Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Tasavvuf Nedir

0 1.144

Tasavvuf Nedir | Tasavvuf’u İnkar Edenlere Cevaplar

TASAVVUF

SORU: Tasavvuf mutlaka gerekli midir?

CEVAP: Evet, gereklidir. Çünkü:

(Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ) buyruluyor ayet-i kerimede… “Nefsini terbiye eden felâh bulacak; terbiye etmeyen mahvolacak, perişan olacak!” O zaman terbiye etmek mutlaka gerekli!..

Terbiye nerde oluyor?.. Torna tezgâhına mı sokacağız, marangoz hızarına mı vereceğiz?.. Hayır!.. Tekkeye gelecek, kötü huyları atacak, iyi huyları alacak, iyi insan olacak!.. O halde tasavvuf gerekli…

SORU: Tasavvufu, “Nafile ibadetlerin organize edilmiş bir şeklidir.” diye tanımlayabilir miyiz?

CEVAP: Hayır! Tasavvuf, nafile ibadetlerin organize edilmiş bir şekli değildir. Bazan nafile ibadeti bile bırakır mutasavvıf… Bizim büyüklerimiz diyor ki: “İnsana hizmet bahis konusu olduğu zaman, nafile ibadeti terkederiz. Çünkü, nafile ibadet insanın ferdî kazancıdır. Ama, başkasına hizmet topluma kazançtır; bunun sevabı çoktur.”

İbrâhim (AS) Kâbe’yi binâ ettiği zaman, dört köşesinde biner rekât namaz kılmış. Demiş ki:

“–İbadet ettim. Bunu beğendin mi yâ Rabbi?.. Sana yapabileceğim bundan daha sevgili bir ibadet var mı?..”

“–Evet yâ İbrâhim! Bir fakirin kursağında bir lokma ekmek…” buyurmuş.

Demek ki, şahsen sen ibadet ediyorsun, faydası sana… Ama başkasına faydalı bir şey yaptığın zaman, onun kıymeti daha yüksek oluyor, nafile ibadetten önce geliyor.

Onun için, tasavvufta hizmet esas olduğundan, hürmet esas olduğundan, böyle bir nafile ibadetlerin organize edilmiş şekli diyemeyiz. Aksine, gece gündüz çok nafile ibadet eden insanlar vardır, onlara âbid diyor mutasavvıflar… Ama âbidlik, tasavvufun aşağı mertebesidir. En aşağı mertebesi âbidlik mertebesi… Ondan sonra, zâhidlik mertebesi geliyor, ondan sonra âriflik mertebesi geliyor, ondan sonra aşık-ı sâdıkların mertebesi geliyor. Allah’ı seven, Allah tarafından sevilenlerin mertebesi… Yüksek mertebe bu oluyor.

SORU: Tasavvufta tebliğe bakış açısı nedir; misallerle açıklar mısınız?

CEVAP: Tebliğ demek; İslâmiyet’i birisine anlatmak, onun müslüman olmasını sağlamak… Tasavvufun en mühim faaliyetlerinden birisi budur. İrşâd ve tebliğ… Zâten tasavvufun büyüğü olan şeyhe, mürşid derler. Yâni, irşâd eden kimse…

Misâl istiyorsanız Yesevî dervişleridir, Horasan erenleridir. Horasan’ı bırakmışlar, bu diyarları müslüman etmişler. İslâm’ı bu diyarlara yaymışlar. Savaşmak gerektiği zaman savaşmışlar, anlatmak gerektiği zaman anlatmışlar, öğretmek gerektiği zaman öğretmişler.

Bizimkilerin prensibi şudur: Gündüz çalışmak, kazanmak, hizmet vs. Gece ibadet… Bu tarzda gayret göstermişlerdir. Biliyorsunuz İmam-ı Gazâlî tasavvufun meşhurlarından birisidir. Bir medresesi vardı; orada profesörlük yapıyordu, talebe yetiştiriyordu. Medresesinin karşısında da tekke vardı; orda da tasavvufî eğitim yapıyordu. Böyle olmuştur.

Bizim tasavvuf büyüklerinin çoğu, aynı zamanda büyük müderristir, profesördür. Meselâ, Mevlânâ Mevlana Mahmud Ustaosmanoğlu İlim adamıydı ,Hafızdı, Hocaydı, Müderristi. Celâleddîn-i Rûmî müderristi.İmam-ı Gazâlî müderristi. Sonra, Ankara’lı Hacı Bayrâm-ı Velî müderristi; şimdi müze olarak kullanılan medresede müderrislik yapıyordu. Ondan sonra tasavvufa intisab etti. Hepsi aynı zamanda öğretmendir, profesördür, ilimle meşgul olan insandır. Kur’an tefsiri yazmıştır, hadis kitabı yazmıştır, fıkıh kitabı yazmıştır. Dinde bilgili insanlardır, üstad insanlardır. Gerçekten deryâ gibi bilgisi olan insanlardır.

Yusuf-u Hemedânî Hazretleri –rivâyet ediliyor ki– doksanbin mecûsîyi müslüman etmiş. Kapı kapı gidermiş, İslâm’ı anlatırmış; mecûsîyi, ateşperesti İslâm’a çekermiş. Fuat Köprülü’nün İlk Mutasavvıflar isimli eserinde vardır Yusuf-u Hemedânî… Ahmed-i Yesevî Hazretleri’nin hocası oluyor.

Ahmed-i Yesevî Hazretleri de tarikatı ondan aldıktan sonra bütün Türkistan ve Sibirya bozkırlarındaki göçebelere, Türkçe konuşan kavimlere İslâm’ı yaymıştır.

Sonra, Çeştî Tarikatı Hindistan’a yaymıştır İslâmiyeti… Hinduların müslüman olmasına sebep olmuştur. Sunûsî Tarikatı Afrika’da, Sudan’da yaymıştır. Bir çok gayrimüslimin İslâm’a gelmesinde en büyük emeği olan, en büyük katkıyı sağlayan mutasavvıflardır.

SORU: Bir kişinin imanına vesîle olmak, binlerce feyz ve zevke göre daha üstün müdür?

CEVAP: Bir kimse, bir insanın imana gelmesine sebep oldu mu, onun yaptığı sevapların misli kendi defterine yazılıyor. O bakımdan iyidir. Şahsen, ferdî olarak çalışmak yerine, başka insanların doğru yola gelmesine çalışmak, büyüklerimizin bize emridir. Hizmet diyoruz biz buna… Müslümanlara her yönden hizmet etmek; onların imana gelmesine, İslâm’ı öğrenmesine, maddî mânevî sıkıntılarının çözümlenmesine koşmak çok sevaptır. Bunu, tasavvuf olarak biz söylüyoruz.

Amma, bunu tasavvufa karşı bir tez olarak ortaya koymak çok yanlıştır, şeytânî bir şeydir. Yâni:

–Sen mutasavvıf olma!..

–E, ne olacak?..

–Başkasının imana gelmesine çalış!..

Yok öyle şey!.. Oldu mu şimdi?.. İnsan neden mutasavvıf oluyor?.. İyi müslüman olmak için… Niye tasavvuf yoluna giriyor?.. Takvâ sahibi olup, kalbini nurlandırıp iyi müslüman olmak için… İyi müslüman, müslümanlara daha faydalı işler yapıyor. Tarih boyunca böyle olmuş. Kendisi iyi olmadığı zaman başkasına da faydalı olmuyor, zararlı oluyor.

SORU: Tasavvufun modernizasyondan etkilenmesi ne derecededir? Sizin tasavvufu modern dünyaya adapte ettiğiniz söyleniyor; bu ne derecede doğrudur?

CEVAP: Tasavvufta modernizasyon diye bir şey sezmiyorum ben, tasavvufun içinde… Tasavvufun kendisi ter ü tâzedir, bayatlamamıştır, bozuk değildir ki, modernizasyonu olsun.

SORU: Tasavvufta Hakk’a yakınlaşma çizgisi ne olmalıdır? Hallâc-ı Mansur gibi “Enel hak” demek ölçüyü zorlamak mıdır?

CEVAP: Hallâc-ı Mansur’un ölçüyü zorladığı mutasavvıfların çoğu tarafından kabul edilir. Enel hak sözü üzerinde de çeşitli yorumlar yapılmıştır. Birisi şöyle cevap veriyor: “Enel hak demeseydi de, enel bâtıl mı deseydi? Yâni, ben hak değilim, ben bâtılım mı deseydi?..”

Tabii, Allah tarafından yaratılmış, müstesnâ, eşref-i mahlûkat olmak dolayısıyla insanda ilâhî bir yön vardır. Sonra insan zikirle kendi varlığından geçtiği zaman, kendi varlığı kalmıyor ortada… O bir vasıl hâli, Allah-u Teâlâ Hazretleri’ne vuslat hâli, fenâ fillâh hâli oluyor. O zaman, kendisini görmediği zaman böyle bir söz söylenmiş olabiliyor. Bunu yaşamayan insanlar anlayamıyorlar, onlara anlatmak da biraz zor oluyor.

Yâni, “Enellah” demiyor, “Ben Allah’ım, ben tanrıyım” demiyor, “Enel hak” diyor, “Ben hakkım” diyor. Bu söz yorum kaldıran bir sözdür. Ama söylediği söz dolayısıyla, biraz yanlış anlaşılmalara sebep olacak bir söz söylediği için, şer’î bakımdan cezâlandırılmıştır. Mutasavvıfların bazıları savunuyorlar, “O bu sözü şu maksatla söylemiştir.” diyorlar, yorumlama yapıyorlar.,

SORU: Tasavvufu reddenlerin durumu ve fıkhî hükmü nedir?

CEVAP: Tasavvufu reddeden Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin, dinin emirlerinin bazılarını reddetmiş olur. Çünkü, Allah’ı zikretmek ayetlerde geçiyor. Nefsi terbiye etmek, ayetlerde geçiyor. Ma’rifetullahı tahsil eylemek, irfanı elde etmek, tavsiye ediliyor.

Onun için tasavvufu reddedenin sözüne bakılır. Hangi tasavvufu reddiyor?.. Ne biliyor tasavvuf hakkında?.. Hani böyle batıl mezhebler görmüş de, batıl tarikatler görmüş de, haram işler işleyen kimseler görmüş de, ondan mı reddiyor; yoksa, işi kökünden mi reddediyor?..

Kökünden reddeden, ayetlerde olan şeyleri reddettiği için kâfir olur. Bir ayeti bile inkâr etse, kâfir olur. Kökünden reddetmeyip, “Aslı vardır ama, ehli azdır. Şu adamlar kötüdür, bu adamlar kötüdür…” diyorsa; eğer isabet etmişse, ne alâ, doğruyu söylemiş olur. İsabet etmemişse, iftira etmenin cezâsı olur.

İbn-i Teymiye gibi pek çok kimsenin, gerçek tasavvufun Kur’an’ın bir olgusu olduğunu, bir emri olduğunu, dinin bir esası olduğunu ifade ettiklerini biliyoruz. Suudluların, başka kimselerin, selefiyecilerin itibar ettikleri bir kimse olduğu halde, “Gerçek tasavvuf vardır.” diyorlar.

Dini bilip de, gerçek tasavvufu inkâr etmek mümkün değildir. Ya cahillikten inkâr ediyordur, ya da gördüğü misaller kötüdür. Meselâ, kadın erkek bir arada olan veya içki içip de, “Biz bunu şu maksatla içiyoruz.” diyenlerden dolayıdır.

SORU: Tasavvufa girmenin hükmü nedir, günümüzün müslümanlarına gerekli midir?

CEVAP: Tasavvuf, bütün müslümanların mecbûrî öğrenmesi gereken bir ilim dalıdır. Çünkü tasavvuf, nefsi terbiye konusunu işler. Nefs-i emmâre dediğimiz nefsi terbiye etmenin yollarını gösterir.
Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hâbe men dessâhâ.) “Nefsini terbiye terbiye eden kimse kurtulmuş, onu fenâlıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.” diye, ahlâkı güzelleştirmek Kur’an-ı Kerim’de emrediliyor; bunun için şart…

Ondan sonra, bir yolda giden insanların birisine bey’at etmesi, imam seçmesi lâzım gelir. Camide namaz kılan insanların, bir tanesini imam yapıp da arkasında ona uymaları gibi… O bakımdan şart…

Sonra:

(El’ulemâü veresetül enbiyâ’) “Alim-i muhakkikler, peygamberlerin varisleridir.” Onlar halkın irşâdıyla meşgul oluyorlar. Peygamber Efendimiz’e bey’at gerekli olduğu gibi, zamanındaki bey’at edilmesi gereken kimseyi de bulup, bey’at etmek herkese gerekiyor.

Daha başka şeyler de sayılabilir. O bakımdan bu ilmi mutlaka herkes öğrenmeli, herkes bu yola girip, nefsini terbiye edip, güzel huylu olup, insan-ı kâmil olup, salih bir kimse olup, Allah’ın rızasının yolunca yürümeli!..

SORU: Tarikate ve bir hak mezhebe uymamak günah mıdır?

CEVAP: Cahilliktir. Cahillik tehlikelidir, sonu vehâmetli bir şey olur. Bir hak mezhebe uymuyorsun, sen İmam-ı Azam mısın?.. Neden uymuyorsun? Sen kendi başına ayetleri hadisleri anlayacak kadar, mezheb kuracak kadar çok allame bir insan mısın?.. Değilsin. O zaman bilene uysana be adam!..

Uymamak cahilliktir, yanlıştır. Onlar bu meseleleri incelemişler, bu işin profesörlerinin profesörüdür onlar… Onlara uymak lâzım!..

Tarikate girmezse bir insan ne olur?.. Tarikate girmezse, nefsini terbiye etmez. Nefsini terbiye etmezse, sevaplı şeyleri kazanmazsa, günahlarda devam ederse, ahirette mahvolur. Ma’rifetullaha eremezse, gafil giderse zarara uğrar.

Onun için herkesin bu hayırlı, faydalı şeyleri yapmağa çalışması lâzım!..

SORU: İmam-ı Rabbânî (Rh. A) demiş ki: “Şeriatsiz tarikat, zındıklıktır.” İzah eder misiniz?

CEVAP: Evet, öyledir. Şeriat; yâni Allah’ın emirleri, yasakları, fıkıh, hadis, tefsir… Yâni, Allah’ın ahkâmı… Bunlara uymadan, insan “Tarikat güdüyorum, yürütüyorum.” derse; şeriata uygun olmayan, şeriat dışı olan bir şey zâten yanlış bir yoldur. Elbette zındıklıktır, sapıklıktır.

Şeriate uygun olacak!.. Zâten tarikat, şeriattan başka bir şey değildir. Şeriatin ince terazisidir, hassas terazisidir. İnce ölçen, kıymetli tarafıdır, dikkatli tarafıdır. Şeriat temeldir; şeriat olmadı mı, hiç bir şey olmaz!.. Hakikaten zındıklık olur, kâfirlik olur ve insan çok zararlara uğrar.

Tasavvuf öyle bir ilimdir ki batıl onun ne ardından gelebilir, ne de önüne geçebilir. O’nun ne önünde, ne de ardında hiç bir eğrilik yoktur. Çünkü tasavvuf, nübüvvet kandilinden alınmış bir nurdur. Nübüvvetin ötesinde ise bizim için alınacak bir nur yoktur.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.