Daimi Huzur
Huzura giden yolun ışığı olmak için çalışıyoruz...

Efendi Hazretleri 9. Sohbet

0 72

ALLAH’IN HUDUDUNU AŞMAYIN
(Ders Ayeti)
”Bu (suredeki ayetler) hakim (ziyade hatasız ve ziyade doğru) olan kitabın ayetleridir.”

Hakim, hikmet sahibi demektir. Yani her ne işlerse işi yerindedir. Kuranı azimüşşan’da hakimdir. Zira onda hiç hata yoktur. İşte Hakim olan kitabın yani Kuran-ı Azimüşşan’ın ayetlerini okuyup, öğrenip, amel edenlerde hakim olurlar. Bütün hatalarda Allah-u Teala onları muhafaza eder.
Bu bakımdan ilahi hududları; Kuran-ı Azimüşşan’dan, ehadisi nebeviyyeden ve Kuran-ı Kerim ile hadisi şeriflerden çıkarılan akaid, fıkıh ve tasavvuftan öğrenmek ve riayet etmek lazımdır İnsan ancak o zaman hakim olur. Dünyada, kabir de, mahşerde, cennette yüzü ak olur.Kuran’ın ahlakıyla ahlaklanmayan, adabıyla edeplenmeyen insanın hiç kıymeti yoktur. Buyurulduğu üzere;

”Onlar hayvanlar gibidir. Belki daha delalettedir. Ve onlar gafillerdir.”(Araf 179)

Hata etmeyen insan hedefe ulaşır, dünyada ve ahirette en yüksek mertebelere kavuşur. Ve bütün dünya halkına ışık tutabilir. Tabii Mevla Teala’nın izniyle.
Çok düşünelim. Ayetlerin manasını iyi anlayalım, ona göre amel etmeye gayret edelim.

(Tilke ayatul kitabil hakiim) ayetini okuyup ta düşün ve hiçbir şeyde haddi geçme. Kuranı Azimüşşan Hakimdir ama sen ona uyup hakim olmazsan hiç bir şey kazanamazsın.
Kuran-ı Azimüşşanda haddi tecavüz edenler hakkında tehditler, hududi ilahiyyeyi muhafaza edenler hakkında da müjdeler bulunmaktadır.

Allah-u zülcelal insanlar arasında miras taksimini bildirdikten sonra buyuruyor ki;
”İşte bu (miras ayetlerinin beyan ettiği haklar) Allah’ın hududu (ilahiyyesi) dir. Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder (yani Kuran’ın buyurduğu kadarını alır ileriye gitmez)se, (Cenab-ı Hak) onu altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Orada ebedi olarak kalırlar. Bu ise en büyük kurutuluştur.”(Nisa 13)

”Ve her kim de (Kuran’ın verdiğinden daha fazlasını taleb etmekle) Allah’a ve Resulüne asi olursa ve Cenab-ı Hakkın hududunu tecavüz ederse, onu da içinde ebedi kalmak üzere bir ateşe sokar (ki derecesini tarif etmek mümkün değil) Ve onun için alçak edici bir azab vardır.”(Nisa 14)

Bu azaplardan korunabilmek ve altından nehirler akan cennetlere girebilmek için bir müslüman, babanın-kocanın-oğulun-kız kardeşin, kısaca herhangi bir yakının malından Kuran’ı Azimüşşan ne kadarını veriyorsa o kadar almalı ve ileri gitmemelidir. Aksi takdirde haddi tecavüz edenlerden olur.

Haddi tecavüz edenlerden birisi de zinaya yaklaşanlardır. Buyurulduğu üzere;
”Her kim ki (kendi nikâhlısından ve cariyesinden) ötesini taleb ederse haddi tecavüz edenlerdir.”(Müminun 7)

Tesettürde de ilahi hudud vardır. Erkeklerde ki hududu ilahi göbek ile diz kapakları arasıdır. Kadınlarda ki hududu ilahiyyeye gelince bütün bedenidir. Yalnızca yüz ve avuçlar bundan müstesna tutulmuştur.

(Ders ayeti)
”Ey habibim! İnsanları korkut ve iman edenleri müjdeleki şüphesiz onlar için rabbbileri indinde bir kadem-i sıdk (amel-i salih) vardır diye onlardan bir erkeğe vahyetmiş olmamız taaccub edilecek bir şey mi oldu ki kafirler:’bu apaçık bir sahirdir’ dediler.”

İnsanlar içerisinde seçilmiş bir zata, insanları ilerideki tehlikelerden, zor geçitlerden korkut diyerek vahyedilen insanlara taaccub etmek, hayret etmek bununla beraber inkâra doğru gitmek caiz olur mu? Olmaz. Asıl taaccub edilecek başka şeyler vardır. Bir ayeti Kerime de Mevla Teala şöyle buyuruyor:

”Eğer taaccub edeceksen, işte asıl taaccub edilecek şey onların ”biz toprak olduktan sonra mı muhakkak yaratılacağız” demeleridir. Onlar o kimselerdir ki Rabblerini inkar etmişlerdir. Ve boyunlarında demir zincirler bulunanlar da onlardır. Ve onlar ateşin yaranıdır, onlar orada müebbeden kalacak kimselerdir.”(Rad 5)

İşte sen onların:”Biz toprak olduğumuz vakit yeni bir yaratılışla (mı) dirileceğiz?” sözlerinden dolayı taaccub edersen haklısın. Onlar insanın nasıl yaratıldığını görmüyorlar mı? İnsan ruh ve bedenden müteşekkildir.
Ruh; âlem-i emir den,
Beden; âlem-i halk tandır.
Alem-i emir zaman, mekan ve ölçü bulunmayan herşeyin kün emriyle olduğu alemdir. Âlem-i halk ise içinde ölçü bulunan alemdir.

Allah-u Teala Hazretleri önce su, hava, toprak, ateşi sonrada bu 4 unsurdan da bitkileri, sebzeleri ve meyveleri yarattı. İnsanlar bu yerin bittirdiklerinden gıda olarak alırlar, gıdalar kimyahane gibi olan midede tahlil edilerek göze gidecek madde seçilerek göze, saça gidecek madde seçilerek saça gider. Yani bedenin herhangi bir yerine lazım olan madde seçilip oraya gönderilir.

İnsanın yaratılacağı su da seçilir o da yerine gönderilir. Anne rahmine atılan bir nutfeden insanoğlu yaratılır.
Şimdi bu üslub üzere bizi halk eden Mevla Teala Hazretleri bizi öldürüp toprak ettikten sonra tekrar diriltmeye kadir olmaz mı? İnsanların her an, Allah’ın eşsiz kudretine delalet edecek delillerle kuşatıldıkları halde, öldükten sonra dirileceklerine şüphe etmeleri veya tamamen inanmamaları hakikaten acaib ve hayret verici bir şeydir.
İlk insan Hazreti Adem (Aleyhisselam) ı da topraktan yarattığını kitab-ı mübin de haber verdi, duyurdu. Bu kadar deliller arasında şaşıran insanlara şaşılır, taaccub edilir.

Bu öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler varya! İşte onlar Rablerini inkâr edenlerdir. Ve boyunlarında bukağılar, zincirler olduğu halde cehennemde ebedi olarak kalıcıdırlar. Bu işin şakası yok. Her insan bunu güzel düşünmeli. Ahirette bu haberler ile karşılaşıldığı zaman ”Eyvah! Ben iyi düşünmedim, doğruyu bulamadım” demenin hiçbir faidesi ve manası olmaz.

SİHİRBAZLAR İŞİ ANLADI

Tekrar ders ayetimize dönelim.
Müfessirin-i izam, ders ayetimiz de geçen (kedem-i sıdk) terkibini ameli salih olarak tefsir ettiler. Cennete girmek için ayak, ameli salihtir. İyi ameli olmayanın cennet yolunda, cemalullah yolunda yürüyecek ayağı yok demektir. Ayaksız bir şey olmaz.
Mevla Teala (kademe sıdkın) ”sadık ayak” buyurdu. (Kademe Sadıkin) buyurmadı. Yani öyle bir ayak ki sıdkın ta kendisi. Allah Teala Hazretleri bu amel-i salih ayağını cennete girmek için, cemalullaha kavuşmak için kulların ihtiyacına verdi. Elinde olduğu halde kim bu ayağı kazanmazsa kendine zarar eder. Cenab-ı Hak kendine zarar edenlerden olmaktan bizi muhafaza eylesin. Amin!..

Mekke kafirleri, Peygamber Efendimizin risaletini inkar ettiklerinde, Peygamberimiz peygamberliğini isbat etmek için Allah’ın izniyle gösterdiği mucizeleri sihir zannettiler. Ve dediler ki: ”Şu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) apaçık bir sihirbazdır.” Hazreti Ebu Bekir Sıddık ve arkadaşları (Radıyallahu anhum) ise ona inandılar, onun en doğru insan olduğunu anladılar ve ondan ayrılmadılar.
Musa (Aleyhisselam) ın kavmi de Musa (Aleyhisselam) ın gösterdiği mucizelere inanmamıştı.Sihir sanatını da bilmediklerinden Hazreti Musa’ya ”Sahirun aliim” demişlerdi.Şu ayeti kerimelerde bu mevzu anlatılır.:

”Firavun etrafında ki ileri gelenlere dedi ki:”Şüphe yok ki bu (Musa Aleyhisellam) elbette ziyade bir bilgin sahirdir. Sizi büyüsü ile yurdundan çıkarmak istiyor, Artık siz ne emredersiniz?’ Dediler ki: Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere toplayıcılar yolla. Sana çok bilgin sahirleri getirsinler.” Artık sahirler malum bir günün muayen bir vaktinde toplanmış oldu”(Şuara 34-38)

Sihirbazlar Firavunun yanına geldikleri vakitte dediler ki:”O sahir dediğiniz adamı bize gösterin” O da gösterdi. Onlar baktılar ki Musa (Aleyhisselam) uyuyor, asası da onu muhafaza ediyor. Firavunun sahirleri bunu görünce ”Bu adam sihirbaz değil. Zira uyuduğu vakitte sihir bozulur. Görmüyormusunuz uyuyor, asası da onu muhafaza ediyor.” dediler.

Bilenden anlayandan geçmemeli. Firavun ve ona uyanların kafası çalışmıyordu. Efendimize muarazada bulunanlarında kafası çalışmıyor. Bunun içinde düşünmeden ”Bu apaçık bir sihirbazdır” diye hüküm verdiyorlar. Firavunun sihirbazları meseleyi anlamışlardı. Ancak Firavun onlara bol vaadlerde bulundu ve oyunlarını hazırlamalarını emretti.
Rivayetlere göre sihirbazların, Musa (Aleyhisselam) ile imtihan olunmak için getirdikleri malzeme 70 bin adet ip ve 70 bin adet asadan ibaret idi.İpler civa ile cilalanmış, asaların içi de civa ile doldurulmuştu.
Güneş yükselip de ortalık hareketlenmeye başlayınca civalar harekete geldi, civaların hareketi ile ipler ve asalar da harekete başladılar. Biraz önce hareketsiz duran urganlar ve sopalar canlanmaya başladılar. Asalar oradan oraya atlaşmaya, urganlarda birbirine dolanıp boğuşmaya başladı. Manzara korkunçtu. Bundan Hazreti Musa (Aleyhisselam) da korktu. O zaman Mevla Teala emir verdi:

”Ve Musa (Aleyhisselam) a asanı yere at diye vahyettik. Hemen o (asa) da onların uydurmuş oldukları (sırıkları, asaları, urganları) yutuverdi. -Artık hak tezahür etmiş ve onların yapar oldukları ise batıl olup gitmişti. -Artık orada mağlub oldular ve zelil kimseler olarak geri döndüler. -Ve sihirbazlar secde eder oldukları halde yere kapnmış oldular. -Dediler ki;’Alemlerin Rabbine iman ettik.’-Musa ile Harun’un Rabbine” (Araf 114-120)

İslamiyet ve islamın delilleri olan ayetler iyi düşünülmezse yanlış kararlar verilir. Mucizeler ile sihir birbirine karıştırılır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında, ehlullah arasında insan rezil olur. Dünya ve ahiret saadetini de kaybeder.
Sihirbazların gösterdiği sihir idi. Peygamberlerin gösterdiği mucize idi. Musa (Aleyhisselam) ın asasını sihirbazların oyuncaklarını yutmasının sebebi bu idi. Aralarında ki fark çook büyüktür. Kaybedenler neler kaybettiler bir düşünün. Ya Erhamerrahimin, Ya Erhamerrahimin, Ya Erhamerrahimin! Bize hakikati buldur, Amin!..
ALLAH, ZATINI ANLATIYOR
Allah Teala Hazretleri kitabın hakim olduğunu beyan edip, beşerden resul gönderdiğine de taaccub eden kafirlerin taaccublerine mahal olmadığını bildirdikten sonra, kendisini kullarına tanıtmak üzere buyuruyor ki;

(Ders ayeti)
”Muhakkak ki Rabbiniz o Allah (Teala) dır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istiva buyurdu. Her emri tedbir ediyor. Onun izni olmadan hiç bir şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz ALLAH’tır. Artık O’na ibadet ediniz! Hala düşünmeyecek misiniz?”

Koca gökleri, direksiz kubbeleri, zincirle asılı olmadan devamlı tutan, birbirine çarpmadan, deveran eden yıldızları, ayı ve güneşi, üzerinde gezilen, yaşanılan, dünyayı yaratan ne kadar büyük bir Allah’tır ki, bu kadar büyük bir kâinatın tedbiri yed-i kudretindedir.

Şimdiye kadar ki tedbirlerinde hiç hata etmedi, bundan sonra da etmeyecektir. Çünkü Hakim’dir. Hakim ne iş işlerse yerindedir. Tedbir üzere kâinatı yaşatmaktadır. Sonra kendisi murad ettiği ana yıkacak ve tebdil edecek şu ayet-i celilenin sırları meydana gelecektir:

“O günde arz başka bir arza, göklerde başka bir göklere tebdil olunacak. Hepsi birden vahid, kahhar olan Allah(u- Tealan)ın huzuruna çıkarlar.”(ibrahim suresi:48)

İşte gözümüzün önünde bu kadar azametli manzarayı yaratan Allah’ı (Celle Celaluhu) çok iyi bilmeye, çok iyi kulluk etmeye böylece maksada ulaşmaya çalışalım.

Bütün mükevvenatın umur-ı idaresi, bütün mahlûkat üzerinde olan mustakil hâkimiyet Mevla Teala Hazretlerine ait bulunduğundan O’nun müsaadesi olmadıkça hiçbir kimse bir şeye kadir olamaz. Ancak bu kâinatı yaratan sevgili Allah’ımızın izniyle şefaat edenler olacaktır. Bu ayet-i kerime Cenab-ı Hakkın izniyle şefaatin mümkün olacağını göstermektedir.

(Ders ayeti)
“Hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Bu Allah (u- Tealan) ın muhakkak olan vadidir. Çünkü O, mahlûkatı bidayetten (önce) vücuda getirir (yaratır), sonra da geriye çevirir ki iman etmiş ve salih ameller de bulunmuş olanları adaletle mükafatlandırsın için de, küfretmeleri sebebiyle kızgın sudan bir içki ve pek acıklı bir azab vardır.”

Allah Teala Hazretleri, bu ayet-i celile de, kıyamet günün de bütün yaratılmışların dönüşlerinin kendisine olacağını haber vermektedir. Hiç kimseyi bırakmayacak ve ilk başta onları hiç yoktan var ettiği gibi yeniden halk edecektir.

Bu mahlûkatı yok ettikten sonra yeniden diriltilmesinin sebebi de iman edip ameli salih işleyen kullarını adl-i ilahisi olan cennetle ve cennete müşahede ettireceği cemaliyle mükâfatlandırsın içindir. Öyle bir cennetle ki göz görmemiş, kulak işitmemiş, hatıra hayale gelmemiş, insanları hayran edecek, hayretler düşürecek nimetlerle doludur. Fakat cemalini gösterdiğinde onun lezzetinden hepsi unutulacak. Fazl-ı kereminle sen nasip eyle Ya Rabbi!..,

Ya Rabbi! Bütün talebelerimizi, kardeşlerimizi ve cemaatimizi dünya sevgisinden ve şehevat-ı nefsaniyeden halas eyle. Amin!…

Mevla Teala kendini bildirmeye devam ederek buyuruyor:
(Ders ayeti)
“O (Allah Teala hazretleri) öyle bir Halık-i Azim’dir ki güneşi bir ziya, ayıda bir nur kıldı. Ve ona menziller tayin etti ki senelerin sayısını ve hesabını bilseniz. Allah (Teala) bunları ancak hak ile yarattı. Bilen bir kavim için ayetlerini mufassalan beyan buyuruyor.”

Allah Teala Hazretleri bu ayet-i celilede kudretin kemaline ve saltanatın büyüklüğüne delalet eden alametler yarattığını haber vermektedir.

Güneş çok büyük bir ışık kaynağıdır. Bu insanlar ne yazık ki kocaman bir ışık kaynağı olarak bu güneşi yaratan Allah’ı hiç düşünmezler. Fakat elektriği keşfeden Edison’u devamlı konuşurlar. Güneş parlarken hem ısıtıyor, hem aydınlatıyor hem de meyveleri, sebzeleri, otları, ekinleri yeşertiyor.

Güneş sanki bir fabrika diyeceğim ama güneşin yanında fabrika nedir ki domatesi kızartıyor. Armutu, üzümü, hıyarı, kavunu, karpuzu her şeyi kendilerine has bir renkle, lezzetle olgunlaştırıyor. Hiç bir delil olmasa da sadece güneş Allah’ın varlığını ispata yeter.

İşte Mevla Teala vahdaniyetine ve kudretine delalet etmesi için güneşi bir ziya ayı da nur sahibi kılmıştır. Güneşin ışığı daha güçlü ve mükemmel olduğundan, güneşte bulunan ışığa ziya, aydakine ise nur adını vermiştir. Güneşle aydan her birerlerine konaklar tayin etmiştir. Uzun bir yola giderken yollarda hanlar vardır ya işte onlara konak denir. Ancak insan onlara isterse girer, istemezse girmez.

İşte Mevla Teala bunlar için konaklar yaptı. Çünkü yılların hesaplanması ve bilumum hesap işleri güneş ve ayın hareket etmesiyle bilinir. Mesela güneş bir muhitte doğar bir muhitte batar, böylece geceleri ve gündüzleri meydana getirir. Bir müddet gündüzleri uzar, bir müddet sonra da geceler uzamaya başlar.

Gene aynı şekilde ayın da gökte müteaddid konakları vardır. Ayın hareketi ile de insanlar ayların, haftaların, günlerin vakitlerini bilerek muamelelerini tayin ederler. Oruç gibi ibadetlerde, bayram gibi günlerde hilalin görülmesine itibar edilir.

İşte Cenab-ı Hak güneş ve aydan her birerlerine konaklar tayin etmiştir ki senelerin sayısını ve hesabını bilelim. Eğer güneş ve ay yerinde dursalardı kimse takvimi yapamazdı. Ne sene, ne gün, ne dakika hiçbir şey anlayamazdık. Bayramı nereden bilecektik, haccı nereden bilecektik? İddet vaktini nasıl ayarlayacaktık?

Peki, bunları yerinden oynatan kim? İnsanoğlunun güneşe bakmaya bile kudreti yok. Bu kadar mesafeyi dolaştığı halde dakika şaşmıyor. Ne hayret edilecek bir düzen! Ne şaşılacak bir ayar! Yani akıl duruyor. İşte bunları güzel düşünmeli. Şimdi bizim milletin çoğu yemeği biliyor. Ona sadece yemek ver yesin yutsun. Hâlbuki yemeği yetecek miktarda yiyip bu işleri düşünse büyük insan olur.

Yazın sıcaktan bunalıyor, kışında soğuktan şikayet ediliyor. Niçin böyle oluyor biliyor musunuz? Mevla Teala Hazretleri bizi rahat ettirmiyor ki dünyayı sevip ona dalmayalım.
EHLİ CEHENNEMİN 4 VASFI

(Ders ayeti)
“Şüphe yok ki gece ile gündüzün birbirini takip etmesinde ve Allah (Tealan) ın göklerde ve yerlerde yaratmış olduğu şeylerde müttaki olan bir kavim için elbette ayetler vardır.”

Onlar Allah’tan korkuyorlar korkuyla takva hasıl oluyor. Bu takvanın hasıl olması da ancak ibadete devam etme şartıyladır. Bir insan La ilahe illallah dese ve bu kelime-i tevhide devam etse o kişide takva hasıl olur.

Bu kelime-i tevhid takvanın temelidir. Eğer namaz, hac, oruç gibi islamın emirleriyle amel ederse temelinde üstünde köşkü kurdu demektir. Mevla Teala Hazretleri kudret ve azametine delalet eden ayetleri bizlere bildirdikten sonra kâfirlerin ve müminlerin ahirette ki durumlarını bildirmek üzere buyuruyorlar ki:

(Ders ayeti)
“O kimseler ki bize kavuşacaklarını ümid etmezler ve dünya hayatına razı ve onunla mutmain olmuşlardır ve o kimseler onlardır ki bizim ayetlerimizden gafildirler.”

Dünya hayatına aldanmamak lazımdır. Bu dünya bize yeter, evimiz var, malımız mülkümüz var dememelidir. Bir rüzgârla dahi bütün bunlar yerle bir olabilir.
Hiç unutmam bir adam sandalını denizde yüzdürmek istiyordu bir dalga geliyor sandalı itiyor sahile. O yüzdürmek istiyor, o itiyor. En sonunda çok büyük bir dalga geldi sandalı ters yüz etti. İşte dünyanın her şeyi öyledir. İnsanda dünyanın üstünde durur. Sonunda kabre girer, toprak onu örter. Firavun ne demişti

Esteizübillah:
“Ve Firavun kavmi içinde nida etti, dedi ki: Mısır mülkü ve altımdan akan ırmaklar benim için değil mi? Hala görmüyor musunuz?”(Zuhruf suresi:51)

Birde bakarlar ki ırmaklar altından giderken çıktı üste. Firavun da herkesin doğduğu gibi doğdu, herkesin yediği gibi yedi, herkesin öldüğü gibi de öldü. O sandal sahibi de dalga onu ters yüz ettikten sonra attı sandalı Mebal seni hiç dinler mi?

Üniversitede okuyan birisinin bir kız kardeşi öldü. Bu üniversiteli ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Ey Allah bu kadar millet dururken benim kız kardeşimi mi bulup aldın.” Adam adeta Allah ile kavga ediyor. Ne gibi? Sandal sahibinin denizle kavga ettiği gibi.

Toprağın altı olan kabir ya cennet bahçesi ya cehennem çukurudur. Bunun üstünde edeple gezmelidir. Şah-ı Nakşibendî (Kuddise sirrusu) Hazretleri kabre indirilirken içerden bir heyet geldi. Onu tahta oturttular. Hurilerden de iki tane geldi. O’na “hoşgeldin” dediler. Nakşibendî (Kuddise Sirrahu) Hazretleri buyurdular ki:“Ben Rabbimle sözleştim. Bütün manevi evlatlarımı yerlerine yerleştirmedikçe ve Rabbimin cemalini görmedikçe hiçbir şeyle meşgul olmayacağım.”

Nakşibendi tarikatının reisi bu! Onlarla Kur’an’ı tanıyoruz. Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi (kuddise sirruhu) Hazretleri de buyuruyorlardı ki:“Benden sonra benim etrafımdan ayrılmayın” Birisine de manada zuhur ederek:“İsmail Ağa’yı ben okutuyorum.” buyurmuştu.

Güneşe karşı tükürmende, büyük abdest, küçük abdest yapmada her şey de edep lazımdır. Güneş vuruyor. Biz ancak güneşte kaldığımızda güneş bizi kızdırdı der kaçarız. Halbuki güneş bizim için bir ayettir, bunu tefekkür etmelidir.

Bu ayette ehli cehennem dört sınıfta tavsif olunmuştur:
1.Allah’a kavuşacağını ümid etmemek,
2.Dünyaya razı olmak,
3.Dünya ile kalplerinin mutmain olması,
4.Ayat-ı ilahiyeden gafil olmak.

İşte bu dört sıfatla vasıflananlar var ya, onlar hakkında Mevla Teala buyuruyor ki:
(Ders ayeti)
“İşta onların varacakları yer kendi kazanamış oldukları şey (günah) sebebiyle ateştir.”

Her an Rabbimizin rahmetini ümit edelim ve hazırlanalım. Daima elimiz işte iken gönlümüz ve dilimiz eşte olsun

(Ders ayeti)
“O kimseler ki iman ettiler ve salih amellerde bulundular, muhakkak ki onları iman etmiş olmaları sebebiyle Rableri altlarından ırmaklar akar nimeti bol cennetlere hidayet buyurur.”
“Orada duaları: ” Ya ilahi seni tesbih ve tenzih ederiz” dir. Orada sağlık temennileri: “Selamette olunuz”dur. Dualarının sonu da: “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah (u-Tealay) a mahsustur” demektir.”

Bandırma da yatan büyük Şeyh Efendi Ali Rıza Bezzaz (kuddise sirruhu) Hazretleri bu ayet-i celileyi okumuş ve son nefesini vermiştir.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.