklar, ne de tayyareler karşı durabilirler.
 
Sure-i Enfal’de şöyle bir ayeti celile vardır:
“Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik et, eğer sizden sabredici yirmi kişi olsa, iki yüz’e galip olurlar. Ve eğer sizden iki yüz kişi olsa, kâfir olanlardan bine galip gelirler. Çünkü onlar şüphe yok ki, hakkı anlamaz bir kavimdir.”(Ayet 65)
 
Evvelce Müslümanların sayısı az olması hasebi ile İslam askeri de azdı. Zamanla Müslümanların adedi arttı, İslamı müdafaa edecek erler çoğaldı, buna binaen Mevla Teala Müslümanlara kolaylık ihsan etti ve şu ayet-i celileyi inzal buyurmakla Müslümanların yükünü hafifletmiş oldu. Şöyle ki;
 
“Şimdi Allah (u Teala) sizden yükü hafifleştirdi ve bilmiştir ki, sizde muhakkak bir zaaf var, İmdi sizden sabredici yüz kişi bulunursa, iki yüze galip olurlar.
Ve eğer sizden bin kişi bulunursa, Allah (u Tealan) ın izniyle iki bine galebe ederler. Çünkü Allah (u Teala) sabredenlerle beraberdir.”(Ayet 66)
 
Çeçenistanın nüfusu birbuçuk milyon. Bu nüfusun içinde yaşlı dedeler, nineler, küçük çocuklar, hastalar var. Onların hepsinin beşyüz bin olduğunu kabul edecek olursak, savaşacak durumda olanlar ancak bir milyondur.
 
Rus ise ikiyüz milyon nüfuslu orduya sahip. Bu durumda bir Çeçenli asker kim bilir kaç Rus askerine karşı durmuş oluyor, bu mümkün mü? Mümkün oluyor işte! Ne ile? Mevla Teala’nın göndermiş olduğu görünmeyen orduların yardımıyla.
 
Ruslara: “Bu kadar az Çeçen askerini nasıl yenemiyorsunuz? Hayret!” diye sorulduğunda, diyorlarmışi: “Biz onlarla savaşmıyoruz ki, bizim önümüze nereden geldiğini anlamadığımız minare gibi uzun boylu, kuvvetli bir takım adamlar çıkıyor, bizi yenen asıl onlardır.”
 
Çeçenistanın büyük şehirlerini Rus aldı, onlar da dağa çekildiler. Baskınlar tertipleyerek Rus ordusunu yıpratıyorlar, onlara büyük zayiatlar verdiriyorlar. Çeçen komutanı Şamil Basayev ve mücahitleri Ruslardan binbeşyüz kişiyi esir aldı. Şamil ve diğer direnişçiler koca Rusya’yı sarstı.
 
Bosna ve Hersek Avrupa ülkeleri arasında. Tam bir Avrupa ülkesi gibi oluyordu ki, Mevla Teala oları uyarı kabilinden Sırpların saldırısına maruz bıraktı. Bu kendileri hakkında şer mi oldu? Hayır, mı oldu?
 
Yüce olan Allahu Teala buyuruyor.
“Cihad hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı. Bazen bir şeyi kerih görürsünüz, halbuki o şey sizin için bir hayırdır. Ve bazen bir şeyi seversiniz, hâlbuki o şey sizin için bir şerdir. Ve Allah bilir sizler ise bilemezsiniz.”(Bakara 216)
 
Bu savaş onlar hakkında hayırdır. Hiç ordusu yok iken ikiyüz bin kişilik bir ordu teşkil ettiler. Orduda bulunan herkes beş vakit namazını kılıyor, namaz kılmayanları orduya almıyorlar. Savaşta ölenler şehit oldular, kalanlarda gazi.
 
Bu acizin size tavsiyesi şudur: iman ve amel-i salihi suretten hakikate eriştirme meselesinde el ele verelim bunu tamamlayalım, tarikat derslerimizi yerinde ve zamanında yapalım.
Irakta savaş oluyorken, hanım kardeşlerimizden biri zuhuratında Nakşibendî (kuddise sirrahu) hazretlerini görmüş, buyurmuşlar ki: “Müridler derslerini güzel yapsınlar aksi halde Irak harbi Türkiye’ye de sıçrayabilir. Nitekim buyurduğu gibi oldu, pkk bir sıçrantıdır.
 
Tarikat dersleri pek düzenli yapılmıyor. Mevla Teala hatırıma bir usul getirdi, onun için istihare ettik çıktı. Bizde hemen onun tatbikine başladık. Riyadan Allahu Teala’ya sığınarak anlatayım:
 
Saat iki ile iki buçuk arası hocalar, talebeler hep beraber misafirhaneye geliyoruz. Teheccüd namazlarımızı kılıyor zikre oturuyoruz. İmsak vakti girince sabah namazının sünnetini kılıyor, olduğumuz yerde biraz uzanıp uyuyoruz. Sonra kalkıyor abdest alıp camide sabah namazının farzını kılıyoruz.
 
Daha sonra mektubat okuyoruz, işrak namazını kıldıktan sonra tekrar misafirhaneye gelip yine mektubat okuyoruz, onun ardından tarikat derslerimizi tamamlıyoruz.
 
Hanım hoca kardeşlerimizden de bu yiğitliği bekliyorum. Onlar da medresesinde aynen böyle yapsınlar. Aramıza sure-i Nur’un 55. ayeti kerimesinde bahsedilen vaadlere nail olacak kimseler katmaya çalışalım.
 
Türkiye, Hud (Aleyhisselam) ın kavminin misali, Allah ve Resulünün sözlerine itibar etmeyen, cahilane hallerine devam edegelen adamlarla dopdolu. Bu şahıslardan biri belki içimizden birinin babası, belki birimizin amcası, belki de kardeşi, ya da oğlu veya yeğenidir.
Hud Aleyhisselam’ın kavminin, Hud (Aleyhisselam) a olan sözlerinin devamını ve peygamberlerin de onlara karşı vermiş olduğu cevabı beyan etmek üzere Mevla Teala şöyle buyuruyor:
 
(Ders ayeti)
“Ancak şunu söyleriz ki, ilahlarımıza sövdüğünden, onların bazısı, muhakkak seni bir fenalıkla çarpmıştır. Hud (Aleyhisselam):’İşte ben Allah’I şahit tutuyorum ve siz de şahit olun ki, ben (Allahtan başka) ona koştuğunuz ortakların hiç birini tanımıyorum, onlardan biriyim. (Ayet 54) Bir olan Allah’ın Resulüne bu sözleri nasıl söyleyebildiler, ne büyük cüret.
 
(Ders ayeti)
“Ondan başka, artık hepiniz toplanın, bana istediğiniz tuzağı kurun, sonra bir an bile müsaade etmeyin. Doğrusu ben, hem benim rabbim, hem de sizin rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Hareket eden hiçbir varlık yoktur ki, idare ve tasarrufunu O tutmasın, benim Rabbim, gerçekten doğru bir yol üzerinedir.”
 
Ne hayran olunacak iman değil mi? Nasıl güveniyor Allah’a? Şu dünyada çok işler oldu. Mevla Teala kötü işleri yapmaktan pak eylesin bizleri.
 
(Ders ayeti)
“Şimdi imandan yüz çevirirseniz (tebliğde ileri gitmeyin) Ben size gönderilmiş olduğum tebliğ vazifemi yaptım, rabbim sizin yerinize diğer bir kavmi getirir de, siz ona zerrece zarar edemezsiniz. Muhakkak ki Rabbim, her şey üzerine koruyucu ve gözetleyicidir.”
 
İşte ey Müslümanlar! Biz de, bize indirileni insanlara duyurmamız lazım, aksi halde mesul olacağız.
 
İmam-ı Şafi (Rahimehullah) uykusu geldiğinde, uykusunu gidermek için çok uğraşırmış ve: “Nasıl uyuyayım? Uyuyamam ki, bu vakitleri telef edemem ki” dermiş. Uyuyoruz, uyuyoruz zannediyoruz ki, büyüyoruz.
 
“İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanacaklardır.”
 
İki türlü ölmek vardır. Biri ruhun bedenden çıkmasıyla olur, diğeri ise, kişinin Mevla Teala’da fani olmasıyla olur. Fena fillah demek: Allahu Teala’nın razı olduğu, beğendiği şeylerde fani olmak demektir, yani hep onun sevdiklerini sevmek, onun sevdiği kişiye sevgili olmaktır. (Mektubat 1/97)
 
Ayeti celilede geçen (Hafîzun) kelimesinin manası: gözetleyici, murakıp demektir.
 
Seyidi şerif Cürcani (Kuddise Sirrahu) Sure-i Rad’ın 33.üncü ayeti celilesinin murakabeye delalet ettiğini buyurur. Şöyle ki:
“Böyle herkesin iyi veya kötü bütün yaptığına gözcü olan Allah’a küfredilir, ortak koşulur mu?”
 
Nefis insana fena fişşeyh, fena firresul, fena fillah gibi işleri imkânsız ve zor olarak gösterir ve der ki:“Hocanın anlattıkları halleri kazanmak mümkün değildir.” Nefsimizi dinlememeliyiz. Zikirler, az uyumaklar insana başlangıçta belki zor gelir, amma sonra Allahu Teala’nın yardımıyla her şey kolaylaşır.
 
Üstadım Ali Haydar (Kuddise Sirrahu) teheccüd namazını kılmak için kalkmakta zorlanan bir ihvanın evine gece misafirliğine gitmişti. Efendi Babam teheccüde kalktığında ev sahibi zorlanarak kalkmış, beraberce namaz kılmışlar, zikre oturmuşlar.
Lakin ev sahibi bir türlü duramıyormuş, sanki dünyanın tüm ağırlıkları üstüne konmuşçasına yatmak uyumak istiyormuş. Derken kendisine zuhuratta:
“Artık şüphe yok ki, çetinlikle beraber bir kolaylık vardır. Hakikaten her zorlukta bir kolaylık vardır.”(İnşirah 5-6)
Ayeti celilesi okunuyor, ondan sonra teheccüd için kalkmakta zorlanmamaya başlıyor. Onun bu hali zamanla onun malı oluyor.
 
Sizlere teheccüde kalkmak ne kadar zor geliyorsa, evliyaullaha da uyumak o kadar zor gelir.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.