Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 25. Sohbet

0 328

AKLI MAAD VE AKLI MAAŞ
Dersimizin Ayetlerine başlayalım.
”Görmedin mi? muhakkak Allah (-u Teala) hazretleri gökten suyu indirir, onu yeryüzündeki gözelere indirir, sonra o su sebebiyle renkleri çeşitli olan ekinleri çıkarır sonra (o ekinler) kurur da artık sen onu sararmış görürsün. Daha sonrada artık onu ezilmiş, kurumuş ve saman olmuş yapar.Muhakkak bunda akıl sahipleri için elbette bir vaaz vardır.”

Cenab-ı Hak Celle ve Ala Hazretleri ayaet-i celileye “Görmedin mi?” buyurarak başladı.
“Görmedin mi?” buyurmaktan maksat: Niçin Allah’ını bilmiyorsun?” demektir. Herkes yağmur yağdığını görüyor, ama hiç aldırış eden olmuyor; bu iyiliğin ancak Mevla Teala tarafından olduğunu düşünmüyor, Mevla Teala’ya saygı göstermiyor.

“Allah(-u Teala Hazretleri), semadan suyu indirdi, bunu görmedin mi?” demek, hala insan olmayacak mısınız? Hala dünya meşgalelerini bırakıp ahirete yönelmeyecek misiniz? Bu iyiliği ancak Allah-u Teala Hazretlerinin yaptığını hala takdir etmeyecek misiniz? demektir.

Dünya’nın neresinde olursa olsun, oranın bütün halkı bir araya gelse, yağmur yağdırmaları mümkün değildir. Allah-u Teala Hazretleri toprağı yarattı. Hepsine çeşit çeşit hususiyetler verdi. Bazı bölgelerdeki topraklarda hububatın daha iyi yetişme kabiliyeti vardır. Bazı yerlerde sebze, bazı yerlerde çay, fındık, bazı yerlerde zeytin, bazı yerlerde elma, armut, üzüm, bazı yerlerde turunçgiller yetişir.
Allah Celle ve Ala Hazretleri gökten yağmuru yağdırarak mahsulün yetişmesine kabiliyeti olan toprağı canlandırır ve o toprakta o mahsulü bitirir, onları çeşit çeşit afatlardan muhafaza eder, biten mahsulleri de bize ulaştırır. Mesela elde edilen buğdaylar harman yapılır, ambarlara doldurulur, oradan değirmenlere gönderilir, öğütülür sonra da ekmek yapılır, yenilir.
Yüce Allah En’am suresinde buyuruyor ki;
“Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler.”

İşte hakiki insan olmak isteyen, bütün bunları tefekkür etmeli, anlamalı, tesirlenmeli, Allah’ın kendisine emrettiklerini seve seve yapmalıdır. Kulluğu becermeye çalışmalı ve daima beceremediği düşüncesi içinde olmalıdır.

Bedir savaşında ashab-ı Kiram bol ganimet alıp selamete erdikten sonra bir araya gelip övündüler. Aralarında öldürdükleri, kâfirlerden bahsetmeye başladılar. Bunun üzerine Mevla Teala Enfal suresinin 17. ayet-i celilesini inzal buyurdu:
“Siz (Bedir’de o kâfirleri kendi kuvvetinizle) öldürmediniz. Lakin Allah (size yardım etmekle) onları öldürdü. (Ey Resulüm! Düşmanların üzerine bir avuç toprak) attığın zaman sen atmadın. Ancak Allah attı.”
Bedir savaşında Kureyş ordusunu karşısında gören efendimiz Allah’a dua etmiş ve yardım istemişti. O zaman Cebrail geldi de: ”Ya Resulullah! Bir avuç toprak al, onlara at.” Dedi. Resulullah Efendimiz bir avuç toprak alıp onların üzerine attı. Öyle ki bu topraktan onların gözüne, ağzına, burnuna bir şey girmedik kimse kalmadı.

Allah Celle ve Ala o bir avuç kumu müşriklerin üzerine habinin eliyle attırdı ve onlara isabet ettirdi. Cenab-ı Hakkın en sevdiği Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizdir. Birde kimde O’nun nişanı varsa o da sevilenlerdendir. O halde O’nun üzerimizdeki nişanlarını artırmaya çalışalım.

Maalesef zamanımızda O’nun nişanları gittikçe azalıyor. Onlar unutturuluyor, kafirlik nişanları arttırılıyor. Onların merasimleri yapılıyor.
Yeni yıl gecesi yaklaşıyor. Kimbilir neler olacak. Bizim bazı müslümanlarımızda hazırlanan tuzaklara düşeceklerdir. İslamla hiç alakası olmayan işler yapacaklardır. Güya da İsa (aleyhisselam) ın doğum günü.
Hayır öyle değil aslında bunların ne İsa (aleyhisselam) ı tanıdıkları var, ne Musa (aleyhisselam) ı tanıdıkları var. Onlar ancak nefislerinin istediklerini bilirler. Zamanımız çok yok.Ben kısa söylüyorum, siz uzunu anlayın.

Yağmurları yağdıran mahsulleri bitiren Mevla Teala’nın dediklerini dinle. O’nun yasak ettiklerinden kaç. O ne buyuruyorsa öyle yap. O’nun demediğini yapma. Sonra Mevla’ya olan sorumluluğunun altından çıkamazsın.

Şimdi ayetimize devam edelim.
Ey insan! Görmedin mi ki, muhakkak Allah-u Teala Hazretler gökten bu su indirdi de:
”Onu yeryüzündeki gözlere indirdi.”

Düşünün bir kere! Yerin altındaki o gözleri kim yarattı? Yağan yağmurları o gözlere kavuşturan yolları kim açtı? O membalardan suyu yeryüzüne kim çıkardı? O ırmakları, o akarsuları kim çeşitli yerlerden geçirerek göllere, denizlere ulaştırdı? Dünya kurulalı beri bu kadar seneler içerisinde yer yer susuzluk çekenlerin bu susuzluğunu kim giderdi?

Bu güne kadar icad edilen bütün fenler, bütün fabrikalar, bütün fabrikalarda imal edilen ürünler bir tarafa konulsa, bir bardak su öbür tarafa konulsa bir kimseye:”Dünya da hiç su yok ancak şu su var. Suyumu alırsın, icad edilen eşyayı mı alırsın?” dense elini bardağa uzatır. Herkes elini bardağa uzatır. Bununla beraber bütün icadların ilmi Allah’ındır. Onlara bunları keşfetme kabiliyetini de Allah veriyor.

İnsanın Allah’a olan görevlerinin yapılmadığı ve O’nun huzuruna çıkıldığında utanılacağı anlaşılıyor. İyi düşünelim. Tevbe istiğfar edelim. Bundan sonra istikamet üzere olmaya çalışalım.
Toprağın içinde türlü türlü sular akıyor: Maden suları, tatlı sular, sıcak sular, soğuk sular… Toprağın rengi, kokusu, içinde bulunan maddeleri hiç o sulara karışmıyor. Bunlar hep Mevla’nın fiilleridir. Sizi de, sizin her yaptığınızı da Mevla Teala yaratıyor. Sadece O’na kulluk edelim. Sana O’ndan başka kimse iyilik yapamaz ki ona kulluk yapasın. Hangi nimete nereden bakarsak bakalım, şükür hep Mevla’ya ait olacaktır.

”Sonra o su sebebiyle renkleri muhtelif ekinleri ve otları çıkarır.”

Yine bütün dünya insanı bir araya gelse topraktan bir ot dahi çıkarmaya kudreti yetmez.
”Muhakkak her şeyde O’nun birliğine delalet eden ayet vardır.”

Rabbimiz muhtelif renklerde mahsuller meydana getiriyor. Her birinin rengi ayrı ayrı insanı hayret içerisinde bırakıyor. O yağan yağmurlar sebebiyle yerden sarı, yeşil, kırmızı ve beyaz çiçekli rengârenk otları, ekinleri arpa, buğday, susam, mercimek gibi taneleri, taptaze mahsulleri bittiriyor, sonra onların hepsini kurutuyor.
”Sonra o ekinler ve otlar kururda artık sen onları sararmış görürsün.”

O güzel renklerden mahrum bir halde kalırlar.
”Ondan sonra da Cenab-ı Hak onları (o kadar yeşil ve taptaze olan rengârenk mahsulleri) ezilmiş ve kırılmış yapar.”

Hatta rüzgara mukavemet edemez ve savrulur.
”Muhakkak bu anlatılanlarda akıl sahbi olanlar için elbete büyk bir vaaz vardır.”

Şu otların ve ekinlerin halini gören akıl sahipleri kendilerininde onlar gibi olduğunu anlarlar. Ömür ne kadar uzun olursa olsun insan öyle bir zamana ulaşacaktır ki, benzi sararacak, kuvveti kesilecek, gençliği elden gidecektir. Bir günde, rüzgarın saman çöpünü savurduğu gibi ölümde o insanı ahirete savuracaktır.

İlahi sanata bakıp ibret alabilmek için akl-ı maad (ahiret aklı) sahibi olmak lazımdır. Zira peygamberlerin ve velilerin nasibi olan akl-ı maadın basireti (görüşü) keskindir. Birde dünyanın geçici lezzetlerine bakan, yiyip içme ve geçim yollarını düşünmeye yarayan akl-ı maaş vardır ki bu ilahi sanatı tefekkür etmekten acizdir. Onun idraki ancak zahire varır, batıni işlere geçmez. MevlaTeala cümlemizi aklı maad sahibi olanlardan eylesin.
KALBİN GENİŞLEMESİ VE DARLANMASI
Şimdi dersimizin ikinci ayeti kerimesine gelelim:
”O kimse ki Allah onun göğsünü islamiyet için genişletmiş, o Rabbinden bir nur üzere bulunmaktadır. O hiç kalpleri kararmış kimseler gibimidir? Artık Allah’ın zikrinden kalpleri kaskatı kesilmiş olanların vay haline. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler.”

Ayeti Kerimemizde iki yerde hazıf vardır. Şöyle ki: Ayetin evvelinde bulunan hemze, istifhamı inkaridir. Bu hemze-i istifhamdan sonra şu ibare mukadder olarak mevcuddur:”İnsanların hepsi mertebede müsavimidir? Değildir?” Bu cümlenin başında bulunan (fa) atıf harfidir.(men) ism-i mevsul olup mübteda makamındadır. İkinci mahfuz olan cümlemizde işte bu (men) in haberidir. O da;(ke men tabe’a ala kalbihi) cümlesidir.
Buna göre mana:
”Hakkı kabulde Allah’ın göğsünü açtığı kimse Allah’ın kalbini kapatıp da doğru yolu bulamayan kimse gibimidir? Elbete bu iki kimse birbirine eşit olmaz.”

Nur suresinin şu ayeti kerimesi buna ışık tutar:
”Her kim için ki Allah(-u Teala) bir nur nasib kılmamıştır, artık onun için nurdan bir şey yoktur.” (Nur 40)

Cenab-ı Hak bir kulunun kalbini genişlendirirse namaz kılmak ona ağır gelmez, zekat vermek ona ağır gelmez, hacca gitmek, oruç tutmak ona ağır gelmez.Din ile ilgili hiçbir hayır ona ağır gelmez.Ama Allah Celle ve Ala Hazretleri kimin kalbini genişlendirmezse islamiyetin en hafif meselesinden dahi ağırlanır.Cenab-ı Hak dar gönüllülükten muhafaza eylesin.

Mevla Teala inşirah suresinde:
”Biz senin göğsünü genişletmedik mi? Senden yükünü, ağırlığını indirmedik mi?” buyurmaktadır.
Sure-i TaHa’da da:
”Musa (aleyhüsselam) dedi ki: Ya Rabbi! Benim göğsümü genişlendir. Benim işimi kolaylaştır.” buyruluyor.

Her iki ayeti kerimede de göğsün şerh edilmesinin önemine işaret edilmektedir. En’am suresinde bir ayet-i celile daha var ki Allah’u Teala Hazretlerinin hidayetini murad ettiği kullarının göğsünü şerhettiğini bildirmektedir:
”Allah kime hidayet etmek isterse onun göğsünü islam için genişlendirir. Her kimi de delalete düşürmek dilerse onun göğsünü daraltır, sıkışmış bir hale getirir. Sanki zorla göğe yükselecekmiş gibi bulunur. İşte Allah, iman etmeyenlerin üzerine böylece pisliği sabit kılar.”

Ayrıca bu ayeti kerimeden anlaşılıyor ki: İnkârcıların imansızlıkları yüzünden kalpleri kirleniyor. O halde:
”La ilahe illallah kavliyle imanınızı yenileyiniz.” hadisi şerifince zikrullaha devam etmek lazımdır.

Gelelim ayetimize:
”Kalpleri katı olanlar için yazıklar olsun veya cehennemin derin yeri olan veyl olsun.”
Kalpleri neyden katı olanlar için?
”Allah’ın zikrinden.”

Burada iki türlü mana verilebilir. Eğer (men) harfi cer’i (min) manasında ise:”Zikrullahtan kalbi katılaştıranlar için yazıklar olsun.” demektir. Zikrullahtan kalbin katılaşması zikredip te zikrin edebine riayet edilmediğindenidir. Mevla Teala Hazretleri Bakara Suresinde buyuruyor ki:
”Onlar bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmederler.”

Bir de (min) harfi cer’i (an) manasında olabilir. O zaman mana:”Zikrullahtan uzak oldukları, zikretmedikleri için yazıklar olsun.” demek olur.
Şu halde her ikisinden de sakınalım. Hem zikrullahı, edebini terkederek yapmaktan, hem de zikrullahı bırakmaktan. Eğer zikir edep üzere yapılırsa o zaman kalb genişler, ibadetler kolaylaşır, şer olan şeylere, masiyetlere yönelinmez.
”İşte onlar apaçık bir delalettedirler.”

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin Risale-i Kudsiyyesinde bulunan şu beyit bu ayet-i celileyi izah etmekte kâfi bir delildir:
Eğer bin yıl dese Allah, bir salik
Muradı olmasa Allah-u Malik
Sevap asla verilmez belki halik
İsim maksud değildir belki Malik
”Eğer seyri sülük yapan tarikat yolcusu bin sene lisanı ile Allah, Allah dese de, kalbi ile bu lafza-ı celalden Zatı paki subhaniyeyi kastetmese o kimseye asla sevap verilmez ve o kişi helak olur.Yani vakitleri boşa giderde maksuduna ulaşamaz.Zira zikirde murad edilen isim değil, sahibidir.
Öyleyse ”Allah, Allah” dediğimiz vakitte o ismin sahibini murad edelim.

Mevla Teala Hazretleri zikrullahtan kalpleri katılaştıran kimselerin durumunu beyan ettikten sonra şimdi de Kuran’ı Kerim’in, Allah’tan korkanlar üzerindeki tesirini bildiriyor:

(Ders ayeti)
”Allah, sözlerin en güzeli olan Kuran-ı Kerim’i indirdi ki o ayetleri sağlam olmakla ve doğru olmakta birbirine benzeyen ve okumak suretiyle tekrarlanan ve tekrarlanılmaktan da asla usanılmayan bir kitabtır. Rabblerinden korkanların derileri ondan ürperir sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine karşı yumuşar. Bu Allah’ın hidayetidir ki onunla dilediği kulunu doğru yola sevkeder. Her kim ki Allah delalete düşürür artık onun için bir hidayet edici yoktur.”

Haberlerin en güzel, en doğrusu, en hatasızı Kur’an-ı Kerimdir.

Allah-u Teala Hazretleri beşeriyeti uyandırmak için, anlara saadet ve selamet yolunu göstermek için Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vasıtasıyla Kuran’ı Azimüşşanı ihsan buyurmuştur. En büyük rahmeti ilahiye budur. Bütün ilahi hükümleri cami olan (toplayan), umumi beşeriyete en mükemmel ictimai ve ahlaki vazifeleri bildiren böyle kudsi ve ulvi bir kitabı tasdik etmeyenler, hangi bir söze, hangi bir kitaba iman ederek saadete nail olabilirler? Bu mümkün değildir. Nitekim Mürselat Suresinde Mevla Teala Hazretleri:
”Artık bundan sonra (bu Kuran-ı inkâr edenler) hangi bir söze inanabilirler?” buyurmaktadır.

İşte bu yüce Kuranı Kerim, Rabblerinden korkanlar üzerinde öyle müessir bir kitabtır ki, ayetlerini işitince onların derileri ürperir, ayetleri huzuru kalp ile dinledikten sonra derileri ve kalpleri yumuşarda zikrullaha meylederler.

Azap ayetleri işitilince korku gelir, ürperme hâsıl olur. Sonra rahmet ayetleri okunduğunda vücudunu kaplayan bu ürperme yumuşaklığa döner. Enfal Suresinde mümin kulların vasıfları anlatılırken:
”Muhakkak müminler öyle kimselerdir ki, Allah (-u Teala) zikredildiği vakitte kalpleri titrer ve onlara Cenab-ı Hakkın ayetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve ancak Rablerine tevekkül ederler.” buyuruluyor.
”İşte bu evsafı zikrolunan Kuran-ı Azimüşşan Allah’ın hidayetidir. Onunla Allah dilediği kulunu doğru yola sevkeder.”

Allah (celle celaluhu) kullarına Kuran’da doğru yolu göstermektedir. Bu bakımdan Kuran’ı Kerime’ yapışanlar, onunla amel edenler, hidayete ererler.

”Her kimi de Allah delalete düşürürse artık onun içinde bir hidayet edici yoktur.”

Bir kimseyi Cenab-ı Hakkın delalete düşürmesi, kulun iradesini delalete sarfetmesiyle olur.
Hidayet ve delalet: Allah’ın halk etmesi (yaratması) ve kulların kesbiyle meydana gelir. Zira kul iradesini hidayete sarfederse Allah’u Teala Hazretleri hidayeti halkeder. Delalete sarfederse de delaleti halkeder.

Şimdi de Mevla Teala delalette kıldığı kimsenin azap karşısındaki durumunu beyan etmek üzere buyuruyor ki:

(Ders Ayeti)
”Kıyamet günü azabın en şiddetlisinden yüzünü kaçındıran (bu suretle kendini ateşten korumak isteyen) kimse, (o azabdan emin olan kimse gibi olur mu?)
O kâfirlere (cehennem zebanileri tarafından) şöyle denilir: Tadın (bakalım dünyada) kazandığınız şeyi (yaptıklarınızın cezasını).”

Ayetin başında istfiham hemzesinden sonra gelen gizli bir ibare vardır.(E küllünnasi sevaün) ”İnsanların hepsi müsavi midir? Elbette değildir.”

İnsan, dünyada on paralık arzulardan ve isteklerden sebep ahiretteki bu belaları davet ediyor. Hiç yüzü ateşe tutulacak ve cayır cayır yanacak olanlar ile Allah-u Teala Hazretlerinin cemaline bakacak olanlar bir olabilirler mi? Kıyame suresinde buyrulduğu üzere:
”O günde bir takım yüzler parıldayıcıdır. Rablerinin cemaline bakıcıdır.”

Müslüman kardeşlerim kendimize gelelim! Kendimize gelelim, günah işlemeyelim. Günah işlemenin en korkunç cezası başta Allah’ın rızasından uzak kalmaktır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.