Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 35. Sohbet

0 46

SOHBET- 35 Saf 8-14
–Tesbih çekip Allah’ın dinine kurşun atanlar!
–Gevşek Tükrüğün…….

Efendi Hazretleri 35. Sohbet
TESBİH ÇEKİP ALLAH’IN DİNİNE KURŞUN ATANLAR
Okuyacağımız ayet-i kerimede Mevla Teala bizleri uyarıyor ve düşmanlarımızın tuzağını bildirmek üzere buyuruyor:
“Onlar ağızlarıyla (sözleriyle), Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, halbuki Allah da nurunu tamamlayıcıdır, velev ki kafirler istemesinler.”
 
Ayet-i celilede buyurulduğu gibi kafirler, Allah’ın nurunu, islamiyeti, şeriatı devamlı hiç aralıksız olarak sözleriyle islam aleyhine propagandalar yapmak suretiyle söndürmek, gidermek, yok etmek istiyorlar, bunun için çalışıyorlar.
 
Bir defa arzu ediyor sonra bırakıyorlar mı? Hayır! Devamlı aynı şeyi istiyorlar ve çalışıyorlar. Öyleyse biz müslümanlarda onların aleyhine devamlı çalışmalıyız.
 
Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmakta: “Öküzlerin kuyruğuna asılanlar yenilir” Yani sadece ziraat ile uğraşıp askeri aletler yapmayan ve diğer sanatlarla uğraşmayan bir millet yenilir. Zira o, ineği ile tarlasıyla uğraşırken diğer milletler top, tüfek, silah yaparlar, gelirler onun tarlasını da, ineğini de, kendisini de alırlar.
 
Kafirlerin, Mevla Teala’nın şeriatını ortadan kaldırmak için hiç durmaksızın çalıştıklarına dair bir başka ayet-i celile de Sure-i Bakara’dadır. Şöyle ki:
“Güçleri yeterse, dininizden sizi çevirinceye kadar, sizinle mukateleye devam edecekler.”(Ayet:217′den)
 
Peki islamı tahribetmek için devamlı son güçleriyle çalışan düşmanın karşısında ne yapmak lazım? Devamlı çalışmak, cepheyi bekelmek lazım. Bu nasıl olacak? Gevşeklikle, tembellikle vatan beklenilmez.
 
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Vatan sevgisi imandandır.” Vatan bizim camimizdir, medresemizdir, evimizdir, herşeyimizdir. Vatanımızı düşmana kaptırırsak malik olduğumuz herşeyi de ona kaptırmış oluruz.
 
Sure-i Bakarada ayet-i celilenin devamı şöyledir:
“Sizden kim kafirlerin uğraşmalarıyla dinden dönerde kafir olarak ölürse, işte onların dünya ve ahirette amelleri mahvolmuştur. Ve işte onlar ateş ashabıdır. Ancak onlardır ebedi ateş içinde kalacaklar”(Ayet217′den)
 
Bakınız Mevla Teala, kafirlerin islam aleyhine yaptıkları çalışmalarının sonucunda islamdan dönüp, kafir olanları mazur görmüyor (sayınız azdı, silahınız yoktu, onun için boyu eğdiniz) buyurmuyor. Peki ya ne buyurmuş oluyor? ” En sonunda zaten ölecek değilmisiniz? Evet öleceğiz, öyleyse islamiyeti yaşamak, yaşatmak yolunda ölseniz daha iyi değilmidir?”
 
Bir saniyelik bir zaman müddetinde dahi , islamiyeti yaşamak ve yaşatmaktan geri dursak gürültüye gideriz, sadece keyfimiz değil, huzurumuz, malımız hatta canımız da gider.
 
Bosna Hersekten gelen son habere göre, Bosna Hersekli müslümanlar islami yönden epey yola gelmişler amma ne kadar canlar, mallar, namuslar mahvolduktan sonra. Sırplı askerler hanımları camide topluyor, imamın önünde onlara tecavüz ediyorlarmış ve diyorlarmış ki: “Niye böyle yapıyoruz biliyormusunuz? Siz bu işe kızarsınızya onun için.”
 
Bosna Herseğin başına bu felaket çalışmadıklarından geldi. Çalıştılar ama sadece üniversite kapılarında çalıştılar. Çok şükür hataların anladılarda işi yavaş yavaş düzelttiler.
 
Çeçenistanlıların durumu da iyiye doğru gidiyor inşaallah “Teslim olmayacağız kanımızın son damlasına kadar çarpışacğız, mücadele edeceğiz.” diyorlar. Eğer teslim olsalar, ya sibiryaya sürülecekler veya namusları, malları ellerinden gidecek.
 
Gevşek olmayalım, islamı yaşamaya üşenmeyelim, oturmaya çalışalım.
 
Eba Eyyübel Ensari (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: “ilk zamanlarda bir ensar Allah yolunda savaşlar yaptık. Canımızı Resulullah’ın canına, malımızı O’nun malına kattık. O’nunla beraber biz de rahatımızı feda ettik, biz uğraştık, Mevla Teala da dinini aziz etti, Resulüne yardım etti.
 
Müslümanların sayısı çoğaldı. Bizler aramızda birbirimize dedik ki: İslamın yayılması için ehlimizi, mallarımızı terkettik. Allah-u Teala nebisine yardım etti. Artık ehlimize, mallarımıza geri dönsek de, zayi ettiklerimizi gidersek (telafi etsek) dedik.
 
Bunun üzerine Allah-u Teala Sure-i Bakara’nın 195. ayet-i kerimesini inzal etti ve buyurdu ki:
“Ey müminler! Mallarınızı din yoluyla ve hususiyle Allah yolunda harp ve savaşa sarf ile infak ediniz, nefislerinizi tehlikeye atmayınız. (Mallarımızı muhafaza edeceğiz diye düşmana karşı savaşı (çalışmayı) terkeder, mallarınızı Allah yolunda sarfetmekten çekinir, savaşa hazırlanmaktan kaçınırsınız, düşman istilasına uğramak suretiyle nefislerinizi esaret, zillet ve meskenet tehlikesine atmış olursunuz). İhsan bulununuz! Zira Allah(-u Teala) hakikaten ihsan edenleri sever.”
 
İslamın aziz olması için yirmi sene çalışsa da, kısa bir süre,mesela bir yarım saat terkedilse, kafirler bunu fırsat bilir, islamı tahribedebilirler. Osmanlı imparatorluğunda olduğu gibi. Malumunuz, Osmanlılar İslamiyeti yaşarken Viyana kapılarına kadar gelmiş , çok geniş bir sultanlık kurmuşlardı.
 
O zamanlar beraberlik vardı. Kazakistan, Gürcistan, Kürdistan, Lazistan hepsi birdi. Sure-i Hucuratın 10. ayet-i celilesi mucibince, şöyle ki:
“Ancak müminler kardeştir. Kardeşlerinizin arasını sulh ediniz. Allah’tan korkunuz ki, merhamet olunasınız.”
 
İnanları birbirinden ayıran, onları farklılaştıran tek şey küfürdür. Nesepleri, lisanları, ırkları değildir. İşte Osmanlı bu durumda iken kafirler onlarla harbettiklerinde mağlub oluyorlardı. Her harbettiklerinde mağlub oluyorlardı.
 
Müslümanalrın bir seferinde yine inanılmaz bir galibiyetten sonra, hiristiyanlar müslümanlara neden yenildiklerini tartışmak üzere, aralarında bir toplantı düzenlediler. Herkes bir fikir ileri sürdü, derken İngiltere’nin başvekili Çorçil söz aldı , cebine koymuş olduğu Kur’an-ı Kerim’i çıkardı ve orada bulananlara: “Bu nedir biliyor musunuz? dedi ve devam etti.
“Bu Osmanlının inandığı ve onun hükümleirini tam manasıyla tatbik etmeğe çalıştığı Kur’an-ı Kerimdir. Onlar buna bağlı olduğu müddetçe, bizim hakimiyetimiz asla düşünülemez. Onun için biz onlarla savaşmayı bırakalım, asıl onları bu kitaptan soğutmağa çalışalım. Onlar bu kitaptan soğuyup onu terkettiler mi, kendi kendilerini yenilgiye uğratırlar.”
 
İslam diyarlarına Yunan felsefesini soktular, evvela hem şeriat ilimleri hemde yunan felsefesi okunsun dediler bir zaman sonra şeriat ilmini tamamen kaldırdılar. Okullarda yalnız dünya ilimleri ve felsefe kaldı.
 
İşte bizim milletimiz, dünyevi ilimler ve felsefeler okunan üniversitelere sahip çıkıyorlarda, şeriat ilimlerine sahip çıkmıyorlar. Böyle bir millet elbette hezimete uğrar, zelil olur. Şeriat ilminin ne kadar ehemmiyetli, önemli olduğunu bu gibiler anlamıyorsa da bizler uğraşalım.
 
Gençlerimizin büyük bir kısmı bu ilme yöneldi onlardan ümitliyiz. Fakat ne acaiptir, ana babaları bırakmıyor, çocuklara mani olmaya çalışıyorlar. Bizler dini yaşayıp yaşatma işine samimiyetle sarılırsak, başaracağız inşaallah! Yalnız Sure-i Bakaranın 195. ayet-i celilesini unutmamalıyız.
 
Bir kere düşünelim Çeçenistanın başına gelen felaket bizim başımıza gelse ne olur? Bombardıman uçakları ile İstanbul’u bombalasalaar, evlerimiz harab olur, ne bakkal, ne manav ihtiyacımızı karşılayacağımız hiç bir yer kalmaz. Açlık susuzluk başlar, bir taraftan da ölüm korkusu, üzerinde namaz kılacağımız bir seccade, ibadet edeceğimiz bie mekan bulamayız, kaçsak nereye kaçarız? Böyle bir hale nasıl dayanılır, dayanılmaz değil mi? İşte İslamiyeti yaşayıp yaşatma yolunda gevşek olursak, bizler de o hale gelebiliriz.
 
Bir müslüman devleti olan Türkiye Ortak pazara girmek istiyor, kafirleri kendilerine dost edinmek istiyor. Bırakalım şu gavurları, biz müslüman devletleri ile ilişki kuralım, dayanışma içerisinde olalım, kardeşlik yapalım.
 
Bu günün din ilimlerinden mahrum mekteplerine çok kızıyorum, çok. Belki bu sebepten bana kızıyorsunuz dur, fakat olsun,ben doğruyu söyleyeceğim. Üniversite bitirmiş gençlerimize soruyorum: “Onyedi senedir bu mekteplerde okuyorsunuz. Allah-u Tealayı bilirmisiniz? Resulünüzü bilir misiniz? Gusül abdsti almayı bilirmisiniz Namaz kılmayı bilir misiniz? Bilmediklerini söylüyorlar, yalnız ailesinden görmüş duymuş veya bir hocadan öğrenmiş olanlar müstesna oluyor. Büyük çoğunluğu işte bu durumda.
 
Geçenlerde hocalarımızdan birine üniversitede okuyan üç beş genç gelip demişler ki: “Hoca Efendi biz namaz nasıl kılınır bilmiyoruz, Kur’an-ı Kerim nasıl okunur bilmiyoruz, gusül abdesti nasıl alınır bilmiyoruz. Size bir yer tahsis etsek oraya gelir, bize bunları öğretir misiniz?” Hocamız bu tekliflerini kabul etmiş, onlarda buna çok sevinmişler.
 
İslamiyet, şeriat, bu hainlere ne yaptı ki onu böyle çağ dışı kılıyorlar? Bize dinimizi öğrenmeye ve tatbik etmeğe mani olan herkes bizim düşmanımızdır.Biraz söz anlamalı, anlamayan kimse, gagasını çamura sokup, çıkararak vak vak diyerek ömrünü tüketen kaz gibi olur.
 
Üniversitede okuyup, vali veya avukat veya devlet adamı olduğumuzu düşünelim ne olacak? Onların zalimliklerini icra etmek mecburiyetinde kalacaksınız. Bir medrese binasının yapılmasını emredebilecek, bunun için imza atabilecek misiniz? Hayır!..
 
Kızlarını mekteplere verenler: “Hoca Efendi ne yapalım mani olamıyoruz, bizi dinlemiyorlar diyorlar.” Böyle diyenlere soruyorum: “Siz misiniz ana- baba, onlar mı?” madem ki siz sözünüzü onlara dinletemiyorsunuz evlerinizi, arabalarınızı onların emirlerine verin herşeyi onlar idare etsin”
 
İhvanlarımızdan, kızlarını amerikan kolajine gönderenler var, bir taraftan da tesbih çekiyor, diğer taraftan Allah’ın dinine kurşun atıyor. Çocuklarnı üniversiteye gönderen anne babalar, Allah’ın nurunu söndürmeye çalışıyorlar demektir. Bu günün şartları ile üniversiteye çocuk göndermek: “Çocuğumu alın, imanının nurunu söndürün” demektir.
 
Millet çocuklarını o mekteplerde okutmak için can atıyor, çocuklarını bizzat götürüyorlar, tekrar almaya gidiyorlar. O mektepelerde çocuklarını okutmak için ellerinden geleln bütün imkanları sarfediyorlar. İslami ilimlere rağbet gösterilmemesi kıyamet alametlerindendir.
 
Bir beyitte şöyle gelir:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki,
“Eşrat-ı kıyamette okunmaya ilim gide,
Ola hem cehl-ü şerr-ü şür”
 
Medreseler kurup dini ilmleri tahsil ettirmedikçe, islamiyeti ispat edemeyiz. Ben size çok kolay olan bir şey teklif ediyorum. Müslümanlardan mesela beş kişi birleşsin, bir daire kiralasınlar, içini gereken eşyalarla döşesinler, bir hanım hocayı görevlendirsinler, o hoca mahallenin hanımlarına orada Kur’an-ı Kerim ilmini tahsil ettirsin. Keza başka bir dairede de erkek hoca o mahallenin erkeklerini okutsa, bütün mahallelerde böylece bir erkek, bir kız medresesi bulunsa , bi iznillah islamiyet gelir.
 
Tarikat derslerinde gevşeklik yapanlar da, Arapçayı yapmakta gevşeklik gösterenler de Allah’ın nurunu söndürmeye çalışanlardandır. Dersimizdeki ayet-i celile okununca zannediliyor ki, bu ayet-i kerimenin muhatabı kafirlerdir. Hayır! Bilakis onlar değil, “Allah’ın nurunu söndürmeye çalışan belki sen belki de benimidir.”
 
Mevla Teala bu ayet-i celilesiyle buyurmuş oluyor ki:”Benim dinim aranızdan çekiliyor, süzülüp gidiyor, neredesiniz, neredesiniz?” şu da var ki, Allah’ın nurunu söndürmeye ne kadar çalışılsa da Alalh nurunu tamamlayacaktır.”
 
Kur’an ilmini tahsil için Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna kadar bütün şehirlerimizden ana ve babaların, evini yurdunu bırakarak Allah rızası için İstanbulda ki medreselerimize geliyorlar, sonra geri dönüp memleketlerini irşad ediyorlar.
 
İşte Mevla Teala nurunu tamalattırıyor. İstanbullular ise, medreseler, hocalar hemen yanlarında olduğu halde gelip okuma tenezzülünde bulunmuyorlar, bakalva yapma, börek açam ile uğraşıyorlar, ondan sonra da kendilerini herkesten iyi biliyorlar. Sure-i Tövbe de Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Onlar Allah’ın nurunu (şeriatini) ağzlarıyla (sözleriyle) söndürmek istiyorlar. Fakat kafirler hoşlanmasa da Allah(-u Teala) muhakkak nurunu tamamlamak diliyor” (ayet:32)
 
Dinin aleyhine konuşmak, dilini ağız ile söndürmek demektir. Dersimzin ayet-i kerimesine gelelim:
“Peygamberini hidayetle ve hak dinle bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderen O’dur. İsterse müşrikler hoş görmesinler.”(ayet:9)
MODAYA UYAN TALEBELER!
(Hüda) Allah’a kavuşturan yol demektir. Şeriat, tarikat,hakikat Allah’a kavuşturan yoldur. İşte Mevla Teala Resulullah (sallallah aleyhi ve sellemi) böyle bir yol ile gönderdi.
 
Özbekistanlılar bize dediler ki: Buraları Ruslar gelip almadı, biz çocuklarımızı onların mekteplerinde okuttuk, onlarda ruslar gibi oldular. Bakınız özbekler kendi kendilerini yendiklerini söylüyorlar, bunu itiraf ediyorlar.
 
Kur’an-ı Kerim, sadece namaz kılmayı, oruç tutmayı emretmiyor, vasıtalar, yollar, köprüler yapmayı, dünyada insanın yaşayabilmesi, düşmana karşı kendini koruyabilmesi için gerekli olan herşeyin yapılmasını emrediyor, savaş aletlerinin yapılmasını istiyor. Şöyle ki:
“Ve onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bilmediği (düşman) kimseleri korkutursunuz.” (Enfal sr:60′dan)
 
Müslümanların hepsi, Kur’an-ı Kerim ilimlerini gerektiği kadar tahsil ettikten sonra, aralarında vazife taksimi yapmalıdırlar. Şu da var ki, dünyacılıkta kafirler kadar ileri gidemeyiz ama islamiyeti tam yaşarsak Mevla Teala onları bize hizmetkar eder, yok eğer islamiyeti yaşamaz, gavurların keyiflerine imrenir, onlar gibi olmaya çalışırsak, bu defa bizi onlara hizmetçi eder.
 
Gelelim dersimizin 3. ayet-i celilesine, bu ayet-i celilede Mevla Teala o kadar mühim bir şeyden bahsedecek ki onun misli yok. Şöyle ki:
 
(Ders ayeti)
“Ey iman edenler! Size öyle bir kazanç göstereyim mi k? Sizleri acıklı bir azaptan kurtarıversin.”
 
Bu ayet-i celileyi bundan evvel de duymuştuk amma, şimdi daha başka bir anlayış geldi. Mevla Teala bu ayet-i celile de buyurmuş oluyor ki: “Ey kullarım! Sizi dünya ve ahiret belalarından kurtaracak (Amerikanın boyunduruğu altından çıkaracak, ikiyüz milyon Rusun üzerinize çullanmasından kurtaracak) şeye delalet edeyim mi?
 
Buyur Ya Rabbi! Nedir o ticaret?
(Ders ayeti)
“Allah’a ve peygamberine iman edip mallarınızla, canlarınızla, Allah yolunda cihad ederseniz. Bu sizin için çok hayırlıdır. Eğer bilirseniz.”
 
Mevla Teala bir evvel ki ayet-i celile de: “Ey iman eden kullarım!” buyurdu. Sonra tekrar: “İman edeceksiniz” buyurdu. Bununla neyi kasdetmiş oluyor: “Ey sureta iman etmiş kullarım! Hakiki imanla iman edeceksiniz” demeyi kastetmiş oluyor.
 
Sureta iman, müslümanları azab-ı elimden kurtarmıyor. Bu gün biz müslümanların, kafirlerin emrinde olmamız budur. Yani azab-ı elim içinde bulunmamız demektir.
 
Mesela: Müslüman erkeklerin başlarına sarık sarmaları yasak ediliyor. Bu bir azab-ı elimdir, hürriyet sahibi değiliz. Ama şuda var ki; suç, bizim sarık sarmaktan çekinen, utanan müslüman kardeşlerimizindir. Kimileri camide sarık sarıyor, camiden çıkınca çıkarıyorlar. Bunu hapse girme korkusuyla değil millet bana bakar, alay eder korkusuyla yapıyorlar. Halbuki Resulullah (sallallah aleyhi ve sellem) efendimiz buyurdu ki:
“Sarık müminlerin ululuğu galibiyetidir (eğer başlarına koymaz) yere koyarlarsa, Allah onları zelil eder.”
Diğer bi rivayette de şöyle gelir:
“Allah onların izzetini yere koyar, indirir.”
 
Oğlunuz, kocanız, ağabeyiniz, yeğeniniz, hülasa bütün müslüman erkekler sarık sarmalıdırlar. Bu sünnet-i şerif yayılmalıdır. İslamiyetin her emrine sahip çıkmalıyız. Bakınız! Demek sarık sarmayan müslüman erkekler islamiyetin mağlubiyetine sebep oluyorlar, keza çarşaf giymeyen hanımlar da, Türkiyenin geri kalmasına, zelil olamsına sebep oluyorlar.
 
Ayet-i celile de: “Cihad etmek” hakiki imandan sonra geldi. Demek ki bir kavmin imanları surette ise , düşmanlarını yenemez, azab-ı elimden kurtulamaz. Peki imanın suretten hakikate geçmesi nasıl olur?
 
Nefsimizde dört kötü haslet vardır. Bunlar:
(1)-Münaza: Allah ile çekişme,
(2)-İba: Mevla Tealanın emirlerinden kaçınmak,
(3)- Azgınlık,
(4)- İnkar: Ahkam-ı semaviyeyi kabul etmemek
 
İşte bu dört haslet bir kişide bulunduğu müddetçe, o kişi şeriatı ne kadar güzel yaşasada, imanı surettedir. Bu kötü hasletlerin gitmesi, tarikate mensup olup, rabıtaya, murakabeye, zikre devama bağlıdır. Eğer surata iman ile galibiyet olabilseydi, hiç Mevla Teala “Hakiki imanla iman edin!” buyururmuydu? İslamiyet gevşeklkle muhafaza edilmez, “Gevşek tükürüğün sakala zararı vardır”denilir.
 
İlim, amel, ihlasta gevşeklik olunca, ortaya Mutezile, Cebriye, Şia ve buna benzeri ehli sünnet dışı inançlarda bulunan fırkalar çıktılar, islam memleketlerini istila ettiler.
 
Nitekim bir ibarede şöyle gelir:
“Vadi boş olduğunda orada tilki vali olur”
 
Dersimizin ayetinden ne anladık? Huzur, rahat, galibiyet ancak hakiki iman ile hasıl olur. Hakiki iman ise, Rabıta, murakaba, Zikir ile mümkün olur.
 
Kıbrıs’a asker çıkarma harekatında, müslüman türk askerleri, Rum askerleri tarafından anında vuruluyorlardı. Bu durumu gören müslüman kumandan, askerlere “Allah, Allah, Allah” diyerek gemiden inmelerini emretti, onlarda bu emirlere uydular. “Allah, Allah, Allah” diyerek gemiden indiler.
 
Rum askerleri tabii ki gene müslümanlara ateş açıyorlardı, fakat mermiler askerlerin sağından, solundan, başının üstünden geçiyor, isabet etmiyordu, Nitekim bildiğiniz gibi Kıbrıs alındı. İşte bu, hakiki imanın kazandırdığı bir galibiyettir.
 
Peki! Bu dört şeyi yaptığınız takdirde ne olur?
 
(Ders ayeti)
“(Bunu yaptığınız takdirde) Allah(-u Teala) günahlarınızı bağışlar ve sizi (ağaçları ve köşkleri) altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki, güzel ve hoş saraylara koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.”
 
Bu dört şeyi yapanlara Mevla Teala: “Günahlarının külliyen bağışlanıp, annelerinden doğdukları günkü gibi tertemiz olacaklarını, altlarından nehirler akan cennetlerinden ve havasının temizliğinden bit, pire, tahtakurusu ve haşerat olmayan tayyip meskenlere gireceklerini vaad buyuruyor.”
 
Cennetlerin toprakları misk-i amberdendir. Onun için orada yılan, tarla faresi ve benzeri zarar verici hayvanlar yaşamaz. Akıllı olan insan bu dört şeyi yapmak suretiyle hemen o cennetlere gitmek ister.
 
Ashab-ı Kiramdan bir şahıs ile Resulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz beraber hurma yiyordu. O kimse Peygamberimize sordu: “Ben Allah için harbe gidip, şehid olsam, Mevla Teala beni nereye girdirir?” Efendimiz : “Cennete girdirir” buyurdu. Bunun üzerine o elindeki o hurma dalını bıraktı hemen o sırada yapılmakta olan bir harbe katıldı. Düşmandan bir çok kişi öldürdü ve sonra kendisi de şehit oldu.
 
Bu dört şeyi yapmakta:
(Ders ayeti)
“Başka bir kazanç daha ki, onu seveceksiniz, Allah’tan bir zaferdir ve yakın bir fetihtir. (Ey Resulüm!) mü’minleri müjdele…”
 
Mevla Teala’nın bu vaad ve müjdelerine nail olabilmek için mücahid olalım ve mücahid yetiştirelim.
 
“İlim rütbesi, rütbelerin en yükseğidir.”
 
Namazı güzel kılmak bu rütbenin tamamlanmasıdır. Namaz kılarkenokunulan eyt-i celileleri, kalbin gözü müşahede etmiyor, kalbin kulağı duymuyor, kalbin lisanı söylemiyorsa bu nedendir acaba…?
 
Her insanın aslında dört kulağı vardır. Bunların ikisi başın iki tarafında, ikisi ise kalptedir. Her insanın gözleride dört tanedir. İkisi yüzde bulunur, ikisi kalptedir. Kafada bulunan gözlerin görmesi, kulakların işitmesi ve lisanın konuşması bedenin diri oluşuna bağlıdır. Ruhun diriliği ise, zikre bağlıdır.
 
Nitekim Sure-i Al-i imran’da şöyle buyurulur:
“(Akıl sahipleri) o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah’ın varlığını ispat için iyice düşünürler ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen batıl şey yaratmaktan münezzehsin. Artık bizi cehennem ateşinden koru.” (Ayet 191)
 
İnsan zikir ede ede ruhunu uyandırıyor. Ruhu uyanınca tefekkür ediyor, tefekkür edince batıldan hakka geçmiş oluyor. Dön dolaş hep zikrullah,hem de rabıta üzere olmak şartıyle. Ya Rabbi! Bizlere bu kadarını ihsan eden sensin, tamamını ihsan et! Amin…
 
İbadetlerimizi çok güzel ifa etmeliyiz, namazlarımızı paldır küldür, çabuk çabuk, tadil-i erkana dikkat etmeden kılmamalıyız. Mevla Tealanın huzurunda olduğumuzu unutmadan, edep ile, saygı ile, namazdan usanmadan, sıkılmadan kılmalıyız.
 
Soruyorum sizlere, mesela onsekiz yaşında bir delikanlı evlenip sonra askere gitse, aradan bir müddet geçtikten sonra izin alarak bir iki günlüğüne ailesinin yanına, evine gelse, hanımı ile karşılıklı sohbet ederken, onunla konuşmaktan, görüşmekten bezer mi? Usanır mı hiç?
 
Peki neden Mevla Teala ile görüşülmekten usanılıyor? Sıkılınıyor, namaz bir an evvel bitirilmek isteniyor? Halbuki namaz esnasında, kul ile Rabbi arasından yetmiş bin perde kaldırlır.
 
İbadetlerden lezzet almak için uğraşalım, fakat lezzet almak niyetiyle değil, Mevla Tealayı razı etmek niyetiyle ibadet edelim. Velhasıl Rabbim ile görüşeyim niyetiyle ibadet edenler çok azdır. Beyitte geldiği üzere ;
“Daru’l-emnadır bu şehir, lakin giren yüzbinde bir.”
 
Bahsettiğimiz şekilde ibadet edemediğimize üzülelim, bir taraftanda, böyle olmak için gayret edelim. Şu var ki, tarikat-ı aliyye’ye giren bir kimse, önce şeriatın emirlerini işlemek şartıyle, zikrine, fikrine, rabıtasına devam ettiği müddetçe Allah’ın izniyle muvaffak olur. -Tekkeyi bekleyen nimette kavuşur.-
Dünya çalışmak yeridir. Çalışanın yüzü ak, kalbi pak olur.
 
Gelelim dersimizin son ayetine;
“Ey iman edenler! Allah’ın (dininin) yardımcıları olunuz. Nitekim Meryem’in oğlu İsa, havarilere: “Allah (ın zaferine ulaşmak) için, benim yardımcıların kim? demişti.
Havariler de şöyle cevap verdiler: “Biziz Allah’ın yardımcıları” Bunun üzerine İsrailoğullarından bir topluluk (İsa-aleyhisselam-a) iman etti, bir topluluk da kafir oldu. Biz de iman edenleri, düşmanlarına karşı kuvvetlendirdik de, böylece (düşmanlarına) üstün geldiler.”
 
Bakınız Mevla Teala: “Ey iman edenler! Allah’ın (dininin) yardımcıları olunuz.” buyurdu. Mevla Teala dinini yaymaya, yaşatmaya gücü yetmiyorda mı? Böyle buyuruyor. Hayır! Rabbimiz dilese bütün insanları melek gibi son derece itaatkar eder lakin etmiyor.
 
İnsanları irşad etme işini müminlere bırakıyor, emek etmelerini istiyor. İşte bizler emek eder, Allah’ın dinini yaşama ve yaşatma gayretleri içerisinde olursak, Meval Teala’da bize yardım edecektir.
 
Nitekim Sure-i Hac’da şöyle buyurulur:
“Elbette Allah dinine yardım edene, yardım edecektir.” (Ayet:40)
 
Hazreti İsa (aleyhisselam) kendisine çok bağlı, dinlerinde sadık, onun için hiç bir fedakarlıktan sakınmayan, Allah’tan çok korkan, Allah’ı seven havarileri arasında, semaya kaldırlımadan önce , yeryüzü üzerindeki vazifeleirini taksim etti. Onları ayrı ayrı beldelere yaydı. Havariler gönderildikleri yerde dini tebliğ ettiler, sonuçta Ben-i İsrail’den kimisi iman etti, kimisi küfretti.
 
İşte bizler de okumak, okutmak ile vaaz-u nasihatlarda bulunmakla Allah’ın dinine yardım edelim.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.