Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 53. Sohbet

0 646
  • CİLT:2 – SOHBET:53 – DERS AYETİ:Ahzab 41-43

Not:  Bu sohbet Akyazı’da, Gazi Süleyman Paşa Camiinde yapılmıştır.

Efendi Hazretleri 53. Sohbet

(DERS AYETİ)

 

“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, O’nu sabah, akşam tesbih edin (yüceltin).”

Sure-i Zariyat’ta şöyle buyrulur:

 

”Ben, insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”

Cemaat-ı Müslimin! İhvan-ı Din! Bizler Rabbimizi bilmek için yaratıldık, dünyaya onun için geldik. Hepimiz her zaman Allah-u Teala’nın yardımına muhtacız. Peki, Allah-u Teala bize ne zaman yardım edecek? Biz ne zaman ona yardım ederek oda bize yardım edecektir.

 

Ayet-i celilede buyrulduğu üzere:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allaha yardım ederseniz, Allah’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Sure-i Muhammed:7)

 

Evvela bilmek, sonra inanmak. Bilmeden iman olmuyor, insan Mevla Teala’yı bildikçe islamiyete hizmeti daha çok artar, iman kuvvetleştikçe amel-i salih o nisbette kuvvetleşir. Bu amel-i salih’in en büyük imdatçısı da tarikat-ı âliyedir. İnşallah biraz bu konuya temas edeceğiz. Tarikat-ı Aliyyenin salikleri derslerini ihmal ettikçe, tarikat sahipsiz kalmış olur. Tarikat düşmanları tarafından zedelenir, saldırılara uğrar.

 

 

Bir düstur vardır:

“Vadi boş kalınca, tilki orada vali olur.”

Vadiler boş kalınca tilki der ki “Buraların valisi benim.”

İşte arkadaşlar, tarikata sahip olunmaz, inkarcı tilkiler istedikleri gibi etrafta dolaşıp, şeriata ve tarikata dil uzatırlar. Bizim müslümanlar kendilerine ve davalarına sahip değiller. Allah’ım bizi bu gafletten uyandırsın, kendimize getirsin.

 

 

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) Efendimiz bir gün Sa’d (Radıyallahü Anh) Hazretlerine: “Sen hanımınla yabancı bir erkeği görsen ne yaparsın?” diye sorduğunda,

Sa’d (Radıyallahü Anh): “Ben karımla yabancı bir erkeği görsem ona kılıcın sırtını değil ağzını vururum.(Yani onu öldürürüm) “dedi. Onun bu kıskançlığına herkesin şaştığını anlayan peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurdu. “Sa’dın kıskanmasına hayretimi ediyorsunuz? Ben ondan daha kıskancım. Allah hepimizden daha kıskançtır.”

 

İnsanın namusuna tecavüze kalkılınca, eğer o insan müslüman ise kıyametleri koparır, gökleri yere, yerleri göğe indirip çıkarır. Bu zamanda böyle kıskançlık nerede?. Birbirlerinin karılarına gidecek, değiş tokuş yapacak kadar ileri gidenler var.

 

Böyle adamlar olursa hanımların namusları ayaklar altına alınır. Bunun gibi tembel tarikatçılar olursa tabii ki tarikatı inkâr ediciler, onların yanında tarikatın aleyhine konuşurlar. Bizimkilerde güler geçer, ona hiç müdahale etmezler. Allah-u Teala böyle olmaktan muhafaza eylesin.

 

Biz dinimize sahip olsaydık bu inkârcı tilkiler, bu vadilerde böyle dolaşmazlardı. Gelin arkadaşlar uyanalım, tövbe edelim şeriatımıza, tarikatımıza sahip olalım. Namusumuzdan daha mühimdir, Şeriatımız, tarikatımız daha mühim değil midir size soruyorum? Neden mühimdir? Çünkü biz şeriat ve tarikat sayesinde adam olduk, bunlar sayesinde namus nedir, aile nedir bildik, öyle değil mi arkadaşlar?

 

Dinimizden, tarikatımızdan daha sevgili hiç bir şeyimiz olmamalı. Onun âşıklısı olmak lazım. Düşmanımıza aman vermemeli, fırsat vermemeli, dil uzattırmamalıyız.

Şimdiki müslümanlar gazete okumaktan, televizyon seyretmekten fırsat bulamıyorlar ki, Kuran-ı Kerimi okusunlar, tarikat-ı aliyyemizle ilgili kitaplarla meşgul olsunlar da bilgi sahibi olsunlar, münkirlerine cevap verebilsinler.

 

Gazete ile televizyon ile din olmaz, bazı islamcı gazeteler hadi neyse onlar müstesnadırlar. Nerede uyanık, şuurlu müslümanlar? Ah zavallı müslümanlar kendilerine malik değiller ki, din düşmanlarına, tarikat düşmanlarına cevap versinler.

 

Bir semtin kenar bir mahallesinde garip görünümlü bir ev olsa da oraya bir hırsız girmeye kalksa, o esnada bir köpek havlasa o hırsız oraya girebilir mi?“Her halde burada birileri var” diyerek giremez.

Dikkat edelim arkadaşlar biraz daha gayretli olalım. Ak yazılılar biraz dikkatli amma yinede tam değil, Akyazılılardan biraz daha dikkat istiyorum. Bir gün bu dünyadan gideceğiz. Her şeyi, ne kazandığımızı veya neyi kaybettiğimizi iyi anlayacağız, amma ne fayda var, öyle sonunda uyanmaktan? Ölmeden evvel bu işleri düzeltelim.

 

Niçin bizim şeriat ve tarikatımıza dil uzatılsın ki, bilgisizlikten ve tembellikten oluyor hep bunlar. Bilgisizlikten ve tembellikten insana hayır gelmez, bunun cezası var arkadaşlar. Tarihe bakalım, bizim gibi olanlara neler olmuş? Kur’an-ı Kerim anlatıyor, tarihler yazıyor neler olduğunu.

Gazete nedir de ona bu kadar çok bakıyorsun? Televizyon başında ömrünü tüketiyorsun, senin okuyacak Kur’an-ı Kerimin yok mu? Sahih-i Buharin, Mektubatın yok mu?

 

Tembel adamlar sürüye kurt sokar, sürüyü perişan eder, açalım gözümüzü cemaat-ı müslimin yoksa açarlar gözümüzü amma çok pahalıya mal olur. Bu mektepler yok mu, bunlar neslimizi dininden etti, tarihinden atasından, dedesinden kopardı.

 

Bunların çoğu dinin aleyhinde çalışıyorlar, amma bu millet de, bunların diploması yüzünden susuyor, ses çıkarmıyor. Bizde, bu din düşmanlığı yapan mekteplere olan hayranlığımız sürdükçe, çocuklarımız onların kapılarında, yollarında süründürdükçe, başımıza gelmeyecek belalar kalmaz.

 

Benim çocukluğumda bizim köyde, bir hocanın evinde düğün olmuştu. Kadın erkek el ele tutuşmuş ovnamışlardı. Düşüne biliyor musunuz bunlar bir hocanın evinde olmuştu. Sonra, biz şer’i ilimleri okuduk, kürsülere çıkmağa başladık, böylece o kötü adetler, düğünler kaybolmaya başladı.

Demek ki ilim bir yere girerse orayı ışıklandırır, yanlışlıkları düzeltir. Demek ki medreseler açıldıkça, ilim ehli çoğaldıkça, daha önce boş kalan ve tilkilerin, çakalların dolaştığı bu vadilerde şeriat hakim olur. Belki o tilkiler adam olur, onlarda hidayet bulur.

 

Arapça okunmalıdır, eskiden olduğu gibi medreseler açılmalıdır., midenin kölesi olmaktan, şeytana kul olmaktan kurtulmalı, tövbe etmeli bu insanlar. Bu mekteplere neden rağbet ediyoruz? Diploma için, bu mideler için değil mi? Allah2ın rızası var mı? Yok.

Oralarda Allah ve Onun Peygamberi öğretiliyor mu? Yok. Ama bana kızılır ve denir ki:“Hoca sen ne diyorsun? Bizim midemiz zil çalıyor.” Öyle mi? Şimdi size acizane bir iki şey öğreteyim.

İnsanda iki mide vardır, biri bedenin midesi, biri ruhun midesi. Ruhların midesi aç dura dura bayıldı gitti. Ne bağırıyor, nede zil çalıyor.., Mesela ben acıkmasam, midem zil çalmaz değil mi? Mutfaktan bir şey alıp yemem, ama acıkırsam midem zil çalar ve bana yemek aratır. Bunun gibi şeriat ve tarikat açlığı hissedilmez oldu.

 

Nasıl hissedilmez oldu cemaat-ı müslimin biliyor musunuz. Ruhun gıdasını midesine vermeye, o bayıldı gitti, koma haline geldi de onda. Komaya düşen yemek ister mi? Onu ne yaparız? Zorla, serumla, iğne ile ayıltmaya çalışırız değil mi?

 

İstanbul’da bir semt vardır. Kurtuluş semti bilirsiniz. Bilki kurtulmamış aslında. Kim dedi kurtulmuş! İşte orada Yahova şahitleri propaganda yapıyorlar, Yahudiler ve masonlar ortalıkta istedikleri gibi geziniyorlar.

 

Bir çok insan sapıttı, islama düşman oldu, neden? Çünkü o vadilerde, kurtuluş’ta müslümanlar meydanı boş bıraktılar, onlar uyuduklarından yerlerini yahova şahitleri kaptı. Orada bizim Trabzonlulardan birisi ve ailesi yahovacı oldu. Sonra, bizim hoca hanımlardan biri orada bir kız Kur’an Medresesi açtı. Oralarda okutmalar, sohbetler başlayınca Yahova ve şahitlerinin hüküm kalmadı, orayı terk ettiler. Yani Kurtuluş vadisi şenlendi, tilkiler kalmadı.

 

Yahova ahitlerinin sesi şimdi Kadıköy’den çıkıyor. Ah o Kadıköylüler şimdi uykuda! Kulakları gaflet pamukları ile tıkalı, gözleri manevi perdeli. Dedim ki: “Orayla da ilgilenin.” İnşallah ilgilenecekler.

İşte ey müslümanlar! Şimdi tarikatın ve şeriatın aleyhine atanlar, havlayanlar o sahaları boş buldukları için böyle oluyor. Hâlbuki oralarda çalışılsa, oradakiler muhakkak kurtulacaklar. Daha ne kadar şeriat ve tarikatımıza dil uzattıracağız? Mevlamıza, yüzümüz ak olarak gidemeyiz bakın haberiniz olsun.

 

Bir ayeti celilede şöyle buyruluyor:

“İşler ancak Allah’a döndürülür.” (Bakara 210)

 

Bir başka ayet-i celilede ise şöyle buyrulur:

“Ancak Allah’a haşrolunacaksınız.” (Ali İmran 158)

Mutlaka Mevla’mızın huzuruna çıkacağız. Nasıl? Hem de dosyamız boynumuzda asılı olarak çıkacağız. Ayıp olmayacak mı cemaati müslimin? Ne şeraitimize, ne de tarikatımıza sahip olduk. Tarikatın münkirlerini bırakınız biz de adeta onlar gibi olduk.

Ah bu mektepler var ya! Çocuklarımızı bu mekteplere verdikçe bu hallere düştük. Onsekiz sene, yirmi sene insanı meşgul ediyor. Neticede ne var? Bir diploma. “Sen büyük adam oldun hadi güle güle” deniyor.

 

İş yok, maaş yok, bir şey yok, ne oluyor? Adam kaldırım mühendisi oluyor. Bir tahsil sırasında talebe biri saniye boş zaman bulamıyor ki, Kur’an nedir? Din nedir? Bakabilsin.

Mekteplilerden birine, tanıdığım olduğu için rahat konuştum ona: “Sen mekteplerde bu kadar seneler okudun değil mi? Eğer ailenden kelime-i şehadet öğrendinse öğrendin. Bunlar sana bir kelime-i tevhid, bir kelime-i şehadet olsun öğretirler miydi?” dedim.

 

O: “Siz ne diyorsunuz? Var olanı da aldılar.” Demesin mi… Gözümüzü açmak bu şetden kaçmak lazım. Bu işlerden tövbe edelim, vazgeçelim. Çocuklarımız tefsir, hadis okusunlar, Arapça okusunlar ve kurtulsunlar.

 

Bizim amcaoğlu İstanbul’un Sağmalcılar semtinde medrese hocasıdır. Ona birisi oğlunu hafızlık ve Arapça için getiriyor: “Bu size teslim” diyor. 6 ay sonra ise gelip çocuğuna diyor ki: “Yavrum seni yanlış yere vermişim, seni buradan alıp ortaokula vereceğim.” Babasının bu sözlerinden sonra çocuk okumaktan soğuyor, babası alıp götürüyor.

 

Böyle bir tanesinin yüzünden Allahu Teâlâ dünyayı tar-u mar eder, başımıza yıkar. Ahirette pişman olacaksınız, keşke bu çocukların babası olmasaydım, bunları orta mektepte değil de Kuran-ı Kerim medresesinde okutsaydım diye pişman olacaksınız ama neye yarar.

Şeriat da tarikat da gitti elden, lafla şeriat, tarikat olmaz, bizde ise bu işler son derece azdır, belki de yok denecek dereceye geldi, yani dini ilimlere rağbet yok gibi bir şey, bu iyi bir hal değil cemaat-i müslimin.

Bakınız Mevla Teala, ayet-i kerimeleri işitip de gereğini yapmayanlara Sure-i Secde’de ne buyuruyor:

“Rabbisinin ayetleri zikrolunup da, sonra ondan dönen kimseden daha zalim kim var? Biz mücrimlerden muhakkak intikamımızı alacağız.” (Ayet 22)

 

Ayetleri duydu, yattı yere uyudu, hiçbir değişiklik olmadı. Ondan daha zalim kim olabilir? Sure-i Kehf’de de şöyle buyruluyor:

 

“Rabbisinin ayetleriyle vaaz olunup da, ondan yüz çeviren ve ellerinin takdim ettiği isyanları unutan kimseden daha zalim kim var? Hakikaten biz, anlamasınlar diye onların kalpleri üzerine perdeler ve kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları hidayete davet edersen, bu takdirde yine ebediyyen hidayette olamazlar.

Gelin tövbe edelim. Şeriat ve tarikat vadilerine sahip olalım. Bizden sonra yerimize geçecek hayırlı evlatlar yetiştirelim, akrep yetiştirmeyelim. Siz şimdi dersiniz ki: “Yahu hoca efendi! Çocuklarımıza akrep diyorsun olur mu?” Bu sorunuza cevaben sizlere Sure-i Enfal’de bir ayet-i celile okuyacağım, şöyle ki:

“Allah katında yerde yürüyen hayvanların en kötüsü anlamayan ve kabul etmeyen, sağırlar ve dilsizlerdir.” (Ayet 22)

Siyeceksiniz ki: “Tamam hoca bizim aklımız var, bak hoca efendi aklımız yerinde, akşam olunca kendi evimizden başkasının evine gitmiyoruz, gözümüz görüyor, dilimiz de dönüyor konuşuyoruz.” Peki siz öyle deyin, ben de size sorayım. Bu gözlerden, bu kulaklardan başka gözler kulaklar var onlardan haberiniz var mı?

Cemaati Müslimin! Her insanda dört tane göz var, ikisi kafada, ikisi kalptedir. İki tane de kulak var; ikisi kafada, ikisi kalpteki kulaklardır. Ayetteki mana: “Kalbinin gözü kör, kalbini kulağı sağır, kalbinin aklı çalışmıyor.” Demektir. Şimdi bu ayet-i kerime bizi içine aldı mı almadı mı? Aldıysa Cenab-ı Hak bizi kurtarsın, bizi uyandırsın. Ah cemaati Müslimin, ah cemaati Müslimin!

Evet, size yine bildiğiniz bir ayeti celile okuyacağım, bilmediğiniz bir ayet-i celile değil. Bakınız Sure-i Ahzab’da ne buyruluyor:

“Sizi karanlıktan (küfür yollarından) aydınlığa (imana) çıkarmak için sizin üzerinize melekleriyle rahmet eden O’dur. O, müminlere çok merhametlidir.” (Ayet 43)

Güneş doğduğu vakitte ortalığı aydınlatır, iğnenin tepesi kadar bir yer güneşsiz kalmaz, karanlık hep aydınlanır. Güneş bizim lambamıza mı benzer? Tabii ki hayır! Ama hangi evin pencereleri, kapası kapalı ve perdeli ise, güneş orayı aydınlatmaz. Kabahat güneşte mi? Güneş dışarıda bekliyor.“Açın içeriyi aydınlatayım” diyor.

İşte unutmayın her insanın kalbi bir evdir, beytullahtır yani Allah’ın evidir. Onun da penceresi, kapısı var. Mevla Teala’nın nuru geliyor kapının, pencerenin dışı parlıyor, ilahi nur var fakat penceresini, kapısını açan yok.

Mesela buraya geldik, Niyazi isimli birisinin kapısını çaldık, bekledik açan yok, nerede bu adam? Öğreniyoruz ki yaylaya gitmiş. Ne yapacak orada? Nefsinin keyfini yapacak. Niyazi kapıyı açmıyor çünkü evde değil.

 

Peki, kalbin kapısı, penceresi nasıl açılır? Zikirle. Kul zikredince kalbin kapısı, penceresi açılıyor, Mevla Teala’nın nuru o zaman içeri girip kalbi aydınlatıyor, o zaman karanlıklar hep gidiyor, kalbin içi Mevla Teala’nın nuru ile parlıyor. Kapanırsa yine karanlık olur.

O halde ayeti kerimenin manasını şöyle anlayacağız, Mevla Teala buyurmak diliyor ki: “Ey kullarım! Her vakit kalbinizin penceresi, kapısı açık olsun, benim nurum her zaman kalbinize girip orayı aydınlatsın.” Yani beni çok zikrediniz, ben nerede zikrediliyorsam benim nurum cemalim oradadır.

Bu güneş şimde bize parladı, altı saat evvel dünyanın öbür tarafını parlatıyordu ama Mevla Teala buyuruyor ki: “ben her zaman hazırım, öyle arkada, önde de değilim ama sizler benden gafilsiniz. Benim nurumun parlamadığı zaman yoktur, sizler kalbinizin kapısını, penceresini kapalı tutuyorsunuz bundan dolayı benden habersiz oluyorsunuz.”

Cemaat-i Müslimin! Şeriatı tamamlamazsanız, tarikat derslerinizi yapmazsanız, tarikatınız tamam olmazsa, şeriatınız da tamam olmaz. Şeriat ve tarikat ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır.

Arkadaşlar! Cemaatle bir vakit namaz kılmayı kaçırsanız o miktar kalbinize bir karanlık gelir. Tarikatlı olanlardan bir kimse derslerinden bir tanesini yapmamış olsa veya noksan etse, o miktar ibadetlerine ağırlık, karanlık gelir yani böylesine etkiler. Mesele anlaşılmıştır.

Bir şey daha var. Kalbin iki kapısı var, birinde melek, birinde şeytan bekler. Melek tarafındaki kapı açılınca oradan içeriye ilhamlar, feyizler, bereketler girer. Zakir zikretmediği takdirde şeytan tarafındaki kapı açılıyor ve şeytan içeriye hortumunu sokuyor, zift serpiyor. Zift öyle bir şeydir ki, yerinden kolay kolay kopmaz. Onu yerinden ayırmak için çok uğraşmak lazım. Tarikatımıza iyi çalışalım. Gayretimiz, dikkatimiz inkarcıları korkutsun. Ya inansın, ya da kaçsın gitsin. Konuşmasınlar.

 

Bir şey daha var! Beş vakit namazı cemaatle kılalım, Hüseyin Efendi gibi imam nerede bulacaksınız? Ayrılmayın onun peşinden. Bakınız şalvarı, cübbesi, sakalı, sarığı var.

İmamlık kolay iş değildir arkadaşlar! Bazıları: “İmamlar gerdan şişiricilerdir.” Derler. Onların yerine mihraba geçin de görün gerdan mı şişiriyorlar, gerdan mı indiriyorlar? Tabii bunu layıkıyla yapanlar için diyorum.

Beş vakit namazı sarıklı, sakallı, şalvarlı kıldıranın peşinden ayrılmayın. Siz de onun gibi sarıklı, sakallı, şalvarlı olun.

Biz böyle deyince hemen birileri: “Ben hoca mıyım? Ben neden sarık sarayım?” der. Atarlar kafadan böyle fetvaları. Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hepimizin sarıklı, sakallı olmamızı istiyor, ondan haberiniz var mı? Yok.

Şu da var ki, hoca olanın sarığı biraz daha büyük, cemaatinki biraz daha küçük olacak. Sarığı güzel sarmalıdır. Sizin şahsınızda millet sarığı ve İslamiyeti sevmeli, kendimizi güzel göstermek için değil tabi.

Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, birisinin sarığını söktü aldı başından ve kendisi eliyle sardı sonra da: “Sarık böyle sarılır” dedi. İnsanlara sarık sarmak zor geliyor, her şeyin kolayına ve ucuzuna talip oluyorlar.

 

Rahmetli babam derdi ki: “Ders zor olmazsa, sen zorluk çekmezsen ne kıymeti var?”

Elbette sarık sararken zorlanacaksınız, bezen sıcaklayacaksınız, bazen terleyeceksiniz, bazen başınız ağrıyacak o zaman kıymetli olacak. Zor olan, nefse zor gelen şeylerin kıymeti var. Sen de her şeye rağmen onu taşıyacaksın ki, kıymetli olsun. Size sarık hakkında bir hadis-i şerif okuyayım. İbn-i Abbas (Radıyallahu anh) dan rivayet edildiğine göre Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Sarık, müminin vakarı, Arab’ın izzetidir. Araplar sarığı yere koyduğunda izzet ve şereflerini terk etmiş olacaklardır.”(Deylemi 3/88, No 4247)

Ey cemaati Müslimin! Bu millet sarığı indirdi, Allah’u Teâlâ da bizi yere koydu. Osmanlı’nın izzeti gibi olan izzeti bizden aldı. Hatta öyle hale geldik ki, bu milletin bir çoğu kendilerini o kâfirlerden aşağı görmeye başladılar. Biz Avrupalıyız, Avrupa medenidir demeğe başladılar. Herşeyi onlardan bilmeye başladılar.

 

Arkadaşlar! Bu rezilliktir, etmeyelim, ecdadımıza benzeyelim, sarığımıza, sakalımıza, çarşaf ve şalvarımıza yani dinimize tam dönelim. Sarık bidayette, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında Müslüman ile kafirin arasını ayırırdı. Bu gün de, bir insan Müslüman olmayan bir diyarda bulunsa, bir sarıklı görse ne der: “İşte bir Müslüman, çünkü başında sarık var.”

Sakın bu hoca “Sarık sarmayanlara kafir dedi.” Demeyin. Öyle demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Sarık bizim izzetimiz, vakarımızdır. Sarıklılar itibar görüyor, onlara saygı duyuluyor. Kafirler kendilerine benzeyenlerden korkmuyorlar, sarıklılardan korkuyorlar.

Bu millet ata ve ecdadına benzemesin diye neler yapıyorlar, görüyorsunuz. Televizyonların bütün derdi, bu millet İslami bir şey duymasın, ecdadına özenmesin, heveslenmesin diye ne kadar gayret gösteriyorlar. Sen, biz ne yaptık? Oturduk, yattık bir şey yaptığımız yok.

Arkadaşlar kapı kpaı gezip milleti uyandırmamız lazım, yoksa ahretimiz harabolur. Rabbim hepinizden razı olsun! Sırat-ı Müstakimden ayırmasın. Rabbim, Çeçenistan’a, Bosna’ya acilen yardım etsin, memleketimizi de onlar gibi olmaktan muhafaza etsin. Amin.

kaynak : (camkinoz efendi)

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.