Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 23. Sohbet

0 191

MÜSLÜMAN, CEHENNEME GİREBİLİR Mİ?
İnsan vaazı dikkatle dinlemeli, anlamaya çalışmalı, anladığı ile de amel etmelidir.

Şüphesiz şeriatın üç direği vardır. Bunlarda; İlim, Amel ve İhlâstan ibarettir. Bu üç cüzden her biri gerçekleşmedikçe şeriat gerçekleşmez. Bir kişide bu üç cüzle şeriat meydana gelince o zaman dünya ve ahiretle alakalı bütün saadetlerin üstünde olan Allah-u Teala’nın rızası kazanılmış olur.

Bir mü’min islami ilimleri alırken tevazuu da artmalıdır. Eğer biz bazı şeyleri öğrenmişsek unutmayalım ki bizim bildiklerimiz, bilmediklerimizin zekâtı bile olmaz. İlim tahsil ediyorum diye gururlanmamalı, kibirlenmemeli, sadece Cenab-ı Hak’kın rızasını gözetmelidir.
Mü’minler ilimleri az olsa dahi, büyüklere hürmet etmeli, küçüklere şefkat göstermeli:”Ben Allah’ın kulları içinde yaşıyorum, öyle mühim, önemli bir kimse değilim, Allah’ın kulları arasında idare ediliyorum.” diye düşünmelidir.

Kendi kendinize iyi olduğunuzu hükmetmeyiniz. Yüce Allah, Necm suresinde buyuruyor ki:
”Nefislerinizi tezkiye etmeyiniz. O, muttaki olanı ziyade bilendir.”(Necm 32)

Başka bir ayeti kerimede şöyle buyuruluyor:
”Bakmadın mı o kimselere ki, nefsini tezkiye eder dururlar. Hâlbuki Allah dilediğini tezkiye eder ve kıl kadar zulm edilmezler.”

Şimdi ders ayetlerimize başlayalım.

Bu günkü ders ayetlerimizin sebebi nüzulü hakkında şöyle buyurulmaktadır:
Vahiy geldiği zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in yanında arı vızıltısına benzeyen bir ses duyuldu.Yine bir gün O’na vahiy geldi, Resulullah bir müddet durdu. Sonra açıldı, kıbleye karşı dönerek ellerini kaldırdı:
”Allah’ım bize ziyade eyle, noksan yapma. Bize ikram et, zelil kılma. Bize ihsan et, mahrum etme. Allah’Im bizi razı kıl ve bizden razı ol.” buyurdu. Sonra devamla:
”Yemin olsun, bana on ayet indirildi ki bir kimse bunları yerine getirse cennete dâhil olur.” buyurdu ve Müminun suresinin ilk on ayetini okudu.

(Ders ayeti)
”Müminler muhakkak felaha kavuşmuştur”

(Eflaha) if’al babından fiil-i mazidir. İf’al babının manen binası çok kere müteaddi bazı kere lazım içindir.
(Eflaha) kelimesi ”Felaha kavuştu, kurtuldu” manasında olup lazım bir fiildir. Lazım fiil olduğundan dolayı meçhulü de olmaz.
(Eflaha) kelimesinin başında bulunan (Kad) fiile kesinlik kazandırır. Ayeti kerimenin mealindeki muhakkak manası buradan gelmektedir.

Ayeti celilede Mevla Teala Hazretleri (el müminun) buyurdu, (elmüminune, velmüminatü) buyurmadı. Fakat (elmüminune) buyurulunca (elmüminatü) de bunun içine girmiştir. Buna tağlib kanunu derler.

Cenab-ı Hak Tövbe suresinin 71. ayeti kerimesinde:
”İman sahibi olan erkekler ve kadınlar bazıları bazılarının velileridir.”(Tövbe 71) buyurulmaktadır.

Ali imran suresi 195. ayeti kerimede de:
”Ben sizden gerek erkek ve gerek kadın bir amel edenin amelini zayi etmem, bazının bazınızdansınız.”

Bakınız Mevla Teala Hazretleri ayet-i kerimelerde mümin erkeklerle, mümin kadınları beraber zikrediyor. Bir insan için önce önemli olan imandır. Sahih buhari’de şöyle bir hadis vardır:

”Kalbinde arpa miktarı hayır olduğu halde ‘La ilahe illallah’ diyen cehennemden çıkar. Kalbinde buğday miktarı hayır olduğu halde ‘La ilahe illallah’ diyen cehennemden çıkar. Kalbinde zerre miktarı kadar hayır olduğu halde ‘La ilahe illallah’ diyen cehennemden çıkar.”

Bir kimse dinde inanılması lazım olan şeylerden bir tanesine bile inanmamış şüphe etmiş ise veya beğenmemiş ise imanı gider, kâfir olur. Cehennemde ebedi olarak yanacaktır.

Bir kimse kelime-i tevhidi söyleyip bunun manasını kabul eder, Muhammed (Aleyhisselam) Allah-u Teala’nın peygamberidir, her sözü doğrudur, güzeldir deyip ona uygun olmayanlar yanlıştır, fenadır diye inanırsa ve son nefesinde de öyle ölüp ahirete bu imanla giderse; bu kimse kafirlere mahsus olan adetlere uysa, kafirlerin mukaddes bildikleri günlerde ve gecelerde ki merasimlere katılsa, onların yaptıklarını yapsa, cehenneme girer ancak bu zerre kadar olan imanı bereketi ile cehennemde ebedi yanmaktan kurtulur.

Demek ki ”La ilahe illallah” dediği halde emirleri tutmayan, yasaklardan kaçmayan, bir an önce cennetin kapısına gidemiyor. Bunları bilmek, bütün kainatı bilmekten daha önemlidir.

Allah-u Teala Hazretleri, Adn cennetini kudretiyla beyaz inci, kırmızı yakut ve yaşil zeberced kerpiçlerden yarattı. Sıvası misk, çakılları inci, otları zaferan. Sonra ona:”konuş” buyurdu. O da:
”Muhakkak müminler felaha kavuşmuşlardır.” dedi. Allah-u Teala da:
”İzzetim ve celalim hakkı için sende, hiç bir cimri bana komşu olmayacaktır.” buyurdu.

Bunlar müminler için büyük müjdelerdir. Kazara bir mendilini kaybetse, bardağını kırsa buna üzülenler var. Bu kadar basit şeylere üzülmeye haris olmaya değer mi? Cehennemden en son çıkarılacak mümine Cenab-ı Hak bu dünya büyüklüğünde cennetler verecek.

Allah (Celle celaluh) cehennemliklerden, dilediklerini rahmeti ile çıkarmayı murad edince:”la ilahe illallah” diyenlerden Allah’a hiç bir şeyi şerik koşmamış olanları ateşten çıkarmalarını emredecek. Melekler onları secde izleri ile cehennemde tanırlar. Ateş insanoğlunun yalnız secde izleri bulunduğu uzuvları yemez. Allah (Celle celeluh) ateşe secde izlerinin bulunduğu uzuvları yemesini yasaklamıştır.

Allah (Celle celaluh) meleklerine emredince yanıp kömür gibi hale gelmiş oldukları halde ateşten çıkarılırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Yağmurlu yaş topraktan bitki tanesi çıktığı gibi dirilip çıkarılırlar. Ateş üzerine yüzüstü duran bir adam kalır. Bu, cennete girecek olan cennetliklerin sonuncusudur.

Bu kişi Mevla’ya yalvarır:
”Ya Rabbi! Yüzümü ateşten çevir, onun pis kokusu ve alevi beni mahvetti” der.
Allah’u Teala da:
”Bunu sana verirsem başka birşey daha isteyecek misin” diye sorar.
O kişide:
”Hayır başka birşey istemeyeceğim.” diyerek Allah’ın dilediği birtakım ahidlerde bulunur. Cenab-ı Hak’ta bu insanın yüzünü ateşten çevirip kurtarır, cennete yönelip cenneti görünce bu kişi Allah’ın dilediği kadar (hayran hayran) susar. Sonra da:
”Ya Rabbi beni cenetin kapısa götür.” der. Allah-uTeala’da:
”Hani bana söz vermiştin, verdiğimden başka birşey istemeyecektin.” deyince o insan:
”Ey Rabbim” diye Allah’dan niyaz etmeye başlar.
Allah’u Teala Hazretleri yine:
”İstediğini verdiğim takdirde başka birşey istemeyeceksin değil mi?” diye sorar.
İnsan da:
”Yüceliğine yemin ederim ki istemeyeceğim.” der. Rabinin dilediği ahidlerde bulunur. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onu cennetin kapısına getirir. Adam cennetin kapısının önünde durunca cennetin bütün güzellikleri gözünün önüne serilir, oradaki bütün nimetleri görür. Allah’ın dilediği kadar (hayran hayran) susar. Sonra:
”Ey Rabbim beni cennetine koy” der.
Allah-u Teala Hazretleri:
”Bana bu kadar söz vermiş değilmiydin ki, verdiğimden başkasını istemeyecektin. Vay sana sen ne sözünde durmazsın ey insanoğlu.” der. İnsanda:”Yarattıklarının en umutsuzu olmayacağım.” diyerek, Mevla ondan razı olup, ihsanına mazhar oluncaya kadar duasına devam eder. Nihayet Mevla Ona:
”Cennete gir.” der. Girince de: ”Dile dilediğini.” buyurur. İnsan dilemeye başlar, arzularını bir bir sayar, hatta istemesini bilmediği nimetleri Allah kendisine hatırlatır. Bütün arzuları meydana çıkarılıp hepsine kavuşunca Allah-u Teala: ”Bunlar ve bunların bir o kadarı senindir.” buyurur.

Bu insanlar var ya her biri birer avukattır.(Cehennemi hafife alıp sanki müslümanlar hiç girmeyecekmiş gibi iddia da bulunanlar için)
Bir kimse mümin olduğu halde cehenneme girebilecek. Çünkü dinde yapmakla emrolunmuş olduğu birçok vazifeleri terk etmiş, dinin yasakladığı pek çok şeylerden de kaçmamış, onları işlemiştir. Şeyhim Hacı Ali Haydar Efendi Hazretleri buyurmuşlardı ki:
”İmam-ı Gazali’nin eserinde gördüm. Mümin olup cehenneme girenler günahları nisbetinde bir lahza ile 7000 sene arasında yanacaklardır.”

Ahirette ateş ehli cehennemde toplandığında onların içerisinde Allah’ın kullarına ceza hükmettiği ehl-i kıbleden kimselerde olacak. Kâfirler müslümanlara:”Sizler müslümanlar değilmiydiniz?” diye soracaklar. Onlar da:”Evet müslümanlar idik” diyecekler.
O zaman kâfirler:”Sizin müslüman olmanız neden sizden bu ateşi defetmiyor da bizimle beraber yanıyorsunuz.” diye sorunca müslümanlar da:”Bizim günahlarımız vardı da bu yüzden azaba düçar kaldık.” diyecekler.
Bu konuşmalara muttali olan Allah, kıble ehlinden hepsinin ateşten çıkarılmalarını emreder. Geride kalan kâfirler bunu gördüklerinde:”Keşke bizde müslümanlar olsaydık da onların cehennemden çıktığı gibi çıksaydık.” diyecekler.

Kâfirlerin bu nedametini Cenab-ı Hak Hicr suresinde bizlere bildirmektedir: Esteizübillah:
”Kâfir olanlar çok kere arzu edeceklerdir ki keşke müslüman olsaydık.”
Ayeti kerimede geçen (Rubema) edatında bazı müfessirler (bazen, az kere) manasını vermektedirler. O zaman ayet-i kerime şöyle açıklanır: Kâfirler cehennemde yanar halde iken, şuurları kendilerinden gitmiş, hiç birşey bilmiyor olacaklar, az kere kendilerine gelecekler, ayılacaklar, bu sebepten bazen hatırlayacaklar ve müslüman olmayı temenni edeceklerdir.

Her iki tefsirdende kâfirlerin içinde bulundukları küfürden dolayı pişman olacakları ve dünyada iken iman ederek müslümanlarla beraber olmuş olmayı temenn, edecekleri anlaşılmaktadır. Öyle ya! Hiç muvakkat yanan ile müebbed yanan bir olur mu?

Birde hiç cehenneme girmeden doğrudan cennete girecek olacak.İnsan bunu istemez mi?

Mevla Teala, kafirlerin müslüman olma temennilerini beyan ettikten sonra onları sert bir şekilde tehdit ederek buyuruyor ki;
”Bırak onları yesinler, eğlensinler ve kendilerini oyalıyadursunlar. Yakında bilecekler.”

Dünya hayatında yiyip içip faidelenen ve arzuları kendilerini oyalayan kimselere ne acaib sitem değil mi? Gerçekten çok yazık. Bizim Helim ağa isminde bir ahbabımız vardı. Derdi ki:
”Merkep dokuz türlü yüzme bilir fakat suya düşünce hepsini unutur”
Bizde çok yemenin, çok içmenin zararlı olduğunu biliyoruz ama sofraya oturunca hepsini unutuyoruz. Sahabe-i Kiram acıkmadan yemezlerdi, doymadan kalkarlardı; hastada olmazlardı.

Bazı insanlar yemeğe karşı çok haris olur. Bir hikaye vardır:

Bir kimse varmış, bir türlü doydum demezmiş. Zamanın padişahının oğlu:”Ben ona doydum dedirteceğim” demiş. Çeşit çeşit çok miktarda yemekler yaptırıp, o kimsenin önüne koydurmuş. Padişahın oğlu başı ucunda kılıçla oturarak doyana kadar yemesi için ısrar etmiş. Nihayet o kişi artık yiyemeyecek hale gelince sofradan kalkmış, kapıdan dışarı çıkarken ona sormuşlar: ”Doydun mu?” o da:”Yemek çok ama kılıcın korkusundan yiyebildim mi ki?” demiş.

Yemeğin fazlası zarardır unutmayalım. Biz de Allah’ın korkusundan ihtiyacımızdan fazla yememeliyiz. Yemekte değil de ibadette ”Hel min mezid” daha var mı? demeliyiz. Tabi hiç yemeden de olmaz. İbadet etmeye güç bulabileceğimiz için bir miktar yememiz lazımdır.

Cehennemden hangi durumda olanlar çıkmayacak? İmansız olarak öldükleri halde cehenneme girenler hiç çıkmayacaklar. Bir müminin işlemiş olduğu günahlar onu imandan çıkarmaz.

Mevla Teala Nisa Suresinde buyuruyor ki:
”Şüphe yok ki Allah (u Teala) kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez, bundan başkasını dilediği kimseden mağfiret buyurur. Ve her kim Allah’a şerik (ortak) koşarsa, muhakkak ki, pek uzak bir delalete (sapıklığa) sapmıştır.”(Nisa 116)

Ancak Ayet-i Celiede Mevla Teala ”dilediğinden” buyuruyor, bu bakımdan ihtiyatlı olmak lazımdır. Onun için günahın büyüğünden de, küçüğünden de kaçınmalıdır. Zira Mevla Teala küçük bir günahtan sebeple de kulunu cehenneme atabilir. Akaid de şöyle bir ibare vardır:
”Haramı helal kabul etmedikçe, Mevla Teala’nın küçük günahlara karşı affı caizdir. Haramı helal görmek küfür (kâfirlik) dir.”
Akaidi iyi bilmek lazımdır.
FELAHA KAVUŞANLAR
Şimdi ayetimize dönelim. Mevla Teala ilk ayet-i celilede:
”Muhakkak müminler felaha kavuşmuştur” buyurmuştur. Bundan sonraki ayet-i kerimelerde de felaha kavuşacak olan müminlerin vasıfları açıklanacak:

(Ders ayeti)
”Onlar o kimselerdir ki namazlarında huşu içerisindedirler.”

Huşu: Kalbiyle Allah’tan korkmak, masivayı terkederek kemal-i hudu’ ve tevazu ile ona bağlanmak demektir.
Huşu, korku ile karışık sevgiden gelen edepli bir hal, yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülüktür. Birde uzuvların huşusu vardır ki, uzuvların sessiz ve hareketsiz sakin olması ve gözlerin secde mevziine bakıp sağa sola iltifat etmemesidir.

Namaz kılarken huşu ve hudu üzere olmalıdır. Namazda huşu da, ancak kalbi namaz için vesvese ve düşünceden boşaltmakla, namaz dışındaki şeylerden namaz sebebiyle vazgeçip sadece onunla meşgul olmakla mümkündür. Bu bakımdan namazda gözleri secde mevziinden ayırmamak, sağına soluna bakmamak, elleriyle yüzüyle, gözüyle, skalıyla veya başka bir azasıyla oynamamak lazımdır.

Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, bir gün namaz kılan birisini gördü. Namazda sakallarıyla oynuyordu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
”Eğer şunun kalbi huşu etseydi, azaları da huşu ederdi.”

Hocalara horozun yem yemesi gibi namaz kılmak yakışmaz. Tabi talebelerden ve diğer müslümanlardan bazı kimseler vardır ki, namaz kılarken öksürerek boğazlarını temizlerler. Hâlbuki bunu özürsüz olarak yapmak namazı bozar.

Ayşe (Radıyallahu Anh) validemizin annesi Ümmü Ruman diyor ki:”Namaz kılarken sallanıyordum.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) beni bu halde görünce öyle azarladı ki, az kalsın namazdan çıkıyordum.”
Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) dedi ki: ”Herhangi birinizin namaz içerisinde bütün vücudu sakin olsun, yahudiler gibi sallanmasınlar. Zira namazda azaların sallanmaması, namazın huşuundandır.”

Nisaburi’de beyan olunduğuna göre:”Huşu, namazın kabulünün ve sevabının şartıdır, borcundan kurtulmasının şartı değildir.”
Çünkü huşu bulunmaksızın namazı eda eden kimsenin namaz borçları düşer. Ancak huşu ile eda edilmediği için dergah-ı uluhiyette güzel kabul ile kabul olunmaz, sevabı da olmaz.

Huşu ahirette de olacaktır. Nitekim:
”Sesler, Rahman’ın adaletinden huşu’ edecek (kısılacak) artık en hafif bir hışıltıdan başka bir şey işitmezsin.”(Taha 108)

Dersimize devam edelim:
”Onlar o kimselerdir ki, her lüzumsuz şeyden yüz çevirirler.”

Ayeti celilede geçen ”Lagiv” le murad:maleyanidir.
Malayani: Dünyevi ve uhrevi hiçbir faydası olmayan sözler ve işlerdir.

İnsanı Allah’dan alıkoyan herşey lagivdir. Mesela Cuma günü hutbe esnasında cemaatten erkek bir söz söylese lagivdir. Zira Resulullah Efendimiz buyuruyor ki:
”Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus bile dersen muhakkak gevezelik etmiş olursun”
Resulullah buyuruyor ki:
”Mevla’nın kulundan yüz çevirmesinin alameti o kulun maleyani ile meşgul olmasıdır.”

Dilin boş söz konuşması lagivdir, kalbin boş düşüncelere dalması lagivdir. İnsan namaz içerisinde bilhassa boş düşüncelerden kendini alıkoymaya çalışmalıdır. İnsanoğlu namaz içerisinde boş şeylere öyle bir dalıyor ki on tane İstanbul kurup bozuyor, belkide dünyayı yapıp bozuyor.
Zamanımızda televizyonlar, sinemalar, tiyatrolar, gazinolar baştan aşağı bunların hepsi malayaniye dâhildir.

Cenabı Hak, felaha kavuşanları anlatmaya devam ediyor:
(Ders ayeti)
”Onlar öyle kimselerdir ki zekatlarını vericidirler.”

Zekat meydanı çok geniş bir meseledir. Zekat vermek islamın beş şartından biridir. Zekat vermek lebette lazımdır. Namaz beden ile yapılan bir ibadet olduğu gibi zekâtta mal ile yapılan bir ibadettir. Yıllık bir ibadet olup, zengin müslümanların mallarının kırkta birini fakir müslümanlara vermelerinden ibarettir.
Zekatın lugat manası; bereket, gelişme, taharet (temizlik), salah….
Zekatın lugat manasıyla şeriat manası arasında münasebet mevcuttur. Yani zekat vermek malın bereketlenmesini sağlar. Zekat kulların kulluktaki sadakatine delalet eder. Bu cihetle zekâta sadaka denmiştir. Zekat vermeye ”tezkiye” Zekat verene de ”Müzekki” denir.
Zekatın aleni olarak verilmesi efdaldir. Böyle yapmakla başkalarına örnek olunmuş olunur ve kişiyi başkalarının kendisi hakkında yapabilecekleri suizandan kurtarır. Bunun adasında riya hasıl olmaz. Nafile sadakalarda ise böyle değildir. Onları gizlice verip gösteriş ihtimalinden kaçınmak faziletlidir.
İşte felaha eren müminlerin vasıflarından biriside budur. Zekâta tabi olan muhtelif mallarının zekâtlarını her zaman ve her yerde eda ederler.

Cenab-ı Hak felaha kavuşan müminlerin bir diğer vasfını bildirerek buyuruyor ki:
(Der ayeti)
”Ve o müminler ki onlar elbette avret mahallerini muhafaza edicidirler.”

Ayeti celilede geçen (Hafizune) kelimesi müzekker (erkek) sıgasında gelmişse de kadınlarda buna dahildir.
Şeriatı anlatırken gerektiği yerde açıklamalar yapmak ayıp değildir. Ayıp, insanın namusunu muhafaza etmemesidir. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyuruyor ki:
”İki çene ile, bacakların arasında olan hususta bana kefalet veren kimsenin ben cennete girmesine kefil olurum”

(Ders Ayeti)
”Ancak zevceleri veya sağ ellerinin malik olduğu cariyeleri müstesna. Çünkü onlar, bu halde kınanmış değillerdir.”

Mümin erkekler ancak zevceleriyle veya sağ ellerinin sahip olduğu cariyeler ile şer’i hudutlar içerisindeki münasebetlerinde itham olunmazlar, kınanmazlar.

Muharebede islam düşmanlarından esir alınan kadınlara:”Cariye”, erkeklere ise:”Köle” denilir. İslam hukukuna nazaran insanlarda asıl olan hürriyettir. Bütün insanlar dünyaya hür olarak gelirler. Harp sebebi ile bu hürriyetten mahrum olunur. Müslümanlığın yayılmaya başladığı ilk devirde bütün milletlerde şiddetli bir esaret mevcuttu.

Diğer milletler esrileri öldürüyor veya pek meşakkatli işlerde hizmetçi olarak kullanıyorlardı. İslam ise esirlik müessesini tarihte bir misli daha görülmemiş bir surette islah etmiştir. Hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye göstermiştir.
Onların haklarına riayet etme hususunda önemle durmuştur.Hürriyetini kaybetmiş olan insanların tekrar hürriyetini esas almıştır.Bu hususta islam hukukunda bir çok hükümler mevcuttur.Bazı günahların affı için köle veya cariye azad etmek suretiyle keffarette bulunmak vecibesi islamiyetin esirlerin hürriyetine verdiği büyük kıymeti ifade eder.

Bir hadisi şerifte:
”Herhengi bir müslüman bir müslüman şahsı azad ederse, Allah (u Teala) onun her uzvu mukabilinde o azad eden zatın her uzvunu ateşten halas eder.” buyurulmaktadır ki bu çok büyük bir teşviktir.

Hem de köleler ve cariyeler, efendilerinin yanında islamiyetin güzelliğini görerek imanla şereflenme ihtimallerinde çok fazladır. Fakirlikten sebep bir kadın cariye olamaz. İlla harp esirlerinden olacaktır. Ve hemde esir alınırken henüz müslüman olmamış olacak…

(Ders Ayeti)
”Kim de bu helalden başkasını ararsa, işte onlar mütecavizlerdir.”

Haddi tecavüz ediciler yani helalden harama geçenler demektir.
İnsanın cinsel ihtiyacını kendi eli ile gidermesi haddi tecavüze girer. Buna ”İstimna’ bil yed” denir. Bu da kitap ve sünnetle haramdır.
Begavi demiştir ki: İstimna’ bil yed haramdır.
Ata demiştir ki: İşittim ki kıyamette bir kavim elleri bağlı olarak haşrolunacak, zannediyorum ki bunlar ”İstimna’ bil yed” lerdir.

(Ders Ayeti)
”Onlar ki emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.”

Emanet kelimesi: Namaz, oruç vesair ibadetler gibi kul ile Allah arasında olan emanetlere, Allah’ın kulu üzerindeki haklara, kullar arasında alınıp verilen emanetlere, vekâletlere, memuriyetlere, san’atlara ve sırlara şamildir. Bütün şeriat emanettir.

”Biz emaneti (Allah’a itaat ve ibadetleri) göklere, arza ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.”(Ahzab 72)

Bazı asılsız hikâyeleri Nasreddin Hoca’ya atfederler. Hâlbuki mubarek onları yapmamıştır. Bunlardan biride şu hikâyedir.

Nasreddin Hoca bir gün birinden kazan alır, bir müddet aradan sonra kazanın içine bir tencere koyarak verir. Adam da:”Bu nedir?” der. Nasreddin Hoca:”Senin kazan doğurdu” der. Bu durum kazan sahibinin çok hoşuna gider, gönlünden geçirir ki:”Bir daha istesin kazanımı yine alsın”
Bir zaman sonra Nasreddin hoca adamdan yine kazanını ister, o da sevinerek verir. Fakat günler geçer hoca kazanı vermez. Bir gün adam sorar: ”Hoca bizim kazandan ne haber?” Hoca da cevap verir: ”Senin kazan öldü” Adam da:”Olur mu hocam’ Hiç kazan ölür mü?” der.
Nasreddin hoca da: ”Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niçin inanmıyorsun?” der.
Yani bunun gibi uydurma sebepler icat edip emanete ihanet etmemeli. İnsanların kazmasını küreğini, arabasını veya herhangi bir eşyasını alıp zarar vermemelidir. Bir insanın evinde bulunuluyorsa onun evindeki hiçbir şeyi kirletmemelidir. Kendi malından daha titiz kullanılmalıdır.

Ayeti kerimede ”Verdikleri söze riayet edicidirler” buyuruluyordu.
Ahd kelimesi: Allah ve Resulü ile muahedelere, kullar arasında olan teahhüd, sözleşme ve andlaşmalara şamildir. Bir ayeti celilede şöyle buyurulmaktadır:
”Allah’a verilen söz ise, sorumluluğu gerektirir.”(Ahzab 15)
”Ahdime vefa edin ki, ahdinize vefa edeyim ancak benden korkun.”(Bakara 40)

İlim, âlimlerin boyunlarında emanettir. Her kim ilmini ketmeder (gizlerse), cehennemde ateşten gemler ile gemlenir.

(Ders ayeti)
”Onlar ki namazlarını gereği üzere devamlı kılarlar.”

İşte bu namaz ibadeti varya çok mühimdir. Bu on hasleti kendilerinde toplayanlar muhakkak felaha dâhil olanlardır.
1-Namazlarında huşu ederler
2-Lağvden yüz çevirirler
3-Zekâtlarını verirler
4-Namuslarını muhafaza ederler
5-Ancak zevcelerine ve sahib oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır
6-Bundan ötesini taleb etmezler
7-Emanete riayet ederler
8-Ahd’e riayet ederler
9-Namazlarına devam ederler
10-İman ederler
Bu on hasleti becerebilmemiz için Rabbimizden yardım isteyelim.

(Ders Ayeti)
”İşte bu vasıfları toplayanlar, varis olanlardır.-Ki onlar, firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”

İşte bu çok büyük bir müjdedir. Yüce Allah buyuruyor ki:
”İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için firdevs cennetleri bir konukluk olmuştur.”(Kehf 107)

Ubade İbn-i Samit’ten rivayet ediliyor. Allah’ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
”Cennette yüz derece vardır, her bir derecenin arası yer ile gök arası kadar geniştir.Firdevs cenneti derecelerin en yükseğidir.Cennetin dört ırmağı buradan çıkar, bunun üstünde arş vardır.İstediğiniz zaman Allah’tan Firdevs isteyin.” buyuruyor….

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.